a
Ana Sayfaİkinci Şua82. İkinci alamet ve hüccet ki “lâ şerike lehû” kelimesini intac ediyor. Bütün kâinatta zerrelerden…

82. İkinci alamet ve hüccet ki “lâ şerike lehû” kelimesini intac ediyor. Bütün kâinatta zerrelerden…

İkinci Şua mütalaasına devam ediyoruz:

İKİNCİ ALAMET VE HÜCCET

“İkinci alamet ve hüccet ki  لَا شَرِيكَ لَهُ  kelimesini intac ediyor. Bütün kâinatta zerrelerden ta yıldızlara kadar her şeyde kusursuz bir intizam-ı ekmel ve noksansız bir insicam-ı ecmel ve zulümsüz bir mizan-ı âdilin bulunmasıdır. Evet, kemal-i intizam, insicam-ı mizan ise yalnız vahdetle olabilir. Müteaddid eller bir tek işe karışırsa karıştırır.”

(İntac etme: Sonuçlandırma, icap ettirme / İntizam-ı ekmel: En mükemmel intizam / İnsicam: Benzer nesneler veya bir bütünü oluşturan parçalar arasındaki uyum / İnsicam -ı ecmel: En güzel insicam / Mizan-ı âdil: Adil olan zatın ölçüsü / Kemal-i intizam: Mükemmel intizam / İnsicam-ı mizan: Ölçüdeki ahenk ve düzgünlük)

Kemal-i intizam ve insicam-ı mizan yalnız vahdetle olabilir. Müteaddid eller bir tek işe karışırsa karıştırır. Mesela bazen trenlerin çarpıştığını duyarız. Bunun sebebi, hareket memurlarının farklı oluşu ve bu memurların birbirlerinden habersiz oluşudur. Eğer her iki treni de aynı zat idare etseydi asla çarpışma olmazdı.

Aynı şekilde, trafik kazalarında da vasıtaları farklı şoförlerin kullanması kazaya sebeptir.

Şu kâinatın hiçbir yerinde ise bir trafik kazası olmuyor, bir yıldız başka bir yıldıza çarpmıyor ve intizam bozulmuyor. İşte bu hâl ispat eder ki kâinat tek bir zat tarafından idare ediliyor; her şeyi o zat sevk ve idare ediyor. Eğer farklı eller bir işe karışsaydı karışıklık olurdu. Bu hakikati Kur’an şöyle beyan ediyor:

لَوْ كَانَ فِيهِمَا اٰلِهَةٌ اِلَّا اللّٰهُ لَفَسَدَتَا

“Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka ilahlar olsaydı her iki fesada uğrardı.” (Enbiya 22) Yani yer ve göklerin nizamı bozulur, düzeni ve dengesi altüst olurdu.

Demek kâinattaki intizam, Allah’ın varlığını ve birliğini güneş gibi ispat eder.

Üstad Hazretleri, kâinatta gözüken intizam-ı ekmeli, insicam-ı ecmeli ve mizan-ı âdili metnin devamında örnekleriyle izah ediyor. Bu hakikatleri Üstadımızın ifadeleri üzerinden mütalaa edelim. (Gelecek cümlelerin manası açık olduğundan izahına gerek duymuyoruz. Sizler her cümle üzerinde, yapılması gereken tefekkürü yaparsınız.)

“Sen gel, bu intizamın haşmetine bak ki bu kâinatı gayet mükemmel öyle bir saray yapmış ki her bir taşı bir saray kadar sanatlı…

Ve gayet muhteşem öyle bir şehir etmiş ki hadsiz olan vâridat ve sarfiyatı ve nihayetsiz kıymettar malları ve erzakı, bir perde-i gaybdan kemal-i intizamla vakti vaktine umulmadığı yerlerden geliyor…

(Vâridat: Gelirler / Perde-i gayb: Gayb perdesi / Kemal-i intizam: Mükemmel intizam)

Ve gayet manidar öyle mucizane bir kitaba çevirmiş ki her bir harfi yüz satır… ve her bir satırı yüz sahife… ve her sahifesi yüz bab… ve her babı yüz kitap kadar manaları ifade eder…

(Manidar: Anlamlı)

Hem bütün babları, sahifeleri, satırları, kelimeleri, harfleri birbirine bakar, birbirine işaret ederler

Hem sen gel, bu intizam-ı acib içinde şu tanzimin kemaline bak ki bu koca kâinatı tertemiz medeni bir şehir… belki temizliğine gayet dikkat edilen bir güzel kasır… belki yetmiş süslü hulleleri birbiri üstüne giymiş bir huri’l-în… belki yetmiş latif ziynetli perdelere sarılmış bir gül goncası gibi pak ve temizdir…

(İntizam-ı acib: Acayip intizam / Tanzim: Nizama koyma / Kasır: Saray / Hulle: Elbise / Huri’l-în: Güzel gözlü cennet kızı)

Hem sen gel, bu intizam ve nezafet içindeki bu mizanın kemal-i adaletine bak ki bin derece büyütmekle ancak görülebilen küçücük ve incecik mahlukları ve huveynatı ve bin defa küre-i arzdan büyük olan yıldızları ve güneşleri, o mizanın ve o terazinin vezniyle ve ölçüsüyle tartılır ve onlara lazım olan her şeyleri noksansız verilir…

(Nezafet: Temizlik / Huveynat: Gözle görülemeyecek kadar küçük olan hayvancıklar, mikroplar / Vezin: Ölçü, tartı)

Ve o küçücük mahluklar, o fevkalade büyük masnular ile beraber, o mizan-ı adalet karşısında omuz omuzadırlar. Hâlbuki o büyüklerden öyleleri var ki eğer bir saniye kadar muvazenesini kaybetse muvazene-i âlemi bozacak ve bir kıyameti koparacak kadar bir tesir yapabilir…

(Masnu: Sanatla yapılmış eser / Muvazene: Denge / Muvazene-i âlem: Âlemin dengesi)

Hem sen gel, bu intizam, nezafet, mizanın içinde, bu fevkalade cazibedar cemale ve güzelliğe bak ki bu koca kâinatı gayet güzel bir bayram ve gayet süslü bir meşher ve çiçekleri yeni açılmış bir bahar şeklini vermiş…

(Nezafet: Temizlik / Mizan: Ölçü / Cemal: Güzellik / Meşher: Teşhir yeri, sergi)

Ve koca baharı gayet güzel bir saksı, bir gül destesi yapmış ki her bahara, zeminin yüzünde mevsim be-mevsim açılan yüz binler nakışlı bir muhteşem çiçek suretini vermiş ve o baharda her bir çiçeği çeşit çeşit ziynetlerle güzelleştirmiş…

(Mevsim be-mevsim: Mevsimden mevsime)

Evet, nihayet derecede hüsün ve cemalleri bulunan esma-i hüsnanın güzel cilveleriyle, kâinatın her bir nevi, hatta her bir ferdi, kabiliyetine göre öyle bir hüsne mazhar olmuşlar ki Hüccetü’l-İslam İmam-ı Gazzalî demiş:  لَيْسَ فِى الْاِمْكَانِ اَبْدَعُ مِمَّا كَانَ  Yani “Daire-i imkânda bu mükevvenattan daha bedi daha güzel yoktur.”

(Hüsün: Güzellik / Cemal: Güzellik / Mükevvenat: Varlıklar, mahlukat)

İşte bu muhit ve cazibedar olan hüsün… ve bu umumi ve harikulade nezafet… ve bu müstevli ve şümullü ve gayet hassas mizan… ve bu ihatalı ve her cihette mucizane intizam ve insicam… vahdete ve tevhide öyle bir hüccettir, bir alamettir ki gündüzün ortasındaki ziyanın güneşe işaretinden daha parlaktır.”

(Muhit: Kuşatan / Hüsün: Güzellik / Nezafet: Temizlik / Müstevli: İstila eden / Şümullü: Kapsamlı / İnsicam: Benzer nesneler veya bir bütünü oluşturan parçalar arasındaki uyum)

Üstad Hazretleri saydı saydı ve en sonunda neticeyi tevhide bağladı. Emsalsiz bir izah ve misilsiz bir beyan!..

Şerh, malumu ilam etmek değil, gizli ve kapalı bir manayı ortaya koymaktır. Mezkûr cümleleri defaatle okudum ancak şerhi gerektiren bir nokta bulamadım. Elbette manaya dair çok şeyler yazılabilir. Ancak bütün yazılanlar malumun ilamı olur. Mesela birinci cümle olan, “Sen gel, bu intizamın haşmetine bak ki bu kâinatı gayet mükemmel öyle bir saray yapmış ki her bir taşı bir saray kadar sanatlı…” cümlesini ele alalım:

Bu cümleyi şerh etmek değil, üzerinde tefekkür etmek gerekir. Bu tefekkürde kâinatı bir saray suretinde tasavvur etmeli; her mahluku bu sarayın bir taşı kabul etmeli; kuştan balığa, çiçekten ağaca, zerreden şemse kadar, her bir eşya üzerindeki İlahî sanatı tefekkür etmeli ve bu sarayın her bir taşının bir saray kadar sanata mazhar olduğu nefse tasdik ettirmeli… Bunu da herkes enfüsi tefekkürle ve tezekkürle yapmalı.

Diğer cümleler de bu cümle gibi. Şerhe ihtiyaçları yok; belki üzerlerinde tefekküre ihtiyaç var.

Bu cümlelerin tefekkürü en az bir günümüzü almalı. Madde madde ilerlemeli ve en sonunda tevhidi nefse ve şeytana ikrar ettirmeli. Eğer inat edip ikrar etmezlerse ilzam etmeli…

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin