5. Tevhid ve vahdette cemal-i İlahî ve kemal-i Rabbanî tezahür eder.
İkinci Şua mütalaasına devam ediyoruz:
Birinci Makam’ın Birinci Meyvesi
Tevhid ve vahdette cemal-i İlahî ve kemal-i Rabbanî tezahür eder. Eğer vahdet olmazsa, o hazine-i ezeliye gizli kalır. (2. Şua)
Vahdet, Allah’ın birliğidir. Tevhid ise Allah’ı birlemek ve Allah’tan başka hiçbir ilah olmadığına inanmaktır. Kim ki vahdete inanırsa ehl-i tevhid olur.
Cemal-i İlahî, Allah’ın zatının güzelliği demektir. Bizler bu güzelliğin mahiyetini anlamaktan âciziz. Zira Allahu Teâlâ maddeden mücerred ve cisimden münezzehtir. İnsan ise maddeyle kaim ve cisimle mevcuttur. Maddeyle kaim olan insanın, maddeden mücerred olan bir güzelliği -hakkıyla- anlaması mümkün değildir. Zira insan maddeden mücerred düşünemez ve bildiği bütün güzellikler madde üzerinde gözüken güzelliklerdir.
Böyle bir insanın, maddeden ve cisimden münezzeh olan Allah’ın zatî güzelliğini idrak etmesi ve mahiyetini kavraması mümkün değildir. Ancak iman eder ve bilir ki:
Güzellik ancak güzelden gelir. Şu mahlukattaki eşsiz güzellikler Cemil-i Mutlak olan Allahu Teâlâ’nın güzelliğinin bir tecellisi ve binler perdelerden geçmiş zayıf gölgeleridir.
Kemal-i Rabbanî ise Allah’ın isim ve sıfatlarının kusursuzluğu ve bu isim ve sıfatlarda bir sınırın olmamasıdır. Mesela:
– Allah’ın iradesinin kayıtsız olması ve hiçbir şeyin bu iradeye müdahale edememesi.
– İlim sıfatının her şeyi ihata etmesi ve ona cehlin ârız olamaması.
– Kudretinin her şeyi kuşatması ve aczin ona ilişememesi.
– Her şeyi görmesi ve hiçbir şeyin nazar-ı şuhudundan gizlenememesi…
Bunlar gibi, Allah’ın bütün isim ve sıfatlarının sonsuz ve nihayetsiz oluşu Allah’ın kemalidir. İnsan bu kemali hakkıyla anlamaktan âcizdir. Zira sonlu olan insan sonsuzluğu anlayamaz; Allah’ın isim ve sıfatlarının nihayetsizliğini kavrayamaz. Ancak iman ve tasdik eder.
Demek, “cemal-i İlahî” dediğimizde Allah’ın zatının güzelliğini; “kemal-i Rabbanî” dediğimizde ise isim ve sıfatlarının kusursuzluğunu ve sonsuzluğunu anlıyoruz.
Üstadımız dedi ki: Tevhid ve vahdette cemal-i İlahî ve kemal-i Rabbanî tezahür eder. Eğer vahdet olmazsa, o hazine-i ezeliye gizli kalır.
Tevhidi ve vahdeti bir aynaya benzetebiliriz. Bu aynayı eşyaya tuttuğumuzda birden Allah’ın cemali ve kemali tezahür ediyor. Aynayı çektiğimizde ise cemal-i İlahî ve kemal-i Rabbanî gizleniyor. Şöyle ki:
Deniz gibi, bir damla da güneşi gösterip tecellisini ayna olur. Ancak diyemez ki: “Ben de deniz gibiyim.”
Aynen bunun gibi, her bir eşya, Allah’ın cemalini ve kemalini gösterip, cirmi nispetinde o cemal ve kemale ayna olur. Ancak diyemez ki: “Ben Allah’ın cemal ve kemaline kâinat gibi aynayım…” Böyle diyemez, çünkü cirmi müsaade etmez.
Ancak vahdet ve tevhid aynası, o küçücük eşyaya ya da o cüz’î fiile tutulup, o eşya ve fiil bu aynada aksederse, birden o küçük eşya ve cüz’î fiil külliyet kesbedip, Allah’ın cemal ve kemaline yeryüzü kadar büyük bir ayna olur.
Vahdet ve tevhid aynası çekildiğinde ise birden bu hazine-i ezeliye gizlenir; o eşya ve fiil cüz’îlikte kalıp, Allah’ın cemal ve kemalini hakkıyla gösteremez.
Bu meseleyi bir sonraki derste daha da açacağız. Bu derste şu kısmın mütalaasını yaptık:
Tevhid ve vahdette cemal-i İlahî ve kemal-i Rabbanî tezahür eder. Eğer vahdet olmazsa, o hazine-i ezeliye gizli kalır. (2. Şua)
Yazar: Sinan Yılmaz