76. Her şeyde, hususan zîhayat masnulardaki hilkat, fevkalâde sanatkârane olmakla beraber…
İkinci Şua mütalaasına devam ediyoruz:
TEVHİDİN ÜÇÜNCÜ MUKTEZÎSİ
“Her şeyde, hususan zîhayat masnulardaki hilkat, fevkalâde sanatkârane olmakla beraber…”
Bu cümlenin tefekkürünü şöyle yapabiliriz. Mesela bir çiçeği tefekkür ediyor olalım:
Çiçek son derece sanatlı yaratılmıştır; bu cihetle antika bir masnudur. Çiçeğe bakıp ne kadar sanatlı olduğunu düşünür; bununla da Allah’ın Sâni ismini tefekkür ederiz.
Çiçek üzerindeki bu tefekkürümüz bittiğinde nazarımızı âleme çevirmeli ve yeryüzündeki bütün çiçeklerin bu çiçek gibi sanatlı bir şekilde yaratıldığını düşünmeliyiz. Bununla da anlamalıyız ki: Her bir çiçeği aynı sanata mazhar etmek ancak Sâni-i Zülcelal’e has bir sikke ve Ona mahsus bir hâtemdir.
Yine mesela bir kuşu tefekkür ediyor olalım:
Kuş son derece sanatlı yaratılmıştır; bu cihetle Allah’ın antika bir sanatı ve Sâni isminin bir mazharıdır. Kuşa bakıp ne kadar sanatlı olduğunu düşünür; bununla da Allah’ın Sâni ismini tefekkür ederiz.
Kuş üzerindeki tefekkürümüz bittiğinde nazarımızı âleme çevirmeli ve yeryüzündeki bütün kuşların bu kuş gibi sanatlı bir şekilde yaratıldığını düşünmeliyiz. İşte bu düşünme, nihayetsiz hüsn-ü sanata mazhar olan mevcudat üzerinde Allah’ın Sâni ismini tefekkür etmektir.
Yine mesela bir sinek -biraz da beni tefekkür et deyip- önümüze konmuş olsun. Sineğin vücuduna, şekline, kanatlarına, antenine, ayaklarına ve diğer azalarına bakıp ne kadar sanatlı olduğunu düşünürüz.
Sineğin üzerindeki bu tefekkürümüz bittiğinde nazarımızı âleme çevirmeli ve yeryüzündeki bütün böceklerin bu sinek gibi masnu olduğunu ve harika bir sanata mazhar olduğunu tefekkür etmeliyiz.
Bununla da şu neticeye ulaşmalıyız: Bunları böyle hüsn-ü sanat ile yaratan Sâni-i Zülcelal, zatıyla hiçbir yerde olmadığı hâlde, isim ve sıfatlarıyla her yerde hâzır ve nâzırdır. Her yerde hâzır ve nâzırdır ki eşyayı böyle sanatlı bir şekilde halk ve icat ediyor. Bir iş bir işe mâni olmuyor.
Metne devam edelim:
“Bir çekirdek bir meyvenin… ve bir meyve bir ağacın… ve bir ağaç bir nevin… ve bir nev bir kâinatın… bir küçük numunesi, bir misal-i musaggarası, bir muhtasar fihristesi, bir mücmel haritası, bir manevi çekirdeği… ve ilmî düsturlar ile ve hikmet mizanları ile kâinattan süzülmüş, sağılmış, toplanmış birer câmi noktası… ve mâyelik birer katresi olduğundan… onlardan birisini icad eden zat, her hâlde bütün kâinatı icad eden aynı zattır. Evet, bir kavun çekirdeğini halk eden zat, bilbedahe kavunu halk edendir; ondan başkası olamaz ve olması muhal ve imkânsızdır.”
Mesela insan şu âlemin bir misal-i musaggarıdır. Kâinatta ne varsa küçük bir numunesi insanda vardır:
– Yeryüzünün dörtte üçü sudur. İnsan vücudunun da dörtte üçü sudur.
– Toprakta demir, bakır, çinko, fosfor gibi elementler var. Bedenimizde de bu elementlerin hepsi mevcut.
– Yeryüzünde dağlar, toprak var. Buna mukabil bizde kemikler ve et var.
– Yeryüzünde nehirler var. Buna mukabil bizde kılcal damarlar var.
– Yeryüzünde ormanlar var. Buna mukabil bizde saç ve kıllar var.
– Âlemde itme ve çekme kuvveti var. Bizde dâfia ve cazibe kuvveti var.
– Yeryüzünde kasırgalar, fırtınalar var. Bizde öfke var.
– Yeryüzünde bahar var, bizde neşe.
– Âlemde şeytan var, bizde nefis ve lümme-i şeytaniye.
– Âlemde melek var, bizde ilhamlar.
– Âlemde levh-i mahfuz var, bizde hafıza kuvveti.
– Âlemde Arş var, bizde kalp.
– Âlemde Kürsî var, bizde akıl.
– Âlemde misal âlemi var, bizde hayal kuvveti…
Bunlar ve daha birçok benzerlikler ispat eder ki insan şu kâinatın küçük bir misalidir. İnsanı büyütsek kâinat olur, kâinatı küçültsek insan olur. Bundan da anlaşılır ki: İnsanı kim yaratmışsa kâinatı da o yaratmıştır. Ve kâinatı halk edemeyen, insanı icat edemez.
Yine mesela bal arısı üzerine düşünelim:
Bal arısı pek çok şeylere fihriste olmuştur.
Fihriste: Bir kitabın içindekiler bölümüdür.
Kâinata bir kitap nazarıyla bakarsak, içindekiler bölümü bal arısında yazılmıştır. Bal arısında yazıldığı gibi, her bir canlı mahlukta da yazılmıştır.
Bundan da şöyle bir delile gidilir: Kitap kiminse içindekiler bölümünün yazıldığı sayfa onundur. Zaten içindekiler yazısını ancak kitabı yazan yazabilir.
— Kitapta ne olduğunu bilmeyen içindekiler bölümünü yazabilir mi?
Hayır, yazamaz!
O zaman diyebiliriz ki: Kitabın sahibini ispat ettiğimizde içindekiler bölümünün sahibini ispata ihtiyaç yoktur. Ya da tam tersi, içindekiler bölümünün sahibini ispat ettiğimizde kitabın sahibini ispata ihtiyaç yoktur.
Aynen bunun gibi, kâinatın sahibi olarak Allah’ı ispat ettiğimizde, fihriste hükmünde olan bal arısının veya başka bir canlının sahibini ispata ihtiyaç yoktur. Ya da tam tersi, fihriste hükmündeki bal arısının sahibi olarak Allah’ı ispat ettiğimizde, kâinatın sahibini ispata ihtiyaç yoktur. Zira kâinat kiminse bal arısı onundur ve bal arısını kim yaratmışsa kâinatı dahi o yaratmıştır.
Şimdi gelelim, bal arısının pek çok şeylere fihriste olması meselesine:
Şu âlemde ne varsa küçük bir mikyasta bal arısında da vardır.
– Mesela bütün canlılarda yüz vardır. Bal arısının da yüzü vardır.
– Canlılarda göz vardır, bal arısının da gözü vardır.
– Canlılarda ağız vardır, bal arısının da ağzı vardır.
– Canlılarda mide vardır, bal arısının da midesi vardır.
– Bir kısım canlılarda kanat vardır, anten vardır; bunlar bal arısında da vardır.
Âdeta bal arısı canlı varlıklara bir fihriste olmuş, hayat sahiplerinde ne varsa aynısı bal arısında yazılmıştır.
Hani bir kitabın içindekiler bölümünü okur ve kitap hakkında bir bilgiye sahip olursunuz ya, aynen bunun gibi, hiçbir canlı varlık görmeyen bir insan bal arısını incelese ve sonra o kişiye, “Diğer canlılar hakkında konuş, bize onları anlat.” denilse, eğer bal arısı fihristini iyi mütalaa etmişse yaratılan diğer canlı varlıkları bize tarif eder. Belki şekillerini çizemez; ama hangi azaları, cihaz ve duyguları olduğunu tahmin eder.
Biraz daha geniş fikri varsa sadece canlıları değil, âlemi bize tarif eder. Mesela der ki:
— Bu bal arısının bir ruhu var. Bu ruh ruhlar âleminden ona gelmiş olmalı. Demek, bu kâinatın bir yerinde âlem-i ervah var.
— Yine bu bal arısında bir hafıza var. Demek, daha büyük bir mikyasta her şeyin kaydedildiği bir levh-i mahfuz var. Bu hafıza levh-i mahfuzun küçük bir misalidir.
— Yine bu bal arısının vücudunda demir, çinko, bakır gibi elementler var. Demek, bu âlemde hem bunlar hem de daha başka elementler var…
İşte bunlar gibi kıyaslamalarla, iyi bir tefekkürü varsa ve bal arısı fihristini iyi okumuşsa birçok âlemin varlığını keşfeder. Ve sonunda da der ki:
— Bal arısını kim yazmışsa, şu kitab-ı kâinatın bütün bablarını, sayfalarını, cümle ve kelimelerini de o yazmıştır. Çünkü kâinat kitabında ne varsa bal arısı ona bir fihriste olmuş. Kâinat başkasının, bal arısı başkasının olamaz!
Yine Cenab-ı Hak kocaman incir ağacını küçücük çekirdeğinde yazmış, ağacın bütün plan ve programını çekirdeğinde kaydetmiştir. Âdeta çekirdek kendi ağacının bir küçük numunesi, bir misal-i musaggarası, bir muhtasar fihristesi, bir mücmel haritası, bir manevi çekirdeği ve ilmî düsturlar ile ve hikmet mizanları ile kâinattan süzülmüş, sağılmış, toplanmış birer câmi noktası ve mâyelik birer katresi olmuş. Bundan da tevhide şöyle bir pencere açılır:
İncir çekirdeği kiminse incir ağacı da onundur. Çünkü ağaç çekirdekten çıkmış ve bütün planı çekirdeğinde yazılmıştır. Çekirdek başkasının, ağaç başkasının olamaz. Ayrıca dağ gibi bir ağacı çekirdeğinin içinde saklamak ve çekirdekten ağacı çıkarmak sonsuz bir kudret, ilim ve hikmet sahibi bir zatın işi olabilir. Allah’tan başka kimin haddi var ki bu sıfatlara sahip olsun ve bu mucizevî fiile fail olsun?
Şimdi, mütalaasını yaptığımız metni bir daha okuyalım:
– Bir çekirdek bir meyvenin…
– Ve bir meyve bir ağacın…
– Ve bir ağaç bir nevin…
– Ve bir nev bir kâinatın bir küçük numunesi, bir misal-i musaggarası, bir muhtasar fihristesi, bir mücmel haritası, bir manevi çekirdeği…
– Ve ilmî düsturlar ile ve hikmet mizanları ile kâinattan süzülmüş, sağılmış, toplanmış birer câmi noktası…
– Ve mâyelik birer katresi olduğundan…
– Onlardan birisini icad eden zat, her hâlde bütün kâinatı icad eden aynı zattır. Evet, bir kavun çekirdeğini halk eden zat, bilbedahe kavunu halk edendir; ondan başkası olamaz ve olması muhal ve imkânsızdır.
Herhâlde metin açılmıştır. Daha derinlemesine tefekkürünü sizlere havale ediyoruz.
Yazar: Sinan Yılmaz