a
Ana Sayfaİkinci Şua84. Amma fena ve zeval ve mevt ise Yirmi Dördüncü Mektup’ta gayet kuvvetli…

84. Amma fena ve zeval ve mevt ise Yirmi Dördüncü Mektup’ta gayet kuvvetli…

İkinci Şua mütalaasına devam ediyoruz. Önceki dersimizde şu bölümü okumuştuk:

“Bu makamda diyorsun ki kâinatı hüsün ve cemal ve güzellik ve adalet ihata etmiştir. Hâlbuki gözümüz önünde bu kadar çirkinliklere ve musibetlere ve hastalıklara ve beliyyelere ve ölümlere ne diyeceksin?”

Üstad Hazretleri çirkinliklerin, musibetlerin, hastalıkların ve beliyyelerin bir hikmetini izah edip bunların kâinattaki hüsün ve cemali bozmadığını, bilakis açığa çıkardığını; bu sebeple de hüsn-ü bilgayr olduğunu beyan etti. Bunların mütalaasını önceki derste yapmıştık. Ölüm hakkında ise şöyle diyor:

“Amma fena ve zeval ve mevt ise Yirmi Dördüncü Mektup’ta gayet kuvvetli ve kat’î burhanlar ile ispat edilmiş ki, onlar umumi rahmete ve ihatalı hüsne ve şümullü hayra münafi değiller, belki muktezalarıdırlar.”

(Fena: Yok olma / Zeval: Yok oluş / Mevt: Ölüm / Şümullü: Kapsamlı / Münafi: Zıt / Mukteza: Bir şeyin gereği olan)

Mezkûr cümleyi şu metinler üzerinden mütalaa edebiliriz:

“Mevt idam değil, hiçlik değil, fena değil, inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedî değil, adem değil, tesadüf değil, failsiz bir in’idam değil. Belki bir Fâil-i Hakîm-i Rahîm tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Saadet-i ebediye tarafına, vatan-ı aslîlerine bir sevkiyattır. Yüzde doksan dokuz ahbabın mecmaı olan âlem-i berzaha bir visal kapısıdır.” (Yirminci Mektup)

(İnkıraz: Bitip tükenip yok olma / Firak-ı ebedî: Ebedî ayrılık / Adem: Yokluk / İn’idam: Yok olma / Mecma: Toplanma yeri / Visal: Kavuşma)

“Ey insan! Fenaya, ademe, hiçliğe, zulümata, nisyana, çürümeye, dağılmaya ve kesrette boğulmaya gittiğinizi tevehhüm edip düşünmeyiniz. Siz fenaya değil, bekaya gidiyorsunuz. Ademe değil, vücud-u daimîye sevk olunuyorsunuz. Zulümata değil, âlem-i nura giriyorsunuz. Sahip ve Mâlik-i Hakiki’nin tarafına gidiyorsunuz ve Sultan-ı Ezelî’nin payitahtına dönüyorsunuz. Kesrette boğulmaya değil, vahdet dairesinde teneffüs edeceksiniz. Firaka değil, visale müteveccihsiniz.” (Yirminci Mektup)

(Fena: Yok olma / Adem: Yokluk / Zulümat: Karanlıklar / Nisyan: Unutulma / Kesret: Çokluk / Firak: Ayrılık)

“En evvel herkesi korkutan, en korkunç tevehhüm edilen ölümün yüzüne baktım. Nur-u Kur’an ile gördüm ki ölümün peçesi gerçi karanlık, siyah, çirkin ise de fakat mümin için asıl siması nuranidir, güzeldir gördüm. Ve çok risalelerde bu hakikati kat’î bir surette ispat etmişiz. Sekizinci Söz ve Yirminci Mektup gibi çok risalelerde izah ettiğimiz gibi ölüm; idam değil, firak değil belki hayat-ı ebediyenin mukaddimesidir, mebdeidir ve vazife-i hayat külfetinden bir paydostur, bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Berzah âlemine göçmüş kafile-i ahbaba kavuşmaktır ve hâkeza… Bunlar gibi hakikatler ile ölümün hakiki güzel simasını gördüm. Korkarak değil belki bir cihetle müştakane mevtin yüzüne baktım. Ehl-i tarikatça rabıta-i mevtin bir sırrını anladım.” (Yirmi Altıncı Lem’a)

(Mukaddime: Giriş / Mebde: Başlangıç / Müştakane: Can atarcasına, çok isteyerek)

Risale-i Nurlarda ölümün rahmet olmasıyla ilgili yüzlerce yer var. Biz bunlarla iktifa edip metne devam edelim:

“Hatta şeytanın dahi manevi terakkiyat-ı beşeriyenin zembereği olan müsabakaya ve mücahedeye sebep olduğundan o nevin icadı dahi hayırdır, o cihette güzeldir.”

Zemberek: Saatin çeşitli parçalarını harekete geçiren yaydır. İnsanın manevi terakkiyatının zembereği de şeytanla müsabaka ve mücahededir.

Bu mesele On İkinci Mektup’ta izah edilmiş. Meseleyi oradan okuyalım:

“İkinci Sualiniz: Şeytanların halkı ve icadı ne içindir? Cenab-ı Hak, şeytanı ve şerleri halk etmiş, hikmeti nedir? Şerrin halkı şerdir, kabihin halkı kabihtir?

(Halk: Yaratılma, yaratma / Kabih: Çirkin, kötü)

Elcevab: Hâşâ! Halk-ı şer, şer değil belki kesb-i şer şerdir. Çünkü halk ve icad, bütün netaice bakar; kesb, hususi bir mübaşeret olduğu için hususi netaice bakar.

(Halk-ı şer: Şerrin yaratılması / Kesb-i şer: Şerri işlemek / Netaice: Neticeler / Mübaşeret: Bir işe girişme)

Mesela, yağmurun gelmesinin binlerle neticeleri var, bütünü de güzeldir. Sû-i ihtiyarıyla bazıları yağmurdan zarar görse, “Yağmurun icadı rahmet değildir.” diyemez, “Yağmurun halkı şerdir.” diye hükmedemez. Belki sû-i ihtiyarıyla ve kesbiyle onun hakkında şer oldu. Hem ateşin halkında çok faydalar var, bütünü de hayırdır. Fakat bazılar sû-i kesbiyle, sû-i istimaliyle ateşten zarar görse “Ateşin halkı şerdir.” diyemez. Çünkü ateş yalnız onu yakmak için yaratılmamış; belki o, kendi sû-i ihtiyarıyla, yemeğini pişiren ateşe elini soktu ve o hizmetkârını kendine düşman etti.

(Sû-i ihtiyar: İradeyi kötüye kullanma / Kesb: Cüz’î irade)

Elhasıl: Hayr-ı kesir için şerr-i kalil kabul edilir. Eğer şerr-i kalil olmamak için hayr-ı kesîri intac eden bir şer terk edilse o vakit şerr-i kesir irtikâb edilmiş olur. Mesela, cihada asker sevk etmekte elbette bazı cüz’î ve maddi ve bedenî zarar ve şer olur. Fakat o cihadda hayr-ı kesir var ki İslam küffarın istilasından kurtulur. Eğer o şerr-i kalil için cihad terk edilse o vakit hayr-ı kesir gittikten sonra şerr-i kesir gelir. O ayn-ı zulümdür. Hem mesela, kangren olmuş ve kesilmesi lazım gelen bir parmağın kesilmesi hayırdır, iyidir; hâlbuki zahiren bir şerdir. Parmak kesilmezse el kesilir, şerr-i kesir olur.

(Hayr-ı kesir: Çok hayır / Şerr-i kalil: Az şer / İntac eden: Meydana getiren / Şerr-i kesir: Çok şer / Küffar: Kâfirler / Ayn-ı zulüm: Zulmün ta kendisi)

İşte kâinattaki şerlerin, zararların, beliyyelerin ve şeytanların ve muzırların halk ve icadları, şer ve çirkin değildir; çünkü çok netaic-i mühimme için halk olunmuşlardır. Mesela, melaikelere şeytanlar musallat olmadıkları için terakkiyatları yoktur; makamları sabittir, tebeddül etmez. Keza, hayvanatın dahi şeytanlar musallat olmadıkları için mertebeleri sabittir, nakıstır. Âlem-i insaniyette ise meratib-i terakkiyat ve tedenniyat nihayetsizdir. Nemrutlardan, firavunlardan tut ta sıddıkîn-i evliya ve enbiyaya kadar gayet uzun bir mesafe-i terakki var.

(Muzır: Zararlı / Netaic-i mühimme: Mühim neticeler / Tedenniyat: Alçalmalar)

İşte kömür gibi olan ervah-ı safileyi, elmas gibi olan ervah-ı âliyeden temyiz ve tefrik için şeytanların hilkatiyle ve sırr-ı teklif ve ba’s-i enbiya ile bir meydan-ı imtihan ve tecrübe ve cihad ve müsabaka açılmış. Eğer mücahede ve müsabaka olmasaydı, maden-i insaniyetteki elmas ve kömür hükmünde olan istidatlar, beraber kalacaktı. A’lâ-yı illiyyîndeki Ebû Bekir-i Sıddık’ın ruhu, esfel-i safilîndeki Ebû Cehil’in ruhuyla bir seviyede kalacaktı.

(Ervah-ı safile: Kötü ruhlar / Temyiz: Ayırmak / Sırr-ı teklif: İmtihan sırrı / Ba’s-i enbiya: Peygamberler gönderme / İstidat: Kabiliyet)

Demek şeyatîn ve şerlerin yaratılması, büyük ve küllî neticeye baktığı için icadları şer değil, çirkin değil; belki sû-i istimalattan ve kesb denilen mübaşeret-i hususiyeden gelen şerler, çirkinlikler, kesb-i insana aittir; icad-ı İlahîye ait değildir.” (On İkinci Mektup)

(Şeyatîn: Şeytanlar / Sû-i istimalat: Kötüye kullanmalar / Kesb-i insan: İnsanın cüz’i iradesi)

Sonraki derste ana metne devam edeceğiz.

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin