a
Ana Sayfaİkinci Şua36. Ve fena ve zevalde kaybolan mevcudatın neticeleri ve hüviyetleri ve mahiyetleri…

36. Ve fena ve zevalde kaybolan mevcudatın neticeleri ve hüviyetleri ve mahiyetleri…

İkinci Şua mütalaasına devam ediyoruz:

“Ve fena ve zevalde kaybolan mevcudatın neticeleri ve hüviyetleri ve mahiyetleri ve ruhları ve tesbihatları gibi çok vücudları kendilerine bedel âlem-i şehadette bırakıp sonra gittikleri bilinir.”

Bu bilgiyi Üstad Hazretleri Onuncu Söz’de şöyle beyan ediyor:

Beşinci Esas: Hem anlarsın ki şu fâni masnuat fena için değil, bir parça görünüp mahvolmak için yaratılmamışlar… Belki vücudda kısa bir zaman toplanıp, matlub bir vaziyet alıp ta suretleri alınsın, timsalleri tutulsun, manaları bilinsin, neticeleri zapt edilsin… Mesela ehl-i ebed için daimî manzaralar nescedilsin. Hem âlem-i bekada başka gayelere medar olsun.

(Masnuat: Sanat eserleri / Matlub: İstenilen)

Eşya beka için yaratıldığını, fena için olmadığını, belki sureten fena ise de tamam-ı vazife ve terhis olduğu bununla anlaşılıyor ki fâni bir şey bir cihetle fenaya gider, çok cihetlerle baki kalır.

Mesela kudret kelimelerinden olan şu çiçeğe bak ki kısa bir zamanda o çiçek tebessüm edip bize bakar, der-akab fena perdesinde saklanır… Fakat senin ağzından çıkan kelime gibi, o gider fakat binler misallerini kulaklara tevdi eder. Dinleyen akıllar adedince, manalarını akıllarda ibka eder… Çünkü vazifesi olan ifade-i mana bittikten sonra… kendisi gider fakat onu gören her şeyin hafızasında zahirî suretini ve her bir tohumunda manevi mahiyetini bırakıp öyle gidiyor… Güya her hafıza ile her tohum, hıfz-ı ziyneti için birer fotoğraf ve devam-ı bekası için birer menzildirler.

(Der-akab: Hemen akabinde / İbka: Bakileştirmek / Hıfz-ı ziynet: Süsün korunması ve saklanması)

En basit mertebe-i hayatta olan masnu böyle ise en yüksek tabaka-i hayatta ve ervah-ı bakiye sahibi olan insan, ne kadar beka ile alâkadar olduğu anlaşılır… Çiçekli ve meyveli koca nebatatın bir parça ruha benzeyen her birinin kanun-u teşekkülatı, timsal-i sureti; zerrecikler gibi tohumlarda kemal-i intizamla, dağdağalı inkılablar içinde ibka ve muhafaza edilmesiyle… gayet cemiyetli ve yüksek bir mahiyete malik, haricî bir vücud giydirilmiş, zîşuur, nurani bir kanun-u emrî olan ruh-u beşer; ne derece beka ile merbut ve alâkadar olduğu anlaşılır.

(Masnu: Sanat eseri / Kanun-u teşekkülat: Meydana geliş kanunu / Timsal-i suret: Suretinin örneği / Merbut: Bağlı)

Ana metinden uzaklaşmamak için bu kısmın şerhine girişmeyeceğiz. Mütalaasını ve tefekkürünü sizlere havale ediyoruz. Zaten metin açık. Şu kadar deriz ki:

Üstad Hazretlerine bu keşfi yaptıran ve eşyaya bu dürbünle baktırtan şey sırr-ı vahdettir. Zira ancak sırr-ı vahdet sayesinde fena ve zevalde kaybolan mevcudatın neticeleri ve hüviyetleri ve mahiyetleri ve ruhları ve tesbihatları gibi çok vücudları kendilerine bedel âlem-i şehadette bırakıp sonra gittikleri bilinir. Sırr-ı vahdet olmazsa bu hakikat gizlenir ve kaybolur.

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin