a
Ana Sayfaİkinci Şua29. Sırr-ı vahdetle kâinatın kemâlâtı tahakkuk eder

29. Sırr-ı vahdetle kâinatın kemâlâtı tahakkuk eder

İkinci Şua mütalaasına devam ediyoruz:

TEVHİDİN İKİNCİ MEYVESİ

“Birinci Meyve Hâlık-ı kâinat olan Zat-ı Akdes’e baktığı gibi, İkinci Meyve dahi kâinatın zatına ve mahiyetine bakar. Evet, sırr-ı vahdetle kâinatın kemâlâtı tahakkuk eder.”

Kâinat ve içindeki eşya; Allah’ın masnuu olmakla, esmasına ayna olmakla ve ef’aline mazhar olmakla kemal kazanır. Mahlukatın kemâlâtı mana-yı ismî cihetinde değil, mana-yı harfî cihetindedir.

Bu ise sırr-ı vahdetle ortaya çıkar. Eşyaya vahdet dürbünüyle bakılırsa, her mahluk bir mektûb-u Samedânî, bir kaside-i Rabbânî ve bir ayine-i esmâ-i İlahî şeklinde gözükür.

Eğer sırr-ı vahdet ile bakılmazsa bütün kıymeti madde itibarıyla olur. Madde ise hem fâniye hem zâile hem muvakkat bir hayat-ı hayvanî olduğundan kıymeti hiç hükmündedir.

Üstad Hazretleri bu meseleyi Yirmi Üçüncü Söz’de şöyle izah ediyor:

“İnsanların sanatları içinde nasıl ki maddenin kıymeti ile sanatın kıymeti ayrı ayrıdır. Bazen müsavi, bazen madde daha kıymettar, bazen oluyor ki beş kuruşluk demir gibi bir maddede beş liralık bir sanat bulunuyor. Belki bazen, antika olan bir sanat, bir milyon kıymeti aldığı hâlde, maddesi beş kuruşa da değmiyor. İşte öyle antika bir sanat, antikacıların çarşısına gidilse, hârika-pîşe ve pek eski hünerver sanatkârına nisbet ederek o sanatkârı yâd etmekle ve o sanatla teşhir edilse bir milyon fiyatla satılır. Eğer kaba demirciler çarşısına gidilse beş kuruşluk bir demir pahasına alınabilir…” (Yirmi Üçüncü Söz)

(Hârika-pîşe: Harika işler yapan / Hünerver: Hünerli)

Demek eşyanın iki yüzü var. Bir yüzü maddesi, diğer yüzü manası… Maddesi itibarıyla kıymeti hiç hükmündedir. Mesela insanın maddesine bakalım. Vücut kütlemizin yüzde 99’a yakını şu altı elementten oluşuyor:

Oksijen %65

Karbon %18

Hidrojen %10

Nitrojen %3

Kalsiyum %1,4

Fosfor %1,1

Bu maddeleri satın almaya kalksak çok ucuza alırız. Demek insan, maddesi itibarıyla bir hiç hükmündedir. Manası cihetiyle ise hadsiz kıymettedir. Onu böyle kıymettar yapan şey Allah’ın eser-i sanatı olmasıdır. Sırr-ı tevhid her mahluku Allah’a nispet eder; bununla da eşyanın kemâlâtı tahakkuk eder.

Ben bu hakikatin kendi dünyamdaki aksini şöyle gördüm; iki misalle anlatayım:

Bir vakit apartmanımızı karasinekler basmıştı. Apartmanın girişindeki duvar neredeyse sineklerle kaplıydı. O vakitlerde bir gün kızımla apartmana girdik. Kızım sineklerden tiksinerek ve sineklere hakaret ederek hızlıca merdivenlerden çıktı. Ben ise yavaşça ve sinekleri seyrederek çıktım. Eve girdiğimde kızımı karşıma alıp şöyle nasihat ettim:

— Evladım, senin tiksindiğin o sinekler var ya, onlar Rabbimizin birer mektubu ve şirin bir kitabıdır. Bak, Allahu Teâlâ o sineği yarattı; bununla o sinekte Hâlık ismi tecelli etti… Sineğe hayat verdi; bununla Muhyi ismi tecelli etti… Sineğe uçmasını ve vazifesini öğretti; bununla Rab ismi tecelli etti… Sineğe suret verdi; bununla Musavvir ismi tecelli etti… Sineği besledi; bununla Rezzak ismi tecelli etti… Daha bunlar gibi onlarca isim sinekte tecelli etti; sinek bu tecellilerin sayesinde Rabbimizin antika bir eseri oldu. Şimdi sen Allah’ın böyle antika bir eserinden iğrensen ve onun kemalini inkâr etsen, sinek yarın mahşer günü senden şikâyetçi olmaz mı? Sen sineğe maddesi cihetiyle değil, manası cihetiyle bak ve ondaki kemâlâtı gör…

Diğer bir hatıram:

Bir vakit dostlarımla pikniğe gitmiştik. Bir de bir dostumuzun arkadaşı gelmişti. Bu kişi arabasının arkasından tüfeğini çıkarıp ağaca ateş etmeye başladı. Ağaca nişan alıyor, dallarına ve gövdesine ateş ediyordu. Hemen ona seslendim, “Dur kardeşim, ne yapıyorsun?” dedim. Sonra da oturtup şöyle nasihat ettim:

— Bir sanatkârın milyonlar kıymette bir eseri olsa; sen bu esere ateş eder misin? Herhâlde etmez, ona gözün gibi bakardın. Bak, bu ağaç Rabbimizin bir sanat eseridir. Hem öyle bir eserdir ki taklidi mümkün değildir. Bütün dünya toplansa, değil bu ağacı yapmak, bir yaprağını bile yapamaz. Böyle bir sanat eserine hiç ateş edilir mi?.. Hem sen bu ağaca bir odun gözüyle bakıyorsun. Hâlbuki bu ağaç Allah’ın binbir ismini kendinde cemetmiş ve bununla esmâ-i hüsnanın şirin bir kitabı olmuş. Dilersen gel, bir parça bu kitabı okuyalım: Bak, bu ağaç yok idi var oldu. Varlığı ile Allah’ın Mûcid, Mübdi, Hâlık ve Mükevvin isimlerine ayna oldu… Allah bu ağaca hayat verdi. Hayatı ile Muhyi ismine ayna oldu… Allah bu ağacı besledi. Beslenmesi ile Rezzak, Rahman, Münevvil ve Mukît isimlerine ayna oldu… Sanatlı vücuduyla Sâni ismine, hikmetli cihazlarıyla Hakîm ismine ve suretiyle Musavvir ve Fettah ismine ayna oldu… Vücudunda onlarca maddenin toplanmasıyla Câmi ismine, rengiyle Mülevvin ismine ve diğer ağaçlara benzememesiyle Mufassıl ismine ayna oldu… Bir çekirdekten çıkartılmakla Fâlik ismine, her ihtiyacının karşılanmasıyla Rahim, Vehhab ve Muhsin isimlerine ayna oldu… Hâlden hâle şekilden şekle sokulmasıyla Muhavvil, Mükemmil ve Mübeddil isimlerine ayna oldu… Çekirdeği ile Evvel ismine, son şekliyle Ahir ismine, varlığıyla Zahir ismine ve içinde çalışan fabrikayla Bâtın ismine ayna oldu… Yapan elbette yaptığını bilecek; kudreti onu yapmaya yetecek; yaptığını görecek ve yapmayı irade edecek. Bütün bunlarla bu ağaç; Allah’ın Alîm, Kadîr, Basîr ve Mürîd isimlerine ayna oldu. Daha bunlar gibi onlarca isme ayna oldu, mazhar oldu. Kardeşim, böyle bir aynaya hiç ateş edilir mi?..

Şimdi anlıyorum ki: Bana bu konuşmaları yaptırtan şey, Risale-i Nurların dersiyle sırr-ı tevhidin ruhumda inkişaf etmesi ve bu sayede eşyanın kemâlâtını keşfetmemdir. Bu dersler sayesinde eşyanın kemâlâtı ruhumuzda öyle inkişaf etmiş ki bir ağaç bizlere Mona Lisa tablosundan daha kıymetli geliyor. Bu dersleri okumamış olanlar ise koca ormanı yakıyor da zerre miskal vicdanları sızlamıyor!..

“Sırr-ı vahdetle kâinatın kemâlâtı tahakkuk eder.” cümlesinin mütalaasını şununla bitireyim:

Geçenlerde evimizin balkonunda kahvaltı yaparken bir bal arısı bizlere misafir geldi ve sofradaki yiyeceklere konup nasibini almaya çalıştı. Ancak hareketlerimizden ürküp bir türlü nasibine ulaşamadı ve rahat edemedi. Ben eşime dedim: “Hanım, bize bir misafir geldi. Şuna azıcık bal getir de şu uzak yere koyalım, hayvancık rahatça yesin…”

Bal arısını bana misafir suretinde gösteren ve ona küçük bir sofra hazırlatan şey, Risale-i Nurlardaki iman dersi ve eşyanın kemâlâtına dair beyanlardır.

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin