64. Amma ıtlak ve ihata ve nihayetsizliğin vahdete şehadetleri ise o dahi Siracünnur Risalelerinde…
İkinci Şua mütalaasına devam ediyoruz:
“Amma ıtlak ve ihata ve nihayetsizliğin vahdete şehadetleri ise o dahi Siracünnur Risalelerinde tafsilen zikredilmiş. Bir muhtasar meali şudur:
Madem kâinattaki ef’alin her biri, kendi eserinin etrafa istilakârane yayılması ile her bir fiilin ihatasını ve ıtlakını ve hadsiz bulunduğunu ve kayıtsızlığını gösterir.”
(Itlak: Bir kayıtla kayıtlı olmama / Tafsilen: Ayrıntılı bir şekilde / Muhtasar: Öz / İstilakârane: İstila edercesine)
Kâinattaki her bir fiil kendi eserlerini etrafa yaymaktadır. Mesela:
– Tahlik (yaratma) fiili her an milyarlarca zihayatı yaratmakta ve eserlerini âlemin her köşesine neşretmektedir.
– Tasvir (suret verme) fiili yaratılan her şeye suret vermekte ve eşyayı ihata etmektedir.
– Terzik (rızık verme) fiili bütün hayat sahiplerinde her an gözükmekte, hiçbir zihayat bu fiilin tecellisi dışında kalmamaktadır.
– Tanzim (nizama koyma) fiili bütün eşyayı intizam altına almakta, zerre miskal bir eşyanın intizamdan çıkmasına müsaade etmemektedir.
Bu fiiller gibi, kâinatta tecelli eden bütün fiiller; ihya (diriltme), ifna (yok etme), inma (büyütme), tezyin (süsleme), tekmil (kemale ulaştırma), in’am (nimetlendirme), terbib (terbiye etme) vs.- kendi eserlerini etrafa istilakârane yaymakta; bu cihetle de ihatasını, ıtlakını ve nihayetsizliğini göstermektedir.
“Ve madem iştirak ve şirk ise o ihatayı inhisar altına ve o ıtlakı kayıt altına ve o hadsizliği had altına alıp ıtlakın hakikatini ve ihatanın mahiyetini bozuyor. Elbette mutlak ve muhit olan o ef’alde iştirak muhaldir, imkânı yoktur.”
(İştirak: Ortaklık / İnhisar: Sınırlama / Mutlak: Kayıtsız / Muhit: Kuşatan)
Eğer Allah’ın şeriki olsaydı, o şerik Allah’ın mezkûr fiillerine bir had koyar ve bir sınır tayin ederdi. Mesela şöyle derdi:
— Tahlik fiili şu kadar yaratabilir; bundan daha fazla yaratamaz.
— Terbib fiili sadece kuşları terbiye edebilir; diğer mahlukata karışamaz.
— İhya fiili denizlerdeki mahlukata hayat verebilir ama karada tecelli edemez. Ve hakeza…
Böyle olunca da Allahu Teâlâ’nın sınırsız olan ef’aline bir sınır gelir, mutlak olan fiilleri mukayyede dönerdi.
İşte şirk ve iştirak, sınırsız olan fiillere bir had koyacağı ve mutlak olan ef’ali mukayyede çevireceği için muhaldir ve imkânsızdır.
Üstadımız bu manayı şöyle açıyor:
“Evet, ıtlakın mahiyeti iştirake zıttır. Çünkü ıtlakın manası, hatta mütenahî ve maddi ve mahdud bir şeyde dahi olsa, yine istilakârane ve istiklaldarane etrafa, her yere yayılır, intişar eder. Mesela, hava ve ziya ve nur ve hararet, hatta su, ıtlaka mazhar olsalar, her tarafa yayılırlar. Madem ıtlak ciheti, cüz’îde dahi olsa, maddîleri mahdudları böyle müstevli yapıyor.”
(Itlak: Bir kayıtla kayıtlı olmama / Mütenahî: Sonlu / Mahdud: Sınırlı / İstilakârane: İstila edercesine / İstiklaldarane: Bağımsız bir şekilde / Müstevli: İstilacı)
Üstad Hazretleri, hakikati akla yaklaştırmak için maddi âlemden dört misal verdi: Hava, ışık, sıcaklık ve su.
Bunlar maddi ve nakıs olduğu hâlde fıtratlarında istila ve ihata vardır. Mesela hava, zerre kadar bir delik bulsa oradan geçer, diğer tarafı ihata eder… Işık küçücük bir delik bulsa odayı tenvir eder, ışığıyla istila eder… Su yolunu bulsa dünyanın öbür ucuna gider… Sıcaklık da böyledir. Bir odada soba yaksanız, bütün odaya hatta eve yayılır.
— Maddi ve nakıs eşya ıtlaka böyle mazhar olursa, Allahu Teâlâ’nın isim ve sıfatları nasıl olur?
Üstadımız şöyle cevaplıyor:
“Elbette küllî bir ıtlak-ı hakiki; böyle hem nihayetsiz, hem maddeden münezzeh, hem hudutsuz, hem kusurdan müberra olan sıfatlara öyle bir istila ve ihata verir ki şirk ve iştirakin hiçbir cihet-i imkânı ve ihtimali olamaz.”
Allahu Teâlâ’nın zatî bir ıtlak-ı hakikisi vardır. Yani Allahu Teâlâ bütün kayıtlardan münezzeh ve müberradır. Itlakı küllî ve mutlaktır. Hiçbir kayıt altına girmez, hiçbir had ve sınır çizilmez.
İsim ve sıfatları ise hem nihayetsiz, hem maddeden münezzeh, hem hudutsuz, hem kusurdan müberradır.
Zatının küllî olan ıtlak-ı hakikisi, böyle nihayetsiz, maddeden münezzeh, hudutsuz ve kusurdan müberra olan isim ve sıfatlara öyle bir istila ve ihata verir ki artık şirkin hiçbir cihet-i imkânı ve ihtimali kalmaz.
Bu makamda yapılması gereken, daha fazla izah değil, belki şeytanı karşımıza alıp onunla konuşmak ve onu ilzam etmektir. Bir numunesini ben yapayım:
Şeytan:
— Bu kadar büyük kâinatı tek bir zat nasıl idare etsin? Ortakları ve şerikleri olmalı.
Fakir:
— Ey şeytan! Şu âleme bir bak. Allah’ın fiillerini bir gör!..
Şeytan:
— Baktım ne oldu?.. Ben “Allah yok.” demiyorum ki. “Ortakları var.” diyorum.
Fakir:
— Bakmışsın ama görememişsin. Şimdi bir daha bak. Mesela Allah’ın tahlik (yaratma) fiiline bak. Âlemi nasıl kuşatmış değil mi?.. Şimdi de tasvir (suret verme) fiiline bak. Eşyayı nasıl ihata ediyor; bir şey vücut bulur bulmaz ona suret veriyor… Yine tedvir (döndürme, çevirme) fiiline bak. Atomdaki zerratı çevirirken, aynı anda semadaki yıldızları döndürüyor!
Şeytan:
— İyi de bu fiillerden nereye geleceksin?
Fakir:
— Şuraya geldim bile: Bu ef’al-i İlâhiye bütün kâinatı kuşatmış. Bundan da anlaşılır ki bu fiillerin her biri sonsuz, hadsiz, sınırsız, mutlak ve muhittir.
Şeytan:
— Eee, öyle olsa ne olacak?
Fakir:
— Şu olacak: Eğer senin dediğin gibi iştirak ve şerik olursa bu sonsuz fiillere bir had çekilir. Sonsuz iken sonlu, sınırsız iken sınırlı, mutlak iken mukayyed ve muhit iken nakıs olur. Hâlbuki bu ef’alin kâinatı kuşatan eserleriyle biliyoruz ki bu ef’al sonlu, sınırlı, mukayyed ve nakıs olamaz. Bu da şirkin ihtimalini yok eder.
Şeytan:
— Dediklerini hiç anlamadım.
Fakir:
— Madem anlayışın bu kadar kıt, biraz daha açayım: Hava, ışık, su ve sıcaklık gibi şeyler maddi ve nakıs olduğu hâlde her yeri istila ve ihata ederler. Mesela hava, zerre miskal bir delik bulsa oradan geçer, diğer tarafı kuşatır… Işık küçücük bir delik bulsa odayı tenvir eder, ışığıyla odayı istila eder… Su yolunu bulsa dünyanın öbür ucuna gider… Sıcaklık da böyledir. Bir odada soba yakarsın, bütün odayı hatta evi ısıtır… Şimdi sana soruyorum: Maddi ve nakıs eşya böyle ıtlaka mazhar olursa, Allahu Teâlâ’nın isim ve sıfatları nasıl olur?
Şeytan:
— Hııı…
Fakir:
— Cevap veremedin değil mi? Dur, sana cevabı Üstad Hazretlerinden vereyim: Elbette küllî bir ıtlak-ı hakiki; böyle hem nihayetsiz, hem maddeden münezzeh, hem hudutsuz, hem kusurdan müberra olan sıfatlara öyle bir istila ve ihata verir ki şirk ve iştirakin hiçbir cihet-i imkânı ve ihtimali olamaz.
İşte Risale-i Nurlar böyle tefekkürle ve muhakemeyle okunmalı; nefis ve şeytan ilzam edilmeli; hakikat akla, kalbe, ruha ve letaife iyice işletilmeli!..
Yazar: Sinan Yılmaz