83. Bu makamda diyorsun ki kâinatı hüsün ve cemal ve güzellik ve adalet ihata etmiştir…
İkinci Şua mütalaasına devam ediyoruz:
“Bu makama ait gayet mühim iki şıklı bir suale gayet muhtasar ve kuvvetli bir cevaptır.
Sualin birinci şıkkı: Bu makamda diyorsun ki kâinatı hüsün ve cemal ve güzellik ve adalet ihata etmiştir. Hâlbuki gözümüz önünde bu kadar çirkinliklere ve musibetlere ve hastalıklara ve beliyyelere ve ölümlere ne diyeceksin?”
(Muhtasar: Özet / Hüsün: Güzellik / Beliyye: Bela, musibet)
“Elcevab: Çok güzellikleri intac veya izhar eden bir çirkinlik dahi dolayısıyla bir güzelliktir. Ve çok güzelliklerin görünmemesine ve gizlenmesine sebep olan bir çirkinliğin yok olması, görünmemesi; yalnız bir değil, belki müteaddid defa çirkindir.”
(İntac eden: Meydana getiren / İzhar eden: Açığa çıkaran / Müteaddid: Çok sayıda, birçok)
Yavaş yavaş ilerleyelim:
Üstad Hazretleri iki kaide ortaya koydu:
1. Bir çirkinlik, çok güzellikleri intac ediyor ve çok cemalleri izhar ediyorsa o çirkinlik haddizatında bir güzelliktir.
2. Çok güzelliklerin ortaya çıkmasına ve anlaşılmasına sebep olan bir çirkinlik, sırf çirkinlik olmasın diye yok olsa, bu durumda, bir değil birçok çirkinlik vukua gelir. Çünkü onun yokluğuyla bütün güzellikler saklanır, hüsün ve cemaller gizlenir. Bu durumda da gizlenen hüsün ve cemaller adedince çirkinlikler vukua gelir.
İlk önce bu iki kuralı ezberleyelim, daha sonra mütalaaya devam edelim.
“Mesela, vâhid-i kıyasî gibi bir kubuh bulunmazsa hüsnün hakikati bir tek nevi olur, pek çok mertebeleri gizli kalır. Ve kubhun tedahülü ile mertebeleri inkişaf eder.”
(Kubuh: Çirkinlik / Hüsün: Güzellik / Tedahül: İç içe girme)
Vâhid-i kıyasî: Bir şeyin miktarını ve diğer hususiyetlerini ölçmek için tayin edilen ölçü birimidir. Mesela uzunluğun vâhid-i kıyasîsi metredir. Sıcaklığın vâhid-i kıyasîsi santigrattır. Ağırlığın vâhid-i kıyasîsi kilogramdır.
Aynen bunlar gibi, güzelliğin vâhid-i kıyasîsi çirkinlik, hayırların vâhid-i kıyasîsi şerlerdir. Eğer güzelliğin vâhid-i kıyasîsi olacak çirkinlik bulunmazsa güzellik sadece bir derece olur ve bütün mertebeleri gizlenir. Güzelliğin mertebeleri ancak çirkinliğin tedahülü ile inkişaf eder.
Üstad Hazretleri bu hakikate şu misali veriyor:
“Nasıl ki soğuğun vücuduyla hararetin mertebeleri ve karanlığın bulunmasıyla ziyanın dereceleri tezahür eder.”
Bu mesele Yirmi Beşinci Lem’a’da şöyle geçiyor:
“ اِنَّمَا اْلاَشْيَاءُ تُعْرَفُ بِاَضْدَادِهَا Yani “Her şey zıddıyla bilinir.” Mesela: Karanlık olmazsa ışık bilinmez, lezzetsiz kalır. Soğuk olmazsa hararet anlaşılmaz, zevksiz kalır. Açlık olmazsa yemek lezzet vermez. Mide harareti olmazsa su içmesi zevk vermez. İllet olmazsa afiyet zevksizdir. Maraz olmazsa sıhhat lezzetsizdir.”
Üstadımız neticeyi şöyle bağlıyor:
“Aynen öyle de cüz’î şer ve zarar ve musibet ve çirkinliğin bulunmasıyla küllî hayırlar ve küllî menfaatler ve küllî nimetler ve küllî güzellikler tezahür ederler. Demek çirkinin icadı çirkin değil, güzeldir. Çünkü neticelerin çoğu güzeldir. Evet, yağmurdan zarar gören tembel bir adam, yağmura rahmet namını verdiren hayırlı neticelerini hükümden ıskat etmez, rahmeti zahmete çeviremez.”
Bu mesele On Sekizinci Lem’a’da daha geniş izah ediliyor. Üstadımız orada şöyle diyor:
“Her şeyde, hatta en çirkin görünen şeylerde, hakiki bir hüsün ciheti vardır. Evet, kâinattaki her şey, her hadise, ya bizzat güzeldir, ona “hüsn-ü bizzat” denilir. Veya neticeleri cihetiyle güzeldir ki ona “hüsn-ü bilgayr” denilir. Bir kısım hadiseler var ki zahiri çirkin, müşevveştir. Fakat o zahirî perde altında gayet parlak güzellikler ve intizamlar var. Ezcümle:
(Hüsün: Güzellik / Zahir: Dış yüz, dış görünüş / Müşevveş: Karışık / Zahirî: Görünürdeki)
Bahar mevsiminde fırtınalı yağmur, çamurlu toprak perdesi altında, nihayetsiz güzel çiçek ve muntazam nebatatın tebessümleri saklanmış…
Ve güz mevsiminin haşin tahribatı, hazin firak perdeleri arkasında, tecelliyât-ı celaliye-i Sübhâniyenin mazharı olan kış hadiselerinin tazyikinden ve tazibinden muhafaza etmek için, nazdar çiçeklerin dostları olan nazenin hayvancıkları vazife-i hayattan terhis etmekle beraber… o kış perdesi altında nazenin, taze, güzel bir bahara yer ihzar etmektir…
(Firak: Ayrılık / Tecelliyât-ı celaliye-i Sübhâniye: Sübhan olan Allah’ın celalî isimlerinin tecellileri/ Tazyik: Zora sokma / Tazib: Azap etme / Nazdar: Naz eden / Nazenin: Cilveli, nazlı / İhzar etmek: Hazırlamak)
Fırtına, zelzele, veba gibi hadiselerin perdeleri altında, gizlenen pek çok manevi çiçeklerin inkişafı vardır…
Tohumlar gibi neşv ü nemasız kalan birçok istidad çekirdekleri, zahiri çirkin görünen hadiseler yüzünden sümbüllenip güzelleşir. Güya umum inkılaplar ve küllî tahavvüller birer manevi yağmurdur.
(Neşv ü nema: Gelişme, büyüme / İstidad: Kabiliyet / Zahir: Dış yüz, dış görünüş / Tahavvül: Değişme, bir hâlden başka bir hâle geçme)
Fakat insan, hem zahirperest, hem hodgâm olduğundan, zahire bakıp çirkinlikle hükmeder. Hodgâmlık cihetiyle, yalnız kendine bakan netice ile muhakeme ederek şer olduğuna hükmeder.” (On Sekizinci Lem’a)
(Zahirperest: Zahire tapan, dış görünüşe çok önem veren / Hodgâm: Kendi keyfini düşünen, bencil)
Evet, şu âlemdeki her şey güzeldir. Ya bizzat güzeldir ki buna “hüsn-ü bizzat” denir. Ya da neticesi itibarıyla güzeldir ki buna “hüsn-ü bilgayr” denir.
Mesela hayat, vücut, ihsan, yaz mevsimi, bahar mevsimi gibi şeyler zatı itibarıyla güzeldir. Bunlara hüsn-ü bizzat denir. Hastalık, zelzele, ölüm, sıkıntılar ve bunlar gibi hadiseler ise neticeleri itibarıyla güzeldir. Bunlara da hüsn-ü bilgayr denir.
Öyleyse şu âlemde çirkin hiçbir şey yoktur. Tabii bakmasını bilene ve iman dersini alana…
Yazar: Sinan Yılmaz