97. Risale-i Nur’un üç ismine iki isim ilave etmesi cihetiyle ve bu risalede Siracünnur namı…
TEVHİDÎ BİR MÜNACAT VE MUKADDİMESİ
“Hazreti İmam-ı Ali radıyallahu anh ve kerremallahu vechehu Kaside-i Celcelutiye’sinde kerametkârane Risale-i Nur’dan haber verdiği yerde Risale-i Nur’u Siracünnur ve Siracüssürc namlarıyla tesmiye ederek Risale-i Nur’un üç ismine iki isim ilave etmesi cihetiyle ve bu risalede Siracünnur namı tekrarı münasebetiyle…”
Risaleler için kullanılan üç isim şunlardır: Risale-i Nur, Risaletü’n-Nur ve Resaili’n-Nur.
Risale-i Nur: Farsçaya uyarlanmış Osmanlıca bir terkiptir. Nur kitapları veya kitapçıkları anlamına gelir.
Risaletü’n-Nur: Arapça bir terkip olup “Risale-i Nur” manasına gelir.
Resaili’n-Nur: “Resail” lafzı “risalet” kelimesinin çoğuludur. Bu tamlama da Arapça bir terkiptir ve “Nur Risaleleri” anlamına gelir.
Siracü’n-Nur: “Işık saçan lamba” demek olup, Risale-i Nur’un manevi lamba görevine işaret ediyor.
Siracüssürc: “Işık yolu”, “nur yolu” demek olup, Risale-i Nurların nurani yoluna kinayedir.
Son iki isim Hazreti Ali’nin (r.a.) Risale-i Nur’a taktığı isimlerdir.
“…bu risalenin âhirinde İmam-ı Ali radıyallahu anhın en mühim bir münacatını iki derece tevsi ederek onun ulvi lisanıyla ve dilimizi onun bir dili hesabıyla istimal edip bu gelen münacatı dergâh-ı Vâhid-i Ehad’e takdim ederiz.”
İkinci Şua Ehad ism-i şerifine dair olduğundan, Üstadımız “dergâh-ı Vâhid-i Ehad’e takdim ederiz.” buyurmuş; konuyla ismi cemetmiş.
Şimdi münacatı okuyalım:
اَللّٰهُمَّ اِنَّهُ لَيْسَ فِى السَّمٰوَاتِ دَوَرَاتٌ وَنُجُومٌ وَمُحَرَّكَاتٌ سَيَّارَاتٌ وَلَا فِى الْجَوِّ سَحَابَاتٌ وَبُرُوقٌ مُسَبِّحَاتٌ وَرَعَدَاتٌ وَلَا فىِ الْاَرْضِ غَمَرَاتٌ وَحَيَوَانَاتٌ وَعَجَائِبُ مَصْنُوعَاتٍ وَلَا فِى الْبِحَارِ قَطَرَاتٌ وَسَمَكَاتٌ وَغَرَائِبُ مَخْلُوقَاتٍ وَلَا فِى الْجِبَالِ حَجَرَاتٌ وَنَبَاتَاتٌ وَمُدَّخَرَاتُ مَعْدَنِيَّاتٍ وَلَا فِى الْاَشْجَارِ وَرَقَاتٌ وَزَهَرَاتٌ مُزَيَّنَاتٌ وَثَمَرَاتٌ وَلَا فِى الْاَجْسَامِ حَرَكَاتٌ وَ اٰلَاتٌ وَمُنَظَّمَاتُ جِهَازَاتٍ وَلَا فِى الْقُلُوبِ خَطَرَاتٌ وَاِلْهَامَاتٌ وَمُنَوَّرَاتُ اِعْتِقَادَاتٍ اِلَّا وَهِىَ كُلُّهَا عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِكَ شَاهِدَاتٌ وَعَلٰى وَحْدَانِيَّتِكَ دَالَّاتٌ وَفِي مُلْكِكَ مُسَخَّرَاتٌ فَبِالْقُدْرَةِ الَّتِى سَخَّرْتَ بِهَا الْاَرَضِينَ وَالسَّمٰوَاتِ سَخِّرْلِي نَفْسِي وَسَخِّرْلِي مَطْلُوبِي وَسَخِّرْ لِرَسَائِلِ النُّورِ لِخِدْمَةِ الْقُرْاٰنِ وَالْاِيمَانِ قُلُوبَ عِبَادِكَ وَقُلُوبَ الْمَخْلُوقَاتِ الرُّوحَانِيَّاتِ مِنَ الْعُلْوِيَّاتِ وَالسُّفْلِيَّاتِ يَا سَمِيعُ يَا قَرِيبُ يَا مُجِيبَ الدَّعَوَاتِ وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
“Ey Allah’ımız, göklerde dönen hiçbir yıldız ve hareket eden hiçbir gezegen, hava boşluğunda hiçbir tesbih edici bulut ve şimşek ve gök gürültüsü, yeryüzünü dolduran hayvanlardan ve şaşırtıcı sanat eserlerinden hiçbir fert, denizlerde hiçbir damla, balıklarından ve şaşırtıcı sanat eserlerinden hiçbirisi, dağlarda hiçbir taş, hiçbir bitki ve depolanmış madenlerden hiçbirisi, ağaçlarda hiçbir yaprak ve hiçbir süslenmiş çiçek ve meyve, hayvanların cisimlerinde aletler ve düzenli cihazlardan hiçbirisi, kalplerde hiçbir hatıralar ve ilhamlar ve nurlanmış itikatlar yoktur ki hepsi senin varlığının vacib ve bir olduğuna şahitler, senin birliğine dellâllar ve senin mülkünde musahharlar olmasın. Yerleri ve gökleri emrine boyun eğdiren kudretinin hakkı için, nefsimi ve isteklerimi bana musahhar et. Kur’an ve iman hizmeti için, kullarının kalplerini ve uvi ve süfli bütün ruhani mahlukatın kalplerini Risale-i Nur’a musahhar et. Ya Semi, ya Karîb, ya Mücîbe’d-deavât. Bütün hamdler, âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.”
İkinci Şua’nın mütalaası burada tamamlandı. Rabbimize sonsuz hamdüsena olsun, bizlere böyle kıymetli bir eseri mütalaa ettirdi ve yaralarımıza merhem sürdü.
Üstad Hazretleri eserin başında şöyle demişti: Bu risaleyi anlayarak okuyan adam imanını kurtarır inşallah.
Rabbim bizleri de -bu eserin mütalaası hürmetine- imanını kurtaran bahtiyar zümreye dâhil eylesin. Âmin.
Yazar: Sinan Yılmaz