65. Kâinatta görünen binlerle ef’al-i umumiyenin ve cilveleri görünen yüzer esma-i İlahiyenin…
İkinci Şua mütalaasına devam ediyoruz:
“Elhasıl, kâinatta görünen binlerle ef’al-i umumiyenin ve cilveleri görünen yüzer esma-i İlahiyenin her birinin hem hâkimiyeti, hem kibriyası, hem kemali, hem ihatası, hem ıtlakı, hem nihayetsizliği; vahdetin ve tevhidin gayet kuvvetli birer burhanıdırlar.”
(Ef’al-i umumiye: Her şeyi kuşatan umumi fiiller / Itlak: Bir kayıtla kayıtlı olmama)
Üstad Hazretleri bu delilin başında şöyle demişti:
“Evet, bir hads-i kat’î ile bu eserlerden; o Sâniin hem rububiyet-i âmme derecesinde hâkimiyeti ve âmiriyeti… hem ceberutiyet-i mutlaka derecesinde kibriyası ve azameti… hem uluhiyet-i mutlaka derecesinde kemali ve istiğnası… hem hiçbir kayıt altına girmeyen ve hiçbir hadd ü nihayeti bulunmayan faaliyeti ve saltanatı var olduğu anlaşılır ve kat’î bilinir, belki görünür. Hâkimiyet ve kibriya ve kemal ve istiğna ve ıtlak ve ihata ve nihayetsizlik ve hadsizlik ise vahdeti istilzam edip iştirake zıttırlar.”
Üstadımız böyle demiş, daha sonra da dört delili teker teker izah etmişti. Bizler de delillerin mütalaasını kendi makamlarında yapmıştık.
Belagatta bir sanattır ki kelama bir girişle başlanır, sonra giriş açılır ve tafsile girilir, en sonunda da dağılan kelam icmalen toplanır.
Üstad Hazretleri burada aynı sanatı icra etti. Üstte kaydettiğimiz kelamla söze başladı, sonra izaha ve tafsile girdi, meseleyi bitirdikten sonra da dağılan kelamı icmalen şöyle topladı:
“Elhasıl, kâinatta görünen binlerle ef’al-i umumiyenin ve cilveleri görünen yüzer esma-i İlahiyenin her birinin hem hâkimiyeti, hem kibriyası, hem kemali, hem ihatası, hem ıtlakı, hem nihayetsizliği; vahdetin ve tevhidin gayet kuvvetli birer burhanıdırlar.”
Burada bahsi geçen delilleri kendi makamlarında mütalaa ettiğimizden tekrar izahına gerek duymuyoruz.
“Hem nasıl ki bir fevkalâde kuvvet, faaliyete girmek için istila etmek ister, başka kuvvetleri dağıtır. Öyle de her bir fiil-i rububiyet ve her bir cilve-i esma-i uluhiyet, o derece fevkalâde kuvvetleri, eserlerinde görünüyor ki eğer hakîmiyet-i âmme ve adalet-i mutlaka olmasa idi ve onları durdurmasa idi, her biri umum mevcudatı istila edecekti.”
Fiil-i rububiyet: Rububiyete ait fiil demektir. Bunlar: Yaratma, rızık verme, hayat verme, öldürme, şekil verme, büyütme, süsleme, nizama koyma, kemale ulaştırma, öldürdükten sonra diriltme, nimetlendirme, terbiye etme, tedbir ve tedvir etme gibi fiillerdir.
Bu fiillerin ve tecelli-i esmâ-i İlayiyenin hadsiz kuvveti vardır. Bu kuvveti eserlerinde ve tezahürlerinde göz ile görüyoruz. Değil Güneş gibi, Ay gibi azametli eserlere bakmak, bir kelebeği veya bir çiçeği mütalaa etsek bu hakikati tasdik ederiz.
Eğer Allahu Teâlâ’nın hikmeti ve umum mahlukatın hukukunu muhafaza eden adaleti olmasa idi, her bir fiil-i Rabbanî ve ism-i İlahî, kendi adına kâinatı istila eder, âlemi hercümerce uğratırdı.
Elbette böyle bir kuvvet faaliyete girmek için istila etmek ister ve başka bir kuvvete hakk-ı hayat tanımaz. Üstadımız dedi ki: Eğer hakîmiyet-i âmme ve adalet-i mutlaka olmasa idi ve onları durdurmasa idi, her biri umum mevcudatı istila edecekti.
Bu hususta şu örneği veriyor:
“Mesela, kavak ağacını umum zeminde halk eden ve tedbirini gören bir kuvvet, hiç mümkün müdür ki onun yanında ve efradı içinde yayılmış ve karışmış olan ceviz ve elma ve zerdali misillü ağaçların kavağa bitişik olan cüz’î fertlerini, o kavak nevini tamamen, birden zapt eden küllî kuvveti altına ve tedbiri içine almasın ve istila etmesin ve başka kuvvetlere kaptırsın?”
Şöyle bir kudreti düşünün:
Kavak ağacının hadsiz efradını zemin yüzünde aynı anda halk ediyor ve tedbirini görüyor. Yani bütün kavak ağaçlarını yoktan icat edip onları besliyor, terbiye ediyor, vazifesini öğretiyor; kendine mahsus elbisesini giydiriyor, cihazlarla teçhiz ediyor, onları boyuyor ve dilediği gibi eviriyor, çeviriyor, onlarda tasarrufta bulunuyor.
Elbette böyle bir faaliyet hadsiz bir kuvveti iktiza eder. Bu hadsiz kuvvet de kavak nevinin etrafına yayılmış ve onlara karışmış olan diğer ağaç ve nebatatın cüzî fertlerini kuvveti altına alır, tedbirine dâhil eder ve başka kuvvetlere izin vermez. Zira başka kuvvetlere izin verecek kadar zayıf olsaydı kavak nevini bütün efradıyla birlikte yaratamazdı. Madem yaratmış, o hâlde nihayetsiz kudret sahibidir. Böyle bir kudret de kavağın etrafındaki diğer fertleri başka bir kuvvete havale etmez.
Üstadımız aynı hakikati şöyle tekrar ediyor:
“Evet, her bir nevi mahlukatta, belki her bir fertte tasarruf eden öyle bir kuvvet ve kudret hissediliyor ki bütün kâinatı istila ve bütün eşyayı zapt ve bütün mevcudatı hükmü altına alabilir bir mahiyette görünüyor. Elbette böyle bir kuvvet, iştiraki hiçbir cihette kabul edemez, şirke meydan vermez.”
İzahını üstte yaptığımızdan tekrar izahına girişmiyor; mütalaa ve tefekkürünü sizlere havale ediyoruz.
Yazar: Sinan Yılmaz