22. Bilhassa zihayattan insanın mahlukıyeti arkasında gayet aşikâr bir tarzda o manevi teşahhus…
İkinci Şua mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
Ve bilhassa zihayattan insanın mahlukıyeti arkasında gayet aşikâr bir tarzda o manevi teşahhus, o kudsi taayyün sırr-ı tevhid ile imanla müşahede olunur. (2. Şua)
Üstadımız, “manevi teşahhus” ve “kudsi taayyün” dedi.
Teşahhus: Şahıslanma, belirlenme ve hüviyet kazanma manalarına gelir.
Her bir zihayat, kendisinde tecelli eden İlahî isimler cihetiyle bir teşahhusa mazhardır. Bu teşahhus, Allahu Teâlâ’nın onlarda esmâ-i hüsnası cihetiyle tecelli etmesidir. Allah’ın esmâ-i hüsnası, O’nun bir nevi şahsiyet-i İlahîyesidir.
Bu meseleyi 16. dersimizde mütalaa etmiştik. Dileyenler o dersi okuyabilir.
Taayyün: Meydana çıkmak, görünmek, zahir ve aşikâr olmak manalarına gelir.
Allahu Teâlâ hayat sahiplerinde ekser esmasıyla tecelli ettiği için, hayat sahiplerinde bir taayyün gözükmektedir. Yani zihayat mahlukat, esmâ-i hüsnaya ayna olmak cihetiyle Allah’ı göstermekte; Allah’ın varlığı onlarda aşikâr bir surette görünüp bir nevi taayyün-ü İlahî onlarda tecelli etmektedir. Tabii bu taayyün Allah’ın esmâsı cihetiyledir. Yoksa Allahu Teâlâ eşyaya zatıyla tecelli etmez.
Bu meseleyi de önceki derslerimizde uzunca izah etmiştik.
Üstadımız burada dedi ki: Bilhassa zihayattan insanın mahlukıyeti arkasında gayet aşikâr bir tarzda o manevi teşahhus, o kudsi taayyün sırr-ı tevhid ile imanla müşahede olunur.
Her bir mahluk esmâ-i hüsnanın tecellisine mazhar olmak cihetiyle bir teşahhusa ve bir taayyüne mazhardır. O mahlukun esmadan nasibi ne kadar çoksa bu teşahhus ve taayyün o nispette ziyadeleşir.
Buna göre, hayvanatta gözüken teşahhus ve taayyün, nebatatta gözüken teşahhus ve taayyünden daha fazladır. Çünkü hayvanat esmâ-i hüsnaya nebatattan daha ziyade mazhardır.
Hayvanatın nebatata üstünlüğü gibi, insanının da hayvanata ve diğer zihayata üstünlüğü vardır. Çünkü esmâ-i İlahî en ziyade insanda tecelli eder. Hatta bu cihetle bir insan, hayvanatın bir nevine bedeldir. Zaten insanın kıymeti de bundan dolayıdır.
İnsanın Allah’ın isimlerine üç farklı ayinedarlığı vardır. Birinci ayinedarlığı Üstadımız şöyle beyan ediyor:
Çünkü o teşahhus-u ehadiyetin esasları olan ilim ve kudret ve hayat ve sem’ ve basar gibi manaların hem numuneleri insanda var; o numuneler ile onlara işaret eder. (2. Şua)
Cenab-ı Hakk’ın bir kısım sıfatının numuneleri insanda mevcuttur. Mesela:
– Allahu Teâlâ hayat sahibidir. İnsanın da bir hayatı var.
– Allah mutlak irade sahibidir. İnsanın da -velev ki kayıtla da olsa- bir iradesi var.
– Allah ilim sahibidir. İnsanın da cüz’î bir ilmi var.
– Allah kudret sahibidir. İnsanın da nisbî bir kudreti var.
– Allah görme ve işitme sahibidir. İnsanın da -velev ki kayıtlı da olsa- görmesi ve işitmesi var.
– Allahu Teâlâ’nın, zatına layık bir konuşması ve kelam sıfatı var. İnsanın da bir konuşması var.
Bunlar gibi, Allah’ın bazı sıfatların numuneleri insanda mevcuttur. İşte insan bu cihetle, Allah’ın esmâ-i hüsnasına ve sıfat-ı ulyasına mazhardır; o esma ve sıfata delalet eder.
Üstadımız bu delaleti şöyle beyan ediyor:
Çünkü mesela gözü veren zat, hem gözü görür hem ince bir mana olan gözün gördüğünü görür, sonra verir. Evet, senin gözüne bir gözlük yapan gözlükçü usta, göze gözlüğün yakıştığını görür, sonra yapar. (2. Şua)
Nasıl ki gözlük yapan bir usta, gözlüğün göze yakışmasını hesap eder ve bunu düşünerek bir gözlük yapar. Hatta yaptığı gözlüğü önce göze takar, yakıştığını görür, sonra imalatına geçer.
— Göze gözlük yapan ustanın görmemesi hiç mümkün müdür?
Elbette mümkün değildir. Zira görmeseydi gözlüğü yapamazdı. Velev ki yapsa, göze yakışıp yakışmadığını göremeyeceği için, yaptığı gözlük çirkin olur hatta gözle hiçbir ilgisi olmazdı.
Aynen bunun gibi, Allahu Teâlâ da insana bir göz vermiş ve bu göz ile âlemi temaşa ettirmiş. Elbette insana gözü verebilmek için, hem insanı görmesi hem de gözün gördüğünü görmesi gerekir. İnsanı ve insanın gördüğünü göremeyen, insana böyle hikmetli bir gözü takamaz. Madem takmış, o hâlde nihayet derecede basîrdir.
Üstadımız bu hakikatin ikinci misalini şöyle beyan ediyor:
Hem kulağı veren zat, elbette o kulağın işittiklerini işitir, sonra yapar, verir. Sair sıfatlar buna kıyas edilsin. (2. Şua)
Allahu Teâlâ insana bir kulak takmış ve bu kulakla ona sesleri işittirmiş. İşiteceği seslere de bir sınır koymuş ve o sınırın üstündeki ve altındaki sesleri ona işittirmemiş; ta ki rahatsız olmasın ve sükûnet bulsun.
Elbette bu kulağı yapan zatın, kulağın işittiklerini işitmesi hatta işitmedikleri dahi işitmesi lazımdır ki bu kulağı insana takabilsin.
— İşitmesi olmayan ve sesleri işitemeyen, sesleri işiten bir kulak yapabilir mi? Sesten haberdar olmayan, sesi işittirebilir mi?
Elbette yapamaz ve işittiremez.
Üstadımız, “Sair sıfatlar buna kıyas edilsin.” dedi. Birkaç sıfatı da biz örnek verelim:
İnsan hayat sahibidir. İnsana bu hayatı verenin elbette çok daha yüksek bir hayatı olmalıdır.
— Hayatı olmayan ve ölü olan, kendinde olmayan hayatı bir başkasına verebilir mi?
Nasıl verecek? Ondan haberdar değildir ki ona hayat verebilsin. Zaten kendinde de yoktur…
Yine insan -cüz’î de olsa- bir kudret ve irade sahibidir. Elbette insana bu kudreti ve iradeyi verenin, nihayetsiz kudreti ve kayıtsız iradesi olmalıdır. Kudretiyle yıldızları sapan taşı gibi çevirebilmeli, iradesiyle de dilediğini yapabilmelidir. Nihayetsiz kudreti ve mutlak iradesi olmayan, insana bu nisbî kudreti ve cüz’î iradeyi veremez. Madem vermiş, o hâlde bunlara nihayet derecede sahiptir.
Diğer sıfatları da sizler bunlara kıyas edersiniz.
Başta demiştik ki: İnsanın Allah’ın isimlerine üç farklı ayinedarlığı vardır.
Birinci ayinedarlığı öğrendik. Bu ayinedarlık: Allah’ın sıfatlarının numunelerinin insanda olması ve insanın bu sıfatlara cüz’î bir şekilde mazhar olmasıdır.
Ayinederlığın diğer iki cihetini -dersi uzatmamak adına- bir sonraki derse bırakalım. Bu dersimizde şu kısmın mütalaasını yaptık:
Ve bilhassa zihayattan insanın mahlukıyeti arkasında gayet aşikâr bir tarzda o manevi teşahhus, o kudsi taayyün sırr-ı tevhid ile imanla müşahede olunur.
Çünkü o teşahhus-u ehadiyetin esasları olan ilim ve kudret ve hayat ve sem’ ve basar gibi manaların hem numuneleri insanda var; o numuneler ile onlara işaret eder.
Çünkü mesela gözü veren zat, hem gözü görür hem ince bir mana olan gözün gördüğünü görür, sonra verir. Evet, senin gözüne bir gözlük yapan gözlükçü usta, göze gözlüğün yakıştığını görür, sonra yapar.
Hem kulağı veren zat, elbette o kulağın işittiklerini işitir, sonra yapar, verir. Sair sıfatlar buna kıyas edilsin. (2. Şua)
Yazar: Sinan Yılmaz