79. Zîhayattan her bir nevi o derece zemin yüzünde muntazaman yayılmış ve sair nevilere…
İkinci Şua mütalaasına devam ediyoruz:
“Ve zîhayattan her bir nevi, o derece zemin yüzünde muntazaman yayılmış ve sair nevilere münasebettarane karışmış ki bütün o envaı birden icad, idare, tedbir, terbiye etmeyen ve zemin yüzünü örten ve dört yüz bin nebatî ve hayvanî olan atkı ipleriyle dokunan gayet nakışlı ve sanatlı hayattar bir haliçeyi nesc ve icad edemeyen, o tek nevi icad ve idare edemez.”
(Nesc: Dokumak / Haliçe: Küçük halı)
Şöyle bir halı farz edelim:
– Bu halıda birbirinden farklı 1 milyon atkı ipi kullanılmış.
– Bu 1 milyon atkı ipi birbiri içine girmiş ve mükemmel bir deseni oluşturmuş.
– Bu halıdaki bütün atkı ipleri ana deseni oluşturacak şekilde kullanılmış; hiçbiri intizamı ve şekli bozmamış.
Bütün bunları gördükten sonra elbette şu neticeye ulaşırız: Bu halı tek bir zatın dokumasıdır. Zira başka bir el karışsaydı mükemmellik bozulur ve o elin kullandığı atkı ipleri halıda sırıtırdı. Birbiri içine girmiş 1 milyon atkı ipi ve bu iplerdeki intizam ve mükemmellik, desenin son hâli ilminde olan ve atkı iplerini buna göre tanzim eden zatın vahdetini ispat eder.
Aynen bunun gibi, şu yeryüzü de büyük bir halı hükmündedir. Her bir nev ise bu halının atkı ipleridir. 1 milyonu aşan nev ve her nevin hadsiz efradıyla yeryüzü halısı dokunmuş; bütün nevler ve fertler birbiri içine girmiş; işin sonunda da mükemmel ve muntazam bir desen ortaya çıkmış.
İşte bu desenin mükemmelliği ve intizamı, yeryüzü halısında faaliyet gösteren zatın birliğini ve vahdaniyetini ispat eder. Değil bir nevi, bir nevin tek bir ferdini bir başkası yapsaydı yeryüzü halısındaki desen bozulur, mükemmellik kaybolurdu.
İşte göz önündeki bu mükemmellik ve intizam, bütün envaı ve efradı icat eden, idare ve tedbir eden, hepsini aynı anda terbiye eden Allahu Teâlâ’nın vahdaniyetini ispat eder.
Şimdi metni bir daha okuyalım:
“Ve zîhayattan her bir nevi, o derece zemin yüzünde muntazaman yayılmış ve sair nevilere münasebettarane karışmış ki bütün o envaı birden icad, idare, tedbir, terbiye etmeyen ve zemin yüzünü örten ve dört yüz bin nebatî ve hayvanî olan atkı ipleriyle dokunan gayet nakışlı ve sanatlı hayattar bir haliçeyi nesc ve icad edemeyen, o tek nevi icad ve idare edemez.”
Üstad Hazretleri şöyle devam ediyor:
“Daha bunlara başka şeyler kıyas edilse anlaşılır ki kâinat mecmuası, halk ve icad cihetinde tecezzi kabul etmez bir külldür ve tedbir ve rububiyet cihetinde inkısamı imkânsız bir küllîdir.”
(Tecezzi: Parçalara ayrılma, bölünme / İnkısam: Parçalanma, bölünme)
İlk önce “küll” ve “küllî” kavramlarının manasını hatırlayalım:
Küll: Parçalardan oluşan bütündür. Cüz ise küllü oluşturan parçalardır.
– Mesela ben bir küll’üm. Elim, kolum, ayağım ve diğer azalarım ise cüzdür.
– Yine ağaç bir külldür. Ağacın yaprağı, çiçeği ve meyvesi ise cüzdür.
– Bir fil külldür. Filin hortumu, ayakları, kulakları ve diğer azaları cüzdür.
– Yeryüzünün tamamını bir küll olarak düşünsek; dağlar, denizler, ovalar, ormanlar ve hakeza o küll’ün cüzleri olurlar.
– Güneş sistemimizi bir küll olarak düşünsek, her bir gezegen o küll’ün bir cüzüdür.
Peki, küllî nedir?
Küllî: Küll hükmündeki varlıklardan oluşan bütündür.
– Mesela ben küll isem insan kavramı küllîdir.
– Yine bir at küll ise hayvan kavramı küllîdir.
– Bir çiçek küll ise nebatat kavramı küllîdir.
Küllînin hariçte vücudu yoktur. Bu bir şahs-ı manevinin, bir nevin ve bir cinsin ismidir. Zihinlerde teşekkül eden bir mana olup bir vücudu yoktur. Bazı şeyler vardır ki bunların vücudu olmamakla birlikte, yokluklarına da hükmedilemez. Mesela sağ, sol, alt, üst gibi kavramlar bu tip kavramlardandır. Bunların bir vücudu yoktur lakin yokluklarına da hükmedilemez. Yani ne vardır ne de yoktur. Bunlara emr-i nisbî, emr-i itibarî ya da emr-i izafî denir. İşte küllî kavramı da bir emr-i nisbîdir. Küll hükmündeki varlıkların şahs-ı manevisini temsil eder. Bir neve veya cinse işaret eder.
Cüz’î ise: Küllîyi oluşturan fertlerdir. Mesela insan nevi küllî, bir insan ise onun cüz’îsi olur.
Biraz evvel insana küll demiştik, şimdi cüz’î dedik. Bu, insanın nispetine göredir.
– İnsanın azalarına cüz nazarıyla bakılırsa, insana küll nazarıyla bakılır.
– Eğer insan nevine küllî nazarıyla bakılırsa, bu sefer insana cüz’î nazarıyla bakılır.
– Yine bir ağaca meyvesi, yaprağı ve çiçeği nazara alınarak bakılırsa, ağaç küll; çiçek, meyve ve yaprakları cüz olur.
– Eğer ağaç nevi nazara alınsa, bu durumda, ağaç nevi küllî; ağacın kendisi ise cüz’î olur.
Demek, bir varlık bir cihetten küll, diğer bir cihetten cüz’î olabilir.
Bir daha bilgiyi tekrar edelim:
Parçalardan oluşan ferde “küll” denir. Onu oluşturan parçalara “cüz” denir. Küll’lerin oluşturduğu şahs-ı maneviyeye ve neve “küllî” denir. O neve ait her bir ferde de “cüz’î” denir.
Üstadımız şöyle demişti:
“Daha bunlara başka şeyler kıyas edilse anlaşılır ki kâinat mecmuası, halk ve icad cihetinde tecezzi kabul etmez bir külldür ve tedbir ve rububiyet cihetinde inkısamı imkânsız bir küllîdir.”
Evet, kâinat cüzlerden oluşmuş bir küll hükmündedir. Nasıl ki bir ağacın halk ve icadı tecezzi kabul etmez. Aynen bunun gibi, kâinat da bir küll’dür, halk ve icadı tecezzi kabul etmez.
Hem nasıl ki bir nevin tedbir ve rububiyeti -her fertte aynı olması hasebiyle- inkısamı kabul etmez. Aynen bunun gibi, kâinatın mecmuu da bir küllî hükmündedir ki tedbir ve rububiyette başka bir eli kabul etmez.
Meselenin derinlemesine tefekkürünü sizlere havale ediyoruz. Üstadımız üçüncü muktezîyi şöyle tamamlıyor:
“Bu üçüncü muktezî Siracünnur’un çok risalelerinde, hususan Otuz İkinci Söz’ün Birinci Mevkıfında o kadar kat’î ve parlak izah ve ispat edilmiştir ki güneşin akisleri gibi, her şeyin âyinesinde bir burhan-ı vahdet temessül ve bir hüccet-i tevhid in’ikas ediyor. Biz o izaha iktifaen burada o uzun kıssayı kısa kestik.”
(Burhan-ı vahdet: Allah’ın birliğinin delili / Temessül: Yansıma, bir şeyin bir yerde suret ve mahiyetinin tamamen aksetmesi / İn’ikas: Aksetme / İktifaen: Kâfi görerek)
Metin açık olduğundan izahına girişmiyor; mütalaasını sizlerin fehmine havale ediyoruz.
Yazar: Sinan Yılmaz