a
Ana Sayfaİkinci Şua28. Şirk öyle bir cürümdür ki her bir mahlukun hakkına ve şerefine ve haysiyetine bir tecavüzdür…

28. Şirk öyle bir cürümdür ki her bir mahlukun hakkına ve şerefine ve haysiyetine bir tecavüzdür…

İkinci Şua mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:

İşte  اِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظٖيمٌ  ayeti, şirkte hadsiz ve çok büyük bir zulüm bulunduğunu ifade ile bildirir. (2. Şua)

Ayet-i kerimede, “Şüphesiz şirk büyük bir zulümdür.” buyrulmuş.  Zulüm, başkasının hukukuna tecavüz etmektir. Zulmün bu manasıyla, şirk en büyük bir zulümdür; çünkü mahlukatın hukukuna bir tecavüzdür. Bu tecavüzün çok cihetleri vardır. Mesela:

– Her bir varlık Allah’ın varlığına ve birliğine lisan-ı hâliyle şehadet eder. Kâfir bu şehadeti tekzip etmekle mahlukatı yalancılıkla itham eder. Bu, büyük bir zulümdür.

– Yine her bir varlık Allahu Teâlâ’yı tesbih eder. Kâfir, mahlukatın bu tesbihatını inkâr eder. İşte bu, büyük bir zulümdür.

– Yine her bir varlık bir kitab-ı Rabbânî ve bir kaside-i Sübhânîdir. Kâfir, varlıkların bu manasını inkâr eder; onları manasızlıkla itham eder. İşte bu, büyük bir zulümdür.

– Kâfirin bir başka zulmü de varlıkların kıymetini tahkir etmektir. Bu zulüm üzerine biraz konuşalım:

İman öyle bir bağdır ki hem insanı hem tüm varlıkları, sânîleri olan Allah’a bağlar. O bağ sebebiyle, her bir mahluk üzerinde Allah’ın isimleri ve o isimlerin nakışları ortaya çıkar. Tüm varlıklar bu cihette, Allah’ın antika bir sanatı, kudretinin mucizesi ve isimlerinin bir âyinesidir.

Mahlukat Allah’ın sanatı olmak, O’nun mucize-i kudreti ve esmasının âyinesi olmak hasebiyle bir kıymet kazanır.

Küfür ise Allah ile mahlukat arasındaki bu bağı koparır. Çünkü Allah’ı inkâr eden bir kâfirin nazarında tüm varlıklar tabiatın, esbabın ve tesadüfün elinde bir oyuncaktır. Bir sanatkârları yoktur ki ona nispet edilerek bir kıymet kazansınlar.

Şu nokta önemlidir: Eser kıymetini sanatkârından alır. Mesela antika bir resmin, maddesi itibarıyla 5 kuruşluk bir kıymeti varken, sanatkârına nispet edilse bir milyon kıymet kazanır.

Yine antika bir kılıç düşünelim… Bu kılıcı demirciler çarşısına götürsek maddesi itibarıyla 10 lira paha biçilirken, antikacılar çarşısına götürüp maharetli sanatkârına veya gerçek sahibine nispet etsek milyonlar kıymet kazanır ve o fiyata satılabilir.

İşte insanlar, hayvanlar, bitkiler ve her bir mahluk; Allah’ın sanatı, kudretinin mucizesi ve esmasının aynası olmakla bir kıymet kazanır.

Kâfir ise Allah’ın yarattığı ve binbir hikmetle icad ettiği mahlukatı çürümeye mahkûm, cansız, ruhsuz, gayesiz bir madde yığını olarak görmekle büyük bir zulüm işlemiş olmuş. Kâfir, mahlukatın kıymetini inkâr etmekle ve kıymetlerini binden bire düşürmekle onların hukukuna öyle bir haksızlık ve öyle bir zulüm etmiştir ki akıl bu cinayetin büyüklüğünü kavramaktan âcizdir.

Şu noktaya bir daha çekmek istiyorum: Her bir varlık, ona ancak Allah hesabına bakıldığında bir değer ve kıymet kazanır. Hikmetle yazılmış bir kitap karanlıkta okunamadığı gibi, kitap hükmünde olan varlıklar da küfrün karanlığıyla okunamaz ve kıymetsizlikle itham edilir.

Mesela bir çiçek, Allah’ın icadı ve eser-i sanatı olmakla kâinat kadar bir kıymet kazanırken, kâfirin nazarında koklanıp atılacak bir şey derekesine düşer.

Bir kuş, Allah’ın isimlerine ayna olmakla sonsuz bir kıymete ulaşırken, kâfirin nazarında, tesadüfen oluşmuş kıymetsiz bir varlık olarak kalır.

Gökteki güneş, Allah’ın esmasının bahusus “Nur” isminin parlak bir âyinesi iken, kâfirin nazarında, gökyüzünde dolaşan serseri bir ateş topu olur.

İnsan ise Allah’ın ekser esmasına ayna olmakla bir mucize-i kudret iken, Allah’ın yeryüzünde halifesi ve muhatabı iken, kâfirin nazarında, tesadüfen oluşmuş, düşünen bir hayvan derekesine iner.

Bu öyle büyük bir cinayet ve öyle bir zulümdür ki bunu ancak tek bir şey temizler. O şeyi Üstadımız şöyle beyan ediyor:

Şirk öyle bir cürümdür ki her bir mahlukun hakkına ve şerefine ve haysiyetine bir tecavüzdür. Ancak onu cehennem temizler. (2. Şua)

Evet, şirki ve küfrü ancak cehennemim ateşi temizler. Yaşasın zalimler için cehennem!

Birinci Meyvenin mütalaası burada tamamlandı. Rabbimize sonsuz hamdüsena olsun, bizlere böyle kıymetli bir eseri mütalaa ettirdi, yaralarımıza merhem sürdü. Cenab-ı Hak, bu meyvede bahsi geçen hakikatlere bizleri vasıl eylesin. Bizi kendine kul, Habibine ümmet etsin. Âmin.

Şu meseleyi de izah edeyim:

Belki bu eserin tamamını niçin şerh etmediğimi merak ediyorsunuzdur. Sizi merakta bırakmayayım, sebebi söyleyeyim:

Aslında şerhe başlarken tamamını şerh etmek üzere yola çıktım. Ancak sonraları gönlüme başka bir şey girdi. Bu şey beni başka bir yola çekiyor; ona irademle karşı koyamıyorum. O şey şudur:

Mesnevi-i Arabî’nin ve Arabî İşârâtü’l-İ’caz’ın kırık meal usulüyle tercümesini ve şerhini yapmak hususunda gönlümde bir arzu doğdu. Bu arzuya karşı koyamıyorum. Hatta bu arzu Birinci Meyvenin ortalarında gönlüme geldi. Meyvenin mütalaasını yarıda kesmemek için buraya kadar sabrettim.

İnşallah Cenab-ı Hak ömür verir ve nasip ederse, Mesnevi-i Arabî’nin ve Arabî İşârâtü’l-İ’caz’ın tercüme ve şerhinin bitirdikten sonra tekrar bu risalenin şerhine döneceğim. Niyetim bu…

Ola ki ölüm gelip kalemime set çekerse, Allahu Teâlâ bana niyetimle muamele etsin ve beni yapmışlardan kabul eylesin. Âmin.

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin