55. Mahiyeti öyle çok ve mütenevvi âlâtla ve hissiyatla teçhiz edilmiş ki yüz bin çeşit elemleri…
İkinci Şua mütalaasına devam ediyoruz. Üstad Hazretleri insan hakkında, “Eğer vahdet olmazsa insan mahlukatın en bedbahtı ve mevcudatın en süflîsi ve hayvanatın en biçaresi ve zîşuurun en hüzünlüsü ve azaplısı ve gamlısı olur.” buyurdu ve bu hakikatin birinci sebebini beyan etti. Biz de önceki derste bu sebebi mütalaa ettik. Üstadımız ikinci sebebi şöyle beyan ediyor:
“Mahiyeti öyle çok ve mütenevvi âlâtla ve hissiyatla teçhiz edilmiş ki yüz bin çeşit elemleri hisseder ve yüz binler tarzlarda lezzetleri zevk ederek ister.”
(Âlât: Aletler)
Mesela şefkat bir histir. Sırr-ı tevhid olmazsa bu his insanı cehennem gibi yakar. Zîhayatın acınacak hâllerini gören insan, şefkati sebebiyle yanmaya başlar. Bu cehennemî hâletten kurtulmanın yegâne çaresi marifetullahtır, sırr-ı tevhidin inkişafıdır ve eşyayı Allah’ın yed-i rahmetine teslim etmektir.
Bu hakikat Mesnevî’de şöyle geçiyor:
“Dünyanın lezzetleri, zevkleri ve ziynetleri, Hâlıkımızı, Malikimizi ve Mevlamızı bilmediğimiz takdirde cennet olsa bile cehennemdir. Evet, öyle gördüm ve öyle de zevk ettim. Bilhassa şefkatin ateşini söndürecek, marifetullahtan başka bir şey var mıdır?” (Mesnevi-i Nuriye)
Yine korku ve muhabbet insanın fıtratına konulmuş iki hissiyattır. Sırr-ı tevhid olmazsa bu hisler insanın başına bela olur. Bu hakikat Mesnevî’de şöyle geçiyor:
“İnsanın havf ve muhabbeti halka teveccüh ettiği takdirde, havf bir bela, bir elem olur. Muhabbet bir musibet gibi olur… Zira o korktuğun adam, ya sana merhamet etmez veya senin istirhamlarını işitmez… Muhabbet ettiğin şahıs da ya seni tanımaz veya muhabbetine tenezzül etmez… Binaenaleyh, havfın ile muhabbetini dünya ve dünya insanlarından çevir. Fâtır-ı Hakîm’e tevcih et ki havfın O’nun merhamet kucağına -çocuğun anne kucağına kaçtığı gibi- leziz bir tezellül olsun. Muhabbetin de saadet-i ebediyeye vesile olsun.” (Mesnevi-i Nuriye)
(Havf: Korku / İstirham: Merhamet dileme / Tezellül: Alçalma, kendini zelil kabul etme)
Yine akıl insanın fıtratına konulmuş bir alettir. Eğer sırr-ı tevhid olmazsa akıl meş’um (uğursuz) bir alet derekesine iner. Geçmişin hüzünlerini ve geleceğin korkularını zaman-ı hâzırda toplar, sahibini âdeta bir divane yapar.
Bu hakikat Altıncı Söz’de şöyle geçiyor:
“Mesela akıl bir alettir. Eğer Cenab-ı Hakk’a satmayıp belki nefis hesabına çalıştırsan, öyle meş’um ve müz’iç ve muacciz bir alet olur ki geçmiş zamanın âlâm-ı hazinanesini ve gelecek zamanın ehvâl-i muhavvifanesini senin bu biçare başına yükletecek; yümünsüz ve muzır bir alet derekesine iner. İşte bunun içindir ki fâsık adam, aklın iz’aç ve tacizinden kurtulmak için, galiben ya sarhoşluğa veya eğlenceye kaçar.”
(Meş’um: Uğursuz / Müz’iç: Rahatsızlık veren / Muacciz: Bıkkınlık verici / Âlâm-ı hazinane: Hüzün veren elemler / Ehvâl-i muhavvifane: Dehşetli korkular / Yümünsüz: Bereketsiz / Muzır: Zarar veren / İz’aç: Rahatsız etme / Galiben: Çoğunlukla)
Üstad Hazretleri insan hakkında, “Mahiyeti öyle çok ve mütenevvi âlâtla ve hissiyatla teçhiz edilmiş ki yüz bin çeşit elemleri hisseder ve yüz binler tarzlarda lezzetleri zevk ederek ister.” buyurdu; biz de işin elem cihetini üç hissiyat (şefkat, korku ve muhabbet) ve bir alet (akıl) üzerinden mütalaa ettik. Daha birçok hissiyatı ve âlâtı bunlara ekleyebiliriz.
İşin hülasası şu: İnsanın bütün hissiyatı ve âlâtı, eğer sırr-ı vahdet olmazsa hem başına bela olur hem de kendine mahsus lezzetten mahrum olur. Bununla da insan mahlukatın en bedbahtı ve mevcudatın en süflîsi ve hayvanatın en biçaresi ve zîşuurun en hüzünlüsü ve azaplısı ve gamlısı olur.
Meselenin üçüncü sebebini sonraki derste mütalaa edeceğiz.
Yazar: Sinan Yılmaz