14. Ve fâni, muvakkat olan güzellik ile bâki bir nevi hüsn-ü sermedîyi irae eder…
İkinci Şua mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
Ve fâni, muvakkat olan güzellik ile bâki bir nevi hüsn-ü sermedîyi irae eder. (2. Şua)
Eşyaya tevhid gözüyle bakıldığında, her bir mahluk bir kitab-ı Sübhanî, bir kaside-i Rabbanî, bir ayine-i cemal-i İlahî olur. Fâni ve geçici güzelliği ile Allah’ın baki ve daimî cemaline işaret eder; hüsn-ü sermedîyi yani ebedî olan güzelliğini gösterir.
Bunu da şöyle yapar: Üstadımız Otuz İkinci Söz’de şöyle diyor:
“Malumdur ki ziyayı verenin ziyadar olması lazım; tenvir edenin nurani olması gerek; ihsan gınadan gelir; lütuf latiften zuhur eder. Madem öyledir; kâinata bu kadar hüsün ve cemal vermek ve mevcudata muhtelif kemâlât vermek, ışık güneşi gösterdiği gibi, bir cemal-i sermedîyi gösterirler.” (32. Söz)
Üstadımızı dedi ki:
– Ziyayı verenin ziyadar olması lazım. Kendi ziyası olmayan başkasına nasıl ziya verecek?
– Tenvir edenin, etrafı aydınlatıp eşyayı ışıklandıranın nurani olması lazım. Kendi nuru olmayan başkasını nasıl tenvir edecek?
– İhsan gınadan gelir. Zengin olmayan başkasına ne verebilir, ne ihsan edebilir? Kendinde yok ki başkasına versin!
– Lütuf latiften zuhur eder. Bir lütfeden olacak ki ortada bir lütuf olsun. Bir kuru lokma dahi bir latifi iktiza eder.
Aynen bunlar gibi, güzellik de güzelden gelir. Kendisi güzel olmayan başkasını nasıl güzel yapacak? Kendinde olmayan güzelliği ona nasıl verecek?
İşte şu âlemdeki güzellik ve eşyanın hüsnü, ışığın güneşi göstermesi gibi, bir cemal-i sermedîyi gösterir. Ve göz önünde bu güzellik, o Zat-ı Cemil’in zatî güzelliğinin milyonlar perdelerden geçmiş zayıf akisleridir. Koca cennet dahi, o cemalin sadece bir lem’asıdır, zayıf bir aksidir.
Üstadımız şöyle devam ediyor:
Ve Mevlana Celaleddin’in dediği gibi, اٰنْ خَيَالَاتِى كِه دَامِ اَوْلِيَاسْت عَكْسِ مَهْرُويَانِ بُوسْتَانِ خُدَاسْتْ sırrıyla bir âyine-i cemal-i İlahî olur. (2. Şua)
(Mana: Evliyaya tuzak olan hayaller, İlahî bahçelerin ay yüzlü güzellerinin akisleridir.)
İlahî bahçeler ile şu yeryüzündeki bağlar, bahçeler, bostanlar vs. kastedilmiş. Ay yüzlü güzeller de bu bahçelerdeki mahlukattır. Çiçekten kuşa, böcekten ağaca, meyveden nebata kadar her şey, bu İlahî bahçelerin ay yüzlü güzelleridir. Onların akisleri de onlarda tecelli eden esmâ-i İlahiyedir. Zaten onları böyle ay yüzlü güzel yapan da esmâ-i hüsnanın tecellileridir.
Bu akislerin evliyaya tuzak olması da şudur:
— Acaba evliya onlara mana-yı harfîyle mi bakacak yoksa mana-yı ismîyle mi?
— Onlarda tecelli eden güzellikleri gördüklerinde, “Ne güzel” mi diyecekler yoksa “Ne güzel yapılmışlar” mı diyecekler?
— Sadece onlardaki cüz’î cemali ve kemali görmekle mi yetinecekler yoksa tevhid aynasıyla bakıp, emsali eşyayı yan yana dizip, omuz omuza verdirip, o cemal ve kemale ayine-i tevhidle mi bakacaklar? Yani o cüz’î cemal ve kemali büyütüp küllileştirecekler mi?
İşte bunlar gibi hâller evliyanın tuzakları yani imtihanı olmuştur.
– Kimi nakışta kalmış kimi Nakkaş’a geçmiş.
– Kimi süsle oyalanmış kimi Müzeyyin’le meşgul olmuş.
– Kimi ziyneti sevmiş kimi ziynetin sahibine âşık olmuş.
– Kimi nimette kalmış kimi nimette Mün’im’i görmüş.
– Kimi “Ne güzel.” demiş kimi “Ne güzel yapılmış.” demiş.
Ve hakeza, kimi imtihanı geçmiş kimi sınıfta kalmış…
Bu dersimizde şu kısmın mütalaasını yaptık:
Ve fâni, muvakkat olan güzellik ile bâki bir nevi hüsn-ü sermedîyi irae eder. Ve Mevlana Celaleddin’in dediği gibi, اٰنْ خَيَالَاتِى كِه دَامِ اَوْلِيَاسْت عَكْسِ مَهْرُويَانِ بُوسْتَانِ خُدَاسْتْ sırrıyla bir âyine-i cemal-i İlahî olur. (2. Şua)
Yazar: Sinan Yılmaz