2. Altı ism-i a’zamın altı nüktelerinin “Allahu Ehad”e dair yedinci nükte-i a’zamıdır…
İkinci Şua mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Altı ism-i a’zamın altı nüktelerinin “Allahu Ehad”e dair yedinci nükte-i a’zamıdır. (2. Şua)
Bu cümlenin izahını önceki derste yapmıştık. Kısaca hatırlayacak olursak: Üstadımız Otuzuncu Lem’ada altı ism-i şeriften bahsediyor ve bu isimler için, “Bir ism-i a’zam veya ism-i a’zamın altı nurundan bir nuru olan…” diyor.
Bu isimler: Ferd, Hayy, Kayyûm, Hakem, Adl ve Kuddûs isimleridir. Üstadımız bu altı isme, bu makamda yedinci bir ismi ekliyor. Bu isim “Ehad” ismidir. Ehad ism-i şerifi, bir ism-i a’zamdır veya ism-i a’zamın yedi nurundan bir nurudur. Ve bu 2. Şua, “Ehad” isminin tecellisine dairdir.
Metne devam edelim:
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ
فَاعْلَمْ اَنَّهُ لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ ayetinin bir muhteşem nüktesiyle meşhur bir kasem-i Nebevînin işaretiyle ve ilhamıyla hissettiğim gayet güzel ve çok şirin ve nihayet derecede latif üç meyve-i tevhid ve üç muktezîsi ve üç hüccetine dair bir nüktedir. (2. Şua)
(Kasem-i Nebevî: Peygamberimize ait yemin / Muktezi: Gerekli kılan / Hüccet: Delil)
Bu İkinci Şua; tevhidin üç meyvesinden, bu üç meyvenin üç muktezîsinden ve bunlara dair üç hüccetten oluşmaktadır. Bütün bunlar da iki şeyin işareti ve ilhamıyla yazılmış olup, iki şeyin tefsiridir:
1. فَاعْلَمْ اَنَّهُ لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ “Bil ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur.” ayetinin bir tefsiri olup, bu ayetin işareti ve ilhamıyla yazılmıştır.
2. Efendimiz (a.s.m.)’ın bir yemini olan, وَالَّذٖى نَفْسُ مُحَمَّدٍ بِيَدِهٖ “Muhammed’in nefsi, elinde olan zata yemin olsun ki” kaseminin bir izahı olup, bu kasemin işareti ve ilhamıyla yazılmıştır.
Demek bu İkinci Şua, mezkûr ayet-i kerimenin ve kasem-i Nebevînin muhteşem bir nüktesidir, latif bir izahıdır ve acip bir tefsiridir.
Metne devam edelim:
İşte Resul-i Ekrem (a.s.m.) yemin ettiği vakit, en çok istimal ve tekrar ile her zaman ferman ettiği şu وَالَّذٖى نَفْسُ مُحَمَّدٍ بِيَدِهٖ kasemidir. (2. Şua)
(İstimal: Kullanma / Kasem: Yemin)
Efendimiz (a.s.m.) yemin ettiğinde, çok defa yeminine, وَالَّذٖى نَفْسُ مُحَمَّدٍ بِيَدِهٖ “Muhammed’in nefsi yani hayatı, elinde olan zata yemin olsun ki” diyerek başlar; bu yeminiyle de canına ve hayatına sahip olmadığını, kendisine malik olmadığını; canının, hayatının ve vücudunun Allah’ın elinde olduğunu beyan ederdi.
Üstadımız bu yeminden şu nükteyi çıkarıyor:
Ve bu kasem gösteriyor ki şecere-i kâinatın en geniş dairesi ve en müntehası ve nihayatı ve teferruatı dahi Zat-ı Vâhid-i Ehad’in kudretiyle ve iradesiyledir. (2. Şua)
(Şecere-i kâinat: Kâinat ağacı / Münteha: En son nokta / Nihayat: Sonlar)
Üstadımız kâinatı bir ağaca benzetti ve dedi ki: Bu ağacın kökünden tutun en müntehasına kadar, en dar daireden en geniş daireye kadar, en cüzi işlerden en külli işlere kadar; her şey, Zat-ı Vâhid-i Ehad olan -yani bir ve tek olan- Allah’ın kudretiyle ve iradesiyledir.
Cümlede geçen “şecere-i kâinat” ifadesinden şöyle bir tefekkür yapabiliriz:
Kâinat bir ağaç olsa, her galaksi bu ağacın bir dalı olurdu. Evrende kaç galaksi olduğu tam bilinmemekle birlikte, 200 milyar ile 2 trilyon arasında bir galaksinin olabileceği söyleniyor. Hadi biz en azını aldık, 200 milyar dedik. Demek, bu kâinat ağacının 200 milyar dalı var.
Her yıldızı bir meyveye benzetsek, demek her dalda yaklaşık 200-300 milyar arası bir meyve var. Dünyamız ise 200 milyar daldan bir dal olan Samanyolu Galaksisi’nin, 300 milyar meyvesinden tek bir meyvedir.
— Kâinat ağacının büyüklüğünü hayal edebiliyor musunuz?
Şimdi, biz kâinat ağacının büyüklüğünü hayal edemezken, hayalimiz ve tasavvurumuz bunu ihata edemezken, karşımıza başka bir hakikat çıkıyor. O da şu:
Bu 200 milyar dalı olan ve her dalında 200-300 milyar meyvesi olan ağacı alıp, Allah’ın “Kürsî” ismini verdiğimiz mekâna atsak, kâinat ağacı Kürsî’de, çöle atılmış bir yüzük gibi oluyor.
— Kürsî’nin büyüklüğünü hayal edebiliyor musunuz?
Bunu da hayal ve tasavvur edemezken karşımıza başka bir hakikat daha çıkıyor. O da şu:
Bu Kürsî’yi alıp Allah’ın “Arş” ismini verdiği mekânın içine atsak, Kürsî de Arş’ta çöldeki yüzük gibi oluyor.
— Acaba Arş ne kadar büyük ve nasıl bir mekân?
Bütün bunlardan sonra da karşımıza başka bir hakikat çıkıyor. O da şu:
Kâinatın ağacının en küçük dairesinden en büyük dairesine kadar; zerrattan seyyarata, yerden göğe, denizlerin diplerinden galaksilerin ötesine, Kürsî’den Arş’a kadar her şey, Zat-ı Vâhid-i Ehad olan Allahu Teâlâ’nın kudretiyle ve iradesiyle idare edilmektedir. Her şeyin dizgini Allah’ın elindedir. Bütün fiillerin faili, bütün icatların mucidi, her mahlukun hâlıkı ve bütün işlerin müdebbiri O’dur. En büyük bir sebep, zerre miskal bir işin ve icadın fail-i hakikisi olamaz.
— Üstadımız bu neticeye nereden ulaştı?
Efendimiz (a.s.m.)’ın وَالَّذٖى نَفْسُ مُحَمَّدٍ بِيَدِهٖ “Muhammed’in nefsi yani hayatı, elinde olan zata yemin olsun ki” yemininden ulaştı.
— Nasıl ulaştı?
Nasıl ulaştığını -inşallah- bir sonraki derste mütalaa edeceğiz.
Şimdi, bu derste mütalaasını yaptığımız kısmı bir daha okuyalım:
Altı ism-i a’zamın altı nüktelerinin “Allahu Ehad”e dair yedinci nükte-i a’zamıdır.
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ
فَاعْلَمْ اَنَّهُ لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ ayetinin bir muhteşem nüktesiyle meşhur bir kasem-i Nebevînin işaretiyle ve ilhamıyla hissettiğim gayet güzel ve çok şirin ve nihayet derecede latif üç meyve-i tevhid ve üç muktezîsi ve üç hüccetine dair bir nüktedir.
İşte Resul-i Ekrem (a.s.m.) yemin ettiği vakit, en çok istimal ve tekrar ile her zaman ferman ettiği şu وَالَّذٖى نَفْسُ مُحَمَّدٍ بِيَدِهٖ kasemidir. Ve bu kasem gösteriyor ki şecere-i kâinatın en geniş dairesi ve en müntehası ve nihayatı ve teferruatı dahi Zat-ı Vâhid-i Ehad’in kudretiyle ve iradesiyledir. (2. Şua)
Yazar: Sinan Yılmaz