a
Ana Sayfaİkinci Şua20. Yoksa o şahsiyet, o ehadiyet, o sima, o taayyünün cilvesi inbisat ederek…

20. Yoksa o şahsiyet, o ehadiyet, o sima, o taayyünün cilvesi inbisat ederek…

İkinci Şua mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:

Yoksa o şahsiyet, o ehadiyet, o sima, o taayyünün cilvesi inbisat ederek kâinat nisbetinde genişlenir, dağılır, gizlenir. Ancak çok büyük ve ihatalı kalbî gözlere görünür. (2. Şua)

Eşyaya tevhid dürbünüyle baktığımızda bir şahsiyet-i İlahîye, bir ehadiyet-i Rabbâniye, sıfat-ı seb’aca manevi bir sima-i Rahmânî, temerküz-ü esmâî ve Allah’ın bir cilve-i taayyünü ve teşahhusu tezahür ediyordu. Bu maddelerin izahını önceki derslerimizde yapmış hatta dört dersimiz bu ifadelerin mütalaasıyla geçmişti.

Üstadımız burada dedi ki: Eğer eşyaya tevhid gözüyle bakılmazsa saydığımız bütün bu maddeler âleme dağılır ve gizlenir. Bu durumda bunların görülebilmesi için çok büyük ve ihatalı kalbî gözlere ihtiyaç vardır. Kâinatı nazar-ı şuhuduna alamayan ve böyle ihatalı bakamayan, eşyada bu hakikatleri göremez.

Üstadımız görünmemesinin sebebini şöyle beyan ediyor:

Çünkü azamet ve kibriya perde olur, herkesin kalbi göremez. (2. Şua)

Azamet ve kibriyanın perde olmasına iki cihetten bakabiliriz. Birinci ciheti, azametin izzetini muhafaza için sebeplerin perde yapılmasıdır. Bu hakikati şu misallerle anlayabiliriz:

– Bir belediye başkanı çarşı pazarda makbuzla gezmez. O işi zabıtaya yaptırıp zabıtayı kendine perde yapar. Çünkü pazarda makbuz kesmeyi makamın izzeti kabul etmez.

– Bir emniyet müdürü kırmızı ışıkta bekleyip geçenlere ceza kesmez. O işi polise yaptırıp polisi kendine perde yapar. Sokakta ceza kesmeyi makamın izzeti kabul etmez.

– Bir vali çöpçü gibi çöp toplamaz. Çöp toplama işini çöpçüye yaptırıp çöpçüyü kendine perde yapar. Valilik makamının izzeti çöpleri bizzat toplamasına müsaade etmez.

– Bir general koğuşa girip koğuşu temizlemez. Temizleme işini askere yaptırıp askeri kendine perde yapar. Generallik makamının izzet ve azameti koğuşu bizzat temizlemesine müsaade etmez.

– Bir sultan memleketin sokaklarını süpürmez. Bu işi hizmetçilerine yaptırıp onları kendine perde yapar. Saltanatın izzet ve azameti böyle hasis bir işe izin vermez.

İnsan âciz olduğu hâlde böyle yapar. Hasis işlerle bizzat mübaşerette bulunmayıp, nisbî izzet ve azametlerini muhafaza etmek için o işleri vasıtalara yaptırır.

Allahû Teâlâ ise sonsuz izzet ve azametin sahibidir. İşte bu izzeti ve azameti sebebiyle sebepleri vazetmiş ve sebepleri kendine perde yapmıştır. Bu sebepler de gafletimize sebep olmuş, ünsiyet sebebiyle Allah’ın cemal ve kemalini göremez olmuşuz.

İşte azamet ve kibriyanın perde olmasının bir ciheti budur.

Azamet ve kibriyanın perde olmasının diğer bir sebebi de azametten neşet eden ve azametin bir nevi ünvanı ve diğer bir sureti olan şiddet-i zuhurdur. Şiddet-i zuhuru da şöyle izah edelim:

Sonsuz olan ve her şeyi ihata eden bir şey bilinemez. Mesela biz güneşi biliyoruz, çünkü başımızı kaldırdığımızda onu gökte asılı şekilde görüyoruz. Şimdi hayalen güneşi büyütün ve güneş bütün gökyüzünü kuşatsın. Her nereye baksanız orada güneş olsun; zerre miskal bir yer güneşin ihatasından hariç kalmasın…

— Bu durumda güneşi bilebilir miydik?

Hayır, bilemezdik. Çünkü güneşin bu durumda bir sınırı yoktur ki bilinsin. Bu meseleye şu misalle de bakabiliriz:

İki balık karşı karşıya gelmiş. Biri ihtiyar, diğeri daha yavru… Yavru olan sormuş:

— Ben denizi ararım, siz hiç onu gördünüz mü?

İhtiyar olan cevap vermiş:

— Ben de yıllardır onu ararım ama hâlâ bulamadım…

Balığın bütün ömrünü denizde geçirmesine rağmen denizden habersiz olması, denizin onu ihata etmesi sebebiyledir. Buna şiddet-i zuhur denir.

Allahu Teâlâ da isim ve sıfatlarının şiddet-i zuhurundan dolayı bilinememekte ve bu isim ve sıfatların ihatasından dolayı kendisinden gaflet edilmektedir.

Başka misallerle meseleyi iyice kavrayalım:

Bir tekerleği çok hızlı çevirseniz artık tekerleği göremezsiniz. Bu durumda tekerlek şiddet-i zuhurundan gizlenmiş olur.

Güneşin hiç batmadığını farz etsek, gece olmayacağı için gündüzü bilemeyiz. Bu durumda gündüz şiddet-i zuhurundan gizlenmiş olur.

Ya da tam tersi: Güneşin hiç doğmadığını farz etsek, gündüz olmayacağı için geceyi bilemeyiz. Bu durumda gece şiddet-i zuhurundan gizlenmiş olur.

Şiddet-i zuhurundan gizlenmek, yemek ve havayı teneffüsteki şükrün mikyasında da gözükür. Bu nimetler bizi öyle kuşatmıştır ki bu ihata sebebiyle bunlardan gaflet etmekte ve şükürlerini eda etmemekteyiz.

Yine insanın en zahir vasfı hayatı olduğu hâlde hayatını göremiyor. Bu, hayatın şiddet-i zuhurundan gizlenmesindendir.

Allahu Teâlâ da isim ve sıfatları ile her an tecelli etmektedir. Bu isimler ve sıfatlar kâinatın her yerini kuşatmış ve eşyayı tam manasıyla ihata etmiştir. Bu, Allahu Teâlâ’nın azamet ve kibriyasıdır. Yani her yerde aynı anda isim ve sıfatlarıyla tecelli etmesi ve bu tecellide azamet ve kibriyasının gözükmesidir. İşte buna şiddet-i zuhur denir.

Cenab-ı Hak şiddet-i zuhurundan dolayı gizlenmiş olduğundan insan bu tecellilerden gaflet eder. Mesela faraza şöyle olsaydı:

Şurada Allah’ın isimleri tecelli ediyor, şurada ise etmiyor… Böyle olsaydı, tecelli eden yeri tecelli etmeyen yere kıyas eder ve Allah’tan gaflet etmezdik. Ama böyle bir şey mümkün değil. Zira her neresi vücut bulsa Allah’ın Hâlık, Mükevvin, Mucid gibi isimleri hemen orada tecelli eder. Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellisinden hariç bir yer yoktur ki o yeri vahid-i kıyas yapalım da Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellisinden asla gafil olmayalım.

Allahu Teâlâ isim ve sıfatlarıyla bütün kâinatta aynı anda tecelli etmektedir. Bu tecellisi Allah’ın büyüklüğünden, azamet ve kibriyasındandır. İşte bu şiddetli tecelli sebebiyle kalpler ve fikirler Allah’tan gaflet etmektedir. Bu gafletten kurtulmanın tek yolu eşyaya tevhid gözüyle ve vahdet dürbünüyle bakmaktır.

Üstadımız Münacat Risalesi’nde Allahu Teâlâ’ya şöyle hitap ediyor:

“Ey şiddeti zuhurundan gizlenmiş ve ey azameti kibriyasından ihtifa etmiş olan Kadir-i Zülcelal…” 

Herhâlde azamet ve kibriyanın perde olması meselesi anlaşılmıştır. Şimdi, mütalaa ettiğimiz bölümü bir daha okuyarak dersimizi tamamlayalım:

Yoksa o şahsiyet, o ehadiyet, o sima, o taayyünün cilvesi inbisat ederek kâinat nisbetinde genişlenir, dağılır, gizlenir. Ancak çok büyük ve ihatalı kalbî gözlere görünür. Çünkü azamet ve kibriya perde olur, herkesin kalbi göremez. (2. Şua)

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin