a
Ana Sayfaİkinci Şua11. Daire-i kesretin müntehasındaki cüz’iyyatın cüz’iyyat-ı ahvalinde tevhid noktasında cemal-i İlahînin…

11. Daire-i kesretin müntehasındaki cüz’iyyatın cüz’iyyat-ı ahvalinde tevhid noktasında cemal-i İlahînin…

İkinci Şua mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:

İşte bu üç misale kıyasen… (2. Şua)

Önceki derslerimizde üç misali mütalaa etmiştik. Bu misaller şunlardı:

1. İktidarsız ve ihtiyarsız bir yavrunun imdadına umulmadık bir yerden -yani kan ve fışkı ortasından- beyaz, safi, temiz bir süt göndermek…

2. Müthiş bir hastalıktan şifa bulmak…

3. Dalaletin gayet müthiş manevi elemini hisseden bir adama iman ile hidayet ihsan etmek…

Bu üç misali önceki derslerde mütalaa etmiş ve bu hadiselere tevhid aynasıyla bakmıştık. Üstadımız burada diyor ki:

İşte bu üç misale kıyasen daire-i kesretin müntehasındaki cüz’iyyatın cüz’iyyat-ı ahvalinde… (2. Şua)

Daire-i kesret “çokluk dairesi” demektir. Bununla şu âlem kastedilmiştir. Zerreden şemse kadar her bir varlık, bu kesret dairesinin bir cüzüdür.

Üstadımız, “daire-i kesretin müntehasındaki cüz’iyyat” dedi. Daire-i kesreti yani şu kâinatı bir ağaca benzetsek, nasıl ki ağacın müntehası meyvesidir ve bütün ağaç meyveye bakar, ona hizmet eder; aynen bunun gibi, daire-i kesretin müntehasındaki cüz’iyyat da başta zihayattır, hayat sahibidir. Kâinat ağacı bu meyve için yaratılmış ve dallarına zihayat meyveler takılmıştır.

Hayat sahibi olmayan cüz’î eşya da “daire-i kesretin müntehasındaki cüz’iyyat” manasına dâhildir. Ancak saff-ı evvelde hayat sahipleri vardır ve tefekkürümüzün odak noktası zihayattır.

Üstadımız dedi ki: Bu cüz’iyyatın cüz’iyyat-ı ahvalinde…

Cüz’iyyatı hayat sahipleri olarak aldığımızda, bu cüz’iyyatın cüz’iyyat-ı ahvali; onlara hayat verilmesi, terbiye edilmesi, aza ve cihazlarla teçhiz edilmesi; suret verilmesi, elbiseler giydirilmesi, farklı farklı renklere boyanması; yemeleri, içmeleri ve bunlar gibi hâlleridir.

İşte “daire-i kesretin müntehasındaki cüz’iyyatın cüz’iyyat-ı ahvalinde” cümlesiyle bu manalar kastedilmiş.

— Peki, bu cüz’î ahvalde ne gözükür?

Üstadımız şöyle cevaplıyor:

Tevhid noktasında cemal-i İlahînin ve kemal-i Rabbanînin binler envaı ve yüz bin çeşitleri onlarda temerküz cihetinde görünür, anlaşılır, bilinir, tahakkuku sabit olur. (2. Şua)

Yani bizler vahdet aynasını bu cüz’iyyatın cüz’î ahvaline tutarsak ve eşyaya tevhid nokta-i nazarından bakarsak, Allah’ın cemalini ve kemalini onlarda temaşa eder; bu cemal ve kemalin binler envaının onlarda temerküz ettiğini görürüz.

Önceki derslerde üç misal üzerinde bu tahlili yapmıştık. Bu üç misale iki misal de biz ekleyelim:

Mesela bir ipek böceğinin ipeği dokumasını düşünelim… Bu cüz’î fiilde Allah’ın terbib sıfatı gözükmekte ve Rab ismi tecelli etmektedir. İpek böceği dokuduğu ipekle Allah’ın cemaline ve kemaline bir aynadır. Ancak küçük bir ayna…

Şimdi bu aynayı büyütelim… Büyütmek için bu cüz’î hadiseye tevhid aynasını tutacağız ve vahdet gözlüğüyle bakacağız. Tevhid aynasını tutmak ve vahdet gözlüğüyle bakmak demek, emsali ahvali yan yana getirip hepsini Allah’ın yed-i kudretine teslim etmek demektir.

– Şimdi hayalen, ipek dokuyan bütün ipek böceklerini yan yana getirin. Hepsi birbirine dayansın, omuz omza versin…

– Sonra vazifelerini yapan diğer böcekler bu daireye dâhil edin…

– Sonra diğer hayvanat ve nebatatı bu daireye sokun…

Yani vazifesini yapan her mahluk tevhid aynasında gözüksün ve temessül etsin.

Bu durumda, tek bir ipek böceği bir damla iken, bütün hayvanat ve nebatatın yan yana gelmesiyle bir deniz teşekkül eder. Nasıl ki güneşin damladaki tecellisiyle denizdeki tecellisi bir değildir; aynen bunun gibi, Allah’ın cemal ve kemalinin damla hükmündeki ipek böceğindeki tezahürü ile deniz hükmündeki bütün hayvanat ve nebatattaki tezahürü bir değildir. Nebatat ve hayvanat denizi, cemal-i İlahî ve kemal-i Rabbanîyi daha şaşaalı bir surette gösterir.

Bir misal daha verelim: Bir kelebeğin icadını düşünelim… Kelebeğin yoktan yaratılmasında Allah’ın Hâlık, Mucid ve Mükevvin gibi isimleri tecelli eder. Bir kelebek bu cihetten Allah’ın cemal ve kemaline aynadır; ancak cirmi kadar aynadır…

Şimdi, yoktan yaratılan bütün kelebekleri hayalen yan yana dizin… Sonra diğer böcekleri, kuşları, balıkları ve bütün hayvanatı yan yana dizin… Sonra da bütün nebatatı bu halkaya dâhil edil… Hatta gücünüz yetiyorsa melaikeyi de dâhil edin… Ve yine gücünüz yetiyorsa bu halkayı Hazreti Adem (a.s.)’dan kıyamete kadar genişletin. Yani yaratılmış ve yaratılacak bütün mahlukatı düşünün…

— Karşınıza nasıl bir yekûn çıktı?

Şimdi, Halık isminin bu yekûndeki tecellisini düşünün… Bütün mahlukatın âni ve def’î bir surette, hiçten ve yoktan yaratılmasını; hiçbir işin başka bir işe karışmamasını ve zerre miskal bir kusurun olmamasını düşünün…

— Bunda gözüken cemal-i İlahîyi ve kemal-i Rabbanîyi ihata edebiliyor musunuz?

İşte bu misaller gibi, daire-i kesretteki cüz’iyyatın cüz’iyyat-ı ahvalinde Allah’ın cemal ve kemali kemal-i şaşaa ile gözükür. Tabii tevhid ve vahdet aynasıyla bakılırsa…

Kardeşlerim, Risale-i Nurları okumak başka, anlamak başka; mütalaa etmek başka, boyasıyla boyanmak bütün bütün başka… Üstadımız burada bize bir ders veriyor. Diyor ki:

— Cüz’iyyatın cüz’î ahvaline tevhid aynasını tutun, vahdet dürbünüyle bakın. Bununla da Allah’ın cemalini ve kemalini temaşa edin…

Üstadımız böyle diyor ve bu dersi eşyaya böyle bakabilelim diye yapmış… Ancak bizler Risaleleri amel etmek için değil, sadece anlamak için okuyoruz. Hatta bir kısım kardeşimiz anlamayı da önemsemiyor; “Oku yeter.” diyor. Böyle bir düşünceyle Risale-i Nurlardan hakkıyla istifade edilemez. Üstadımızın verdiği derslere çalışmalı ve onları meleke hâline getirmeliyiz.

Tekrar metne dönelim. Üstadımız şöyle diyor:

İşte tevhidde cemal ve kemal-i İlahînin kalben görünmesi ve ruhen hissedilmesi içindir ki bütün evliya ve asfiya, en tatlı zevklerini ve en şirin manevi rızıklarını kelime-i tevhid olan “Lâ ilahe illallah” zikrinde ve tekrarında buluyorlar. (2. Şua)

Lâ ilahe illallah zikrinin sebeb-i kıymetini ve ehlullahın bu zikre niçin devam ettiğini öğrendik. Sebebi şuymuş:

Allah’ın cemali ve kemali ancak tevhid vasıtasıyla gözükür. Tevhid olmazsa bu cemal ve kemal gizlenir. Hadisata tevhid gözüyle bakılırsa, Allah’ın cemali ve kemali kalben görünür, ruhen hissedilir.

İşte ehlullah bu İlahî cemali ve kemali tevhidde gördükleri için, en tatlı zevklerini ve en şirin manevi rızıklarını kelime-i tevhidin zikrinde bulmuşlar. Her daim “Lâ ilahe illallah” demişler ve bu kelamla zevk etmişler…

Ne diyelim, Rabbimiz bu zevki hissetmeyi bizlere de nasip etsin. Âmin.

Bu dersimizde şu kısmın mütalaasını yaptık:

İşte bu üç misale kıyasen daire-i kesretin müntehasındaki cüz’iyyatın cüz’iyyat-ı ahvalinde tevhid noktasında cemal-i İlahînin ve kemal-i Rabbanînin binler envaı ve yüz bin çeşitleri onlarda temerküz cihetinde görünür, anlaşılır, bilinir, tahakkuku sabit olur.

İşte tevhidde cemal ve kemal-i İlahînin kalben görünmesi ve ruhen hissedilmesi içindir ki bütün evliya ve asfiya, en tatlı zevklerini ve en şirin manevi rızıklarını kelime-i tevhid olan “Lâ ilahe illallah” zikrinde ve tekrarında buluyorlar. (2. Şua)

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin