a
Ana Sayfaİkinci Şua86. Cemil-i mutlak ve rahîm-i mutlak ve hayr-ı mutlak olan Zat-ı ganiyy-i ale’l-ıtlak…

86. Cemil-i mutlak ve rahîm-i mutlak ve hayr-ı mutlak olan Zat-ı ganiyy-i ale’l-ıtlak…

İkinci Şua mütalaasına devam ediyoruz:

Sualin ikinci şıkkı: (Haşiye)

Haydi şeytana ve kâfire ait bu cevabı umumi noktasında kabul edelim. Fakat cemil-i mutlak ve rahîm-i mutlak ve hayr-ı mutlak olan Zat-ı ganiyy-i ale’l-ıtlak, nasıl oluyor ki biçare cüz’î fertleri ve şahısları musibete, şerre, çirkinliğe müptela ediyor?”

Haşiye: Bu ikinci şıkkın cevabı çok mühimdir, çok evhamı izale eder.

(Cemil-i mutlak: Sonsuz güzellik sahibi / Rahîm-i mutlak: Sonsuz merhamet sahibi / Zat-ı ganiyy-i ale’l-ıtlak: Zenginliği sınırsız ve sonsuz olan zat)

“Elcevab: Ne kadar iyilik ve güzellik ve nimet varsa doğrudan doğruya o Cemil ve Rahîm-i Mutlak’ın hazine-i rahmetinden ve ihsanat-ı hususiyesinden gelir.”

Bu cümleyi Yirmi Mektup’taki şu ifadeler üzerinden tefekkür edebiliriz:

“Bütün hayrat onun elinde, bütün hasenat onun defterinde, bütün ihsanat onun hazinesindedir. Öyle ise hayır isteyen ondan istemeli, iyilik arzu eden ona yalvarmalı…” (Yirmi Mektup)

“Hamd ve sena, medih ve minnet ona mahsustur, ona layıktır. Demek nimetler onundur ve onun hazinesinden çıkar. Hazine ise daimîdir.” (Yirmi Mektup)

Mezkûr hakikatin tefekkürünü sizlere havale ediyor ve metne devam ediyoruz:

“Ve musibet ve şerler ise saltanat-ı rububiyetin âdetullah namı altında ve küllî iradelerin mümessilleri olan umumi ve küllî kanunlarının çok neticelerinden tek tük cüz’î neticeleri olmasından, o kanunlar cereyanının cüz’î muktezaları olduğundan, elbette küllî maslahatlara medar olan o kanunları muhafaza ve riayet etmek için o şerli, cüz’î neticeleri dahi halk eder.”

(Âdetullah: Allah’ın kâinatta sabit ve daimî olan kanunları / Mümessil: Temsilci)

Mesela yerçekimi kanunu, saltanat-ı rububiyetin âdetullah namı altında bir kanunudur ve Allah’ın külli iradesinin bir mümessilidir.

Bu kanunun birçok hikmeti ve faydalı neticeleri vardır. Eğer bu kanun olmasaydı bütün mahlukat uzaya uçar, yeryüzünde tek bir varlık kalmazdı.

Bu kanunun tek tük şerli neticeleri de vardır. Mesela birisi apartmanın beşinci katından düşerse yere çakılır.

— Şimdi, o kişi yere çakılmasın diye yer çekimi kanunu kaldırılsa, bu hayır mı olur yoksa şer mi?

Elbette mahlukat adedince şer olur. İşte şerler ve musibetler, umumî ve küllî kanunların çok neticelerinden tek tük cüz’î neticeleri ve o kanunların cereyanının cüz’î muktezaları olduğundan elbette küllî maslahatlara medar olan o kanunları muhafaza ve riayet etmek için o şerli, cüz’î neticeleri dahi Allahu Teâlâ halk eder.

Aynı hakikati ateş ve yağmur üzerinden de mütalaa edebiliriz:

Ateşin ve yağmurun binler hikmeti ve faydalı neticeleri vardır. Faraza birisi ateşe elini sokup elini yaksa ya da yağan yağmurda ıslansa, “Ateşin ve yağmurun yaratılışı şerdir.” diyebilir mi?

Elbette diyemez. Ateşin onun elini yakması ve yağmurda ıslanması, ateşin ve yağmurun tek tük şerli neticeleridir. Elbette külli maslahatlar için cüz’î şerlere razı olunur. Ta hayr-ı kesîr kaybolmasın ve şerr-i kesîre inkılap etmesin.

“Fakat o cüz’î ve elim neticelere karşı, imdadat-ı hâssa-i Rahmaniye ve ihsanat-ı hususiye-i Rabbaniye ile musibete düşen efradın feryatlarına ve beliyyelere giriftar olan eşhasın istigaselerine yetişir… Ve fâil-i muhtar olduğunu… ve her bir şeyin her bir işi, onun meşietine bağlı bulunduğunu… ve umum kanunları dahi daima irade ve ihtiyarına tabi bulunmalarını… ve o kanunların tazyikinden feryat eden fertleri, bir Rabb-i Rahîm dinlediğini ve imdatlarına ihsanıyla yetiştiğini göstermekle… esma-i hüsnanın kayıtsız ve hadsiz cilvelerine, hadsiz ve kayıtsız bir meydan açmak için o küllî âdetullah düsturlarının ve o umumi kanunların şüzuzatıyla… ve hem şerli cüz’î neticeleriyle, hususi ihsanat ve hususi teveddüdat yani sevdirmekle hususi tecelliyat kapılarını açmıştır.

Bu ikinci alâmet-i tevhid Siracünnur’un belki yüz yerlerinde beyan edildiğinden burada hafif bir işaretle iktifa ettik.”

(İmdadat-ı hâssa-i Rahmaniye: Rahman olan Allah’a has imdatlar / İhsanat-ı hususiye-i Rabbaniye: Rab olan Allah’ın hususi ihsanları / Beliyye: Belalar / Giriftar olan: Yakalanan / Eşhas: Şahıslar / İstigase: Yardım isteme / Fâil-i muhtar: Dilediğini yapan / Meşiet: Dileme / Şüzuzat: Umumi kanunların dışına çıkmalar)

Üstad Hazretleri aynı manayı Birinci Makamın Birinci Meyvesinde şöyle beyan etmişti:

“Kanunların fevkinde olarak ihsanat-ı hususiyesi ve imdadat-ı hâssası ve doğrudan doğruya her şeye karşı rububiyet-i hususiyesi ve her şeyin tedbirini bizzat kendisi görmesi ve her şeyin derdini bizzat dinlemesi ve her şeyin hakiki maliki, sahibi, hamisi olduğunu sırr-ı Kur’an ve nur-u iman ile bildim. O hadsiz meyusiyet yerinde nihayetsiz bir mesruriyet hissettim.”

O makamda dediğimizi burada tekrar edelim:

Evet, Allah dilerse kuluna ve mahlukuna kanunların fevkinde muamele eder. Mesela bir apartmanın en üst katından düşen ölür. Kanun bunu iktiza eder. Ama Allah dilerse, bir çocuk oradan düşer de burnu bile kanamaz.

Büyük bir kazada arabalar paramparça olsa içindekiler ölür. Kanun bunu iktiza eder. Ama Allah dilerse içindekilere hiçbir şey olmaz.

Bir selin hücumuna kapılan boğulur ve ölür. Kanun bunu iktiza eder. Ama Allah dilerse bir damla su yutmadan sahil-i selamete çıkar.

10 şiddetinde bir deprem olsa bütün binalar yıkılır, yerle bir olur. Kanun bunu iktiza eder. Ama Allah dilerse küçücük bir kulübe âdeta depreme meydan okur, ayakta dimdik kalır.

Aç ve susuz kalan hayvan ölür. Kanun bunu iktiza eder. Ama Allah dilerse, onu çölün ortasında, suyun ve yiyeceğin olmadığı bir yerde yıllarca yaşatır da ona hiçbir şey olmaz.

Evet, Allah dilerse, âciz ve fakir bir kuluna ve mahlukuna kanunların fevkinde muamele eder. Onun için, kışta baharı yaratır; gecede gündüzü icat eder. İşte bu, Allah’ın ihsanat-ı hususiyesi ve imdadat-ı hâssasıdır. Yani ona bütün kanunların fevkinde merhametiyle muamele etmesidir.

Çünkü bu âlemin tedbiri, kanunların ve unsurların elinde değil, Allah’ın elindedir. Allah’ın, her bir mahlukuna karşı bir rububiyet-i hususiyesi vardır. Ona umumi kanunların hükmüyle değil, rahmetinin iktizasıyla muamele eder.

– Evet, her şeyin tedbiri Allah’ın kudret elindedir.

– Her şeyin derdini bizzat Allah dinler ve işitir.

– Her şeyin hakiki maliki O’dur.

– Her şeyin hakiki sahibi O’dur.

– Her şeyin hakiki hamisi O’dur…

Üstadımız dedi ki: Bunu sırr-ı Kur’an ve nur-u iman ile bildim.

Demek Üstadımız bu manaları Kur’an’dan süzmüş ve bu manalar Kur’an’da mevcut. O hâlde biz de şimdi Kur’an’ın kapısını çalalım ve bu manayı birkaç ayet üzerinde tefekkür edelim:

وَاِنْ يُرِدْكَ بِخَيْرٍ فَلاَ رَادَّ لِفَضْلِه 

“Eğer Allah senin hakkında bir hayır murad ederse, O’nun fazlını çevirecek hiç kimse yoktur.” (Yunus 107)

Evet, Allahu Teâlâ bir kulu ve mahluku hakkında bir hayır murad etse; ne kanunlar, ne unsurlar, ne hadisat ve ne de bir başkası, Allah’ın fazlına engel olamaz. Allahu Teâlâ o kuluna ihsanat-ı hususiyesiyle imdat eder.

Başka bir ayet:

وَرَحْمَتِي وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍ 

“Rahmetim her şeyi kapladı.” (A’raf 156)

Rabbimiz, rahmetinin her şeyi kapladığını söylüyor. Bütün zihayat Allah’ın rahmeti içindedir. O’nun rahmetine dâhil olanın daha ne derdi olur? O rahmet her derde kâfi ve her musibete vâfidir.

Başka bir ayet:

وَمَا مِنْ دَابَّةٍ فِي الْاَرْضِ اِلَّا عَلَى اللَّهِ رِزْقُهَا 

“Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki rızkı Allah’ın üzerine olmasın.” (Hûd 6)

Buna benzer başka bir ayet:

وَكَاَيِّنْ مِنْ دَابَّةٍ لاَ تَحْمِلُ رِزْقَهَا اللَّهُ يَرْزُقُهَا وَاِيَّاكُمْ 

“Rızkını taşımayan (taşımaktan âciz) nice canlılar vardır ki onları da sizi de Allah rızıklandırıp besliyor.” (Ankebut 60)

Evet, her şeyin rızkı Allah’ın taahhüdü altındadır. Öyle ise şu mahlukata bakıp, “Bunlar ne yer? Ne içer? İhtiyaçlarını kim karşılar?” diye düşünmeye, endişe etmeye mahal yok. Çünkü Allah hepsinin sahibidir, malikidir ve hamisidir.

Kur’an bunlar gibi onlarca ayetiyle, Allah’ın rahîmâne rububiyetini gösteriyor ve her şeyin dizgininin Allah’ın elinde olduğunu ders veriyor.

Madem şu zihayat Allah’ın hem mülküdür hem memlûküdür, o hâlde onlara haddinden fazla acımak ve onlara ne olacağı endişesiyle yanıp tutuşmak beyhudedir. Onların bir sahibi ve maliki var. O Malik ki hem rahmandır, hem rahîmdir, hem de nihayetsiz hakîmdir!

Üstad Hazretleri bu dersi Kur’an’dan ve imandan almış; bununla da ruhunun feryadını ve kalbinin vaveylâsını susturmuş. Cenab-ı Mevla bizlere de âleme bu nazarla bakmayı nasip etsin. Âmin.

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin