a
Ana Sayfaİkinci Şua19. Zihayatta tezahür eden temerküz-ü esmâî, cilve-i taayyün ve teşahhus…

19. Zihayatta tezahür eden temerküz-ü esmâî, cilve-i taayyün ve teşahhus…

Önceki derslerimizde şu bölümü okumuştuk:

Hem tevhid sırrıyla, şecere-i hilkatin meyveleri olan zihayatta bir şahsiyet-i İlâhiye, bir ehadiyet-i Rabbâniye ve sıfat-ı seb’aca manevi bir sima-i Rahmânî ve temerküz-ü esmâî ve  اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعٖينُ  deki hitaba muhatab olan Zatın bir cilve-i taayyünü ve teşahhusu tezahür eder. (2. Şua)

Bu cümleyi okumuş ve beş maddeden ilk üç maddeyi tahlil etmiştik. Bu dersimizde, kalan iki maddeyi mütalaa edeceğiz. Cümledeki dördünce madde şu:

Tevhid sırrıyla, şecere-i hilkatin meyveleri olan zihayatta… temerküz-ü esmâî… tezahür eder.

Temerküz-ü esmâî: Allah’ın isimlerinin bir varlıkta toplanması, o varlığı kendine merkez yapması ve esmâ-i hüsnanın onda cem olmasıdır.

Hayat öyle bir şeydir ki bir varlığa girdiğinde o varlığı esmâ-i hüsnanın merkezi yapar. Yani o varlıkta “temerküz-ü esmâî” tezahür eder. Mesela:

– Hayatın bir varlıkta gözükebilmesi için ilk önce o varlığa bir vücut verilmesi lazım. Varlığı olmayanın, hayatı olmaz. Dolayısıyla “Muhyi” isminin tecelli edebilmesi için, ilk önce “Hâlık”, “Mucid” ve “Mükevvin” gibi isimlerin tecelli etmesi gerekir. Dolayısıyla bir varlıkta “Muhyi” ismi tecelli etmişse bu isimler ondan önce tecelli etmiştir.

– Yine hayat bir varlığa girdiğinde o varlığın beslenmesi gerekir. Beslenmesiyle de “Rezzak”, “Mün’im”, “Münevvil” ve “Mukît” gibi isimler onda tecelli eder.

– Yine hayatı olan varlık yavaş yavaş bir kemale doğru hareket eder. Bu hareketiyle onda “Mükemmil” ismi tecelli eder.

– Kemale doğru hareket ederken hâlden hâle şekilde şekle girer. Bununla “Muhavvil” ve “Mübeddil” isimleri tecelli eder.

– Hayatı olduğundan, gün gelir hasta olur, sonra şifa bulur. Bununla “Şâfi” ismi tecelli eder.

– Sıkıntıya düşer, “Hâfid” ve “Kâbız” isimleri tecelli eder. Sıkıntıdan kurtulur, “Râfi” ve “Bâsit” isimleri tecelli eder.

– Yine hayatı varsa elbette bir terbiyesi olacak. Bununla “Rab”, “Mülakkın” ve “Sâik” isimleri tecelli eder.

– Hayatı olan elbet bir gün ölecek. Bununla “Mümit” ismi tecelli eder.

Bunlar gibi daha birçok esmâ-i İlahî hayat sayesinde tecelli eder. Hayat olmazsa bu isimler tecelli etmez ve gözükmez.

Bu durumda diyebiliriz ki: Hayat, esmâ-i İlahiyenin tecellisinde bir nokta-i merkeziyedir. Hayatı olan varlıklarda bir “temerküz-ü esmâî” tezahür eder. Yani hayat birçok ismi peşine takar, o varlıkta tecelli etmesini sağlar; bununla da esmayı cemeder.

Mezkûr cümledeki beşince madde şuydu:

Tevhid sırrıyla, şecere-i hilkatin meyveleri olan zihayatta… اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعٖينُ  deki hitaba muhatab olan Zatın bir cilve-i taayyünü ve teşahhusu tezahür eder.

اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعٖينُ  “Ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz.” manasındadır. Bu sözü söylerken hitap makamına çıkar ve doğrudan Rabbimizle konuşuruz.  

Eğer şöyle denilse:

— Niçin Üstadımız “Allah” demekle yetinmeyip,  اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعينُ  deki hitaba muhatab olan Zat ifadesini kullanmış?

Bunun sebebi, Üstadımızın muhtelif dersleri iç içe işlemesi ve bir hakikati beyan ederken başka bir hakikati de ders vermesidir. Üstadımız burada bir yandan tevhid sırrıyla eşyanın aldığı şekli izah ederken, diğer yandan da bir marifetullah dersi yapıyor ve Allahu Teâlâ’yı vasfediyor. Bu da söze hem tesir hem de güzellik katıyor.

Üstadımızın tarz-ı beyanı şöyledir: En yüksek bir tevhid dersi yaparken kalbin hissesini unutmaz; en derin kalbî bir ders yaparken de aklın hissesini ihmal etmez. Âdeta tarz-ı beyanıyla öyle bir sofra kurar ki bütün latifeler bu sofradan hissesini alır ve doyar.

Biz tekrar cümlemize dönelim. Üstadımız özetle dedi ki: Tevhid sırrıyla eşyaya bakıldığında, şecere-i hilkatin meyveleri olan zihayat mahlukatta Allahu Teâlâ’nın bir cilve-i taayyünü ve teşahhusu tezahür eder.

Taayyün: Meydana çıkmak, görünmek, zahir ve aşikâr olmak manalarına gelir. Allahu Teâlâ hayat sahiplerinde ekser esmasıyla tecelli ettiği için hayat sahiplerinde bir taayyün gözükmektedir. Yani zihayat mahlukat esmâ-i hüsnaya ayna olmak cihetiyle Allah’ı göstermekte; Allah’ın varlığı onlarda aşikâr bir surette görünüp, bir nevi taayyün-ü İlahî onlarda tecelli etmektedir. Tabii bu taayyün Allah’ın esmâ-i hüsnası cihetiyledir. Yoksa Allahu Teâlâ eşyaya zatıyla tecelli etmez.

Teşahhus: Şahıslanma, belirlenme ve hüviyet kazanma manalarına gelir. Her bir zihayat, kendisinde tecelli eden esmâ-i hüsna cihetiyle bir teşahhusa mazhardır. Bu hakikati birinci maddenin izahında “şahsiyet-i İlahiye” ifadesi üzerinde mütalaa etmiştik. Dileyenler o dersi bir daha okuyabilirler.

Bir cümlenin izahı için sekiz sayfa yazdık. Bundan şu ortaya çıkar:

Risale-i Nur gazete gibi okunabilecek bir eser değildir. Mütalaa edilmeli, mütefekkirâne okunmalı ve hakikat sadece akla değil, ruha, kalbe, letaife ve bütün zerrata işletilmelidir.

Yine okunan hakikat sadece kitapta kalmamalı; kişinin hayata ve eşyaya bakışını değiştirmeli, onu kemale ulaştırmalıdır.

Bizim sekiz sayfada mütalaa edip bir parça tefekkür edebildiğimiz bir cümleyi bir kardeşimiz 1 dakikada okuyor. İyi de bu okuma usulüyle hakikat kalbe nasıl işleyecek, ruha nasıl nüfuz edecek, letaife nasıl sirayet edecek ve insanın hayat felsefesini nasıl değiştirecek?

Kardeşlerim, Risale-i Nurlar ele alınıp bir çırpıda 20-30 sayfa okunabilecek bir eser değildir. Ben bazen bütün gün çalışıyorum da ancak 1-2 sayfa okuyabiliyorum. Ama öyle okuyorum ki:

– Evvela kendimi o söze muhatap ediyorum. Sanki o risale bana özel yazılmış.

– Eğer hakikat kalbî bir hakikatse onu kalbimde pişiriyorum.

– Akli bir hakikatse akıl tezgahında dokuyorum.

– Âlemde tecellisi olan bir hakikatse onu eşyanın üzerinde mütalaa ediyorum.

– Ruhumun, aklımın, kalbimin, latifelerimin ve zerratımın o cümleden hissesini almasına çalışıyorum.

– Ve bir derse böyle çalışırken gönlümde bir coşku, ruhumda bir zevk, aklımda bir seyahat olmuyorsa o metni okumamış kabul ediyorum. Bir daha boynumu büküp aynı cümlenin kapısını tekrar çalıyorum; ta bana açılsın, hakikatini gönlüme boşaltsın.

Risale-i Nurları okumaya başlamadan önce okuma usulünü öğrenmeli ve buna göre okumalıyız.

Şuna da biliyorum: Bu sözlerime itiraz edenler olacak ve “Falan ağabey bize böyle demedi.” diyecek. Ben bütün o ağabeylerin ellerinden öpüyorum. Ama konu usul olunca bu fakirin de bir söz hakkı var. Zira hayatının 30 senesini usul öğretmekle ve ilmin tahsil metotlarını talim ile geçirdi. Hem sözü herkese değil, sadece sözünü dinleyenlere…

Dört derstir mütalaa ettiğimiz cümleyi bir daha okuyarak dersimizi tamamlayalım:

Hem tevhid sırrıyla, şecere-i hilkatin meyveleri olan zihayatta bir şahsiyet-i İlâhiye, bir ehadiyet-i Rabbâniye ve sıfat-ı seb’aca manevi bir sima-i Rahmânî ve temerküz-ü esmâî ve  اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعٖينُ  deki hitaba muhatab olan Zatın bir cilve-i taayyünü ve teşahhusu tezahür eder. (2. Şua)

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin