22. Takva üzerine bir mütalaa
Bazı kişiler şöyle soruyor: Takva nedir ve takva kavramı Risale-i Nurlarda nasıl tarif edilmektedir?
Bu makamda, takva kavramını mütalaa edeceğiz. Mütalaamızı şu başlıklar altında yapacağız:
1. Takvanın tanımı
2. Takvanın kısımları
3. Takvanın kıymeti
4. İman ve takva arasındaki ilişki
5. Takvanın günahlardan koruması
6. Risale-i Nur talebelerinin takva noktasındaki vazifesi
7. Takvanın meyveleri
TAKVANIN TANIMI
Üstad Hazretleri takvayı şöyle tarif ediyor:
“Vicdanın anasır-ı erbaası ve ruhun dört havassı olan irade, zihin, his, latife-i rabbaniye; her birinin bir gayetü’l gâyâtı var. İradenin ibadetullahtır. Zihnin marifetullahtır. Hissin muhabbetullahtır. Latifenin müşahedetullahtır. Takva denilen ibadet-i kâmile dördünü tazammun eder.” (Hutbe-i Şamiye)
Üstadımız “Vicdanın anasır-ı erbaası” diyor. Anasır-ı erbaa “dört unsur” demektir. Bunlar hava, toprak, ateş ve sudur. Üstadımız burada bir benzetme yaparak şu manayı kastediyor:
Nasıl ki şu âlem dört ana unsurdan meydana gelmiştir. Aynen öyle de vicdanın da dört ana unsuru ve ruhun dört duygusu vardır. Bunlar irade, zihin, his ve latife-i rabbaniyedir. Vicdanın ve ruhun manevi hayatı ancak bu dört unsurun vazifelerini yapmasıyla mümkündür.
İradenin ibadetullahtır. Yani iradenin verilme gayesi ve vazifesi ibadettir. Şimdi örneklerle bu ifadeyi açalım:
Birinci örnek: Bir kimse namaz kılarken son oturuşta otursa ve uyusa, sonra uyanınca tahiyyat miktarı oturmadan hemen selam verse ve namazdan çıksa bu kişinin namazı tamam değildir.
Bunun sebebi şudur: Son oturuş namazın farzlarındandır. Son oturuşta uyuyan kimse oturuşunu iradesiyle yapmamıştır. Zira uykuda yapılan iş iradeye tabi değildir. Son oturuşa kişinin iradesi taalluk etmediğinden dolayı bu oturuş ibadetten sayılmamaktadır. Bu kişinin uyandıktan sonra hemen selam vermemesi ve iradesiyle bir tahiyyat miktarı oturması gerekir. Sonra selam verip sehiv secdesiyle namazı tamamlar.
Görüldüğü üzere, ibadet ancak iradenin taallukuyla gerçekleşiyor. Bu durum da ispat eder ki iradenin gayesi ve vazifesi ibadettir.
İkinci örnek: Yine uykudan yola çıkarsak, insan rüyasında hac yapsa, sadaka verse, Kur’an okusa ya da başka bir ibadetle meşgul olsa kişiye sevap yazılmaz. Bunun sebebi, ibadetin irade ile yapılması, uykuda ise iradenin olmamasıdır.
Şu noktaya dikkat edelim: İnsan sadece düşünmesiyle ve niyetiyle sevap alabilirken, rüyasında yaptığı ibadetten dolayı hiçbir sevap alamamaktadır. Bunun sebebi, düşünce ve niyetin iradeyle yapılması, uykudaki ibadete ise iradenin taalluk etmemesidir.
Üçüncü örnek: Bir kimse oruç tutmaya niyet etmeksizin bütün gün aç kalsa, yemese ve içmese oruç sevabı almaz. Demek, orucu oruç yapan ve kişiye oruç tutma sevabını kazandıran şey sadece yememesi ve içmemesi değildir. Asıl sevabı kazandıran şey kişinin niyetidir. Niyet de iradeye tabidir. Bununla da anlaşılır ki iradenin gayesi ve vazifesi ibadettir.
Dördüncü örnek: Bir kimse camiye girse ve hiç çıkmadan yıllarca camide kalsa, eğer niyeti yoksa itikâf yapmış sayılmaz ve itikâfın sevabını alamaz. İtikâfın sahih olabilmesi kişinin niyetine bağlıdır.
Şimdi şunu düşünelim: Bir kişi itikâf niyetiyle camiye giriyor ve sadece 5 dakika kalıyor, bu kişiye itikâf sevabı veriliyor. Diğer kişi ise camide yıllarca kalıyor, sadece niyet etmeyi terk ettiği için hiçbir sevaba nail olamıyor. Bunun sebebi, ibadetin niyete, niyetin de iradeye bağlı olmasıdır.
İşte iradenin gayesi âdet ile ibadeti birbirinden ayırt etmektir. Basit bir amel iradeye taalluk ederek ibadet olurken, büyük bir ibadet iradeye taalluk etmezse sadece âdet olarak kalmaktadır. Her ibadetin başında niçin niyet edildiğini de herhâlde anlamışızdır.
Yine “İradenin ibadetullahtır.” sözüyle şu mana da kastedilmiş olabilir:
İbadet Allah’ın emirlerini yapmak ve nehiylerinden sakınmaktır. İrade ise bir şeydeki tercih kabiliyetidir. O hâlde “İradenin gayetü’l gâyâtı ve vazifesi ibadettir.” sözünün bir manası da şudur: İnsan kendisine verilen iradeyle, Allah’ın “Yap.” dediğini yapmalı ve “Yapma.” dediğini yapmamalıdır. Yani irademize Cenab-ı Hakk’ın emir ve yasakları yön vermeli ve irademizi ibadeti tercihte kullanmalıyız.
Şimdi de “Zihnin marifetullahtır.” cümlesini izah edelim:
Marifetullah “Allah bilgisi” demektir. Yani Allah’ı isim ve sıfatlarıyla tanımak ve bu isim ve sıfatların tecellisini varlıklar aynasında seyredebilmektir. Zihinden maksat ise Allah’ın isimlerini keşfedecek olan akıldır. Aklın vazifesi Allah’ın isim ve sıfatlarını keşfetmektir.
– Her varlık bir kitaptır. Akıl o kitapta yazılı olan İlahî isimleri okumalıdır.
– Her mahluk bir aynadır. Akıl o aynada tecelli edeni görmelidir.
– Her varlık bir tezgâhtır. Akıl o tezgâhta dokunan İlahî sıfatları keşfetmelidir.
Aklın vazifesi budur.
Şimdi de “Hissin muhabbetullahtır.” cümlesini izah edelim:
Buradaki histen murad muhabbet duygusudur. Bu duygu herkeste vardır. İnsan illaki bir şeyi sevecek, bu duyguyu mutlaka bir yerde kullanacak. İnsanın vazifesi bu duyguyu doğru yerde kullanmaktır.
Muhabbetullah “Allah sevgisi” demektir. Hissin yani muhabbet duygusunun vazifesi masivayı terk edip Allah’ı sevmektir. Zaten zihin vazifesini yaparak Cenab-ı Hakk’ın isim ve sıfatlarını keşfettiğinde Allah sevgisi kendiliğinden doğacaktır. Allah bilgisi Allah sevgisinin tohumudur. Bir kalbe Allah bilgisi tohumu düşerse o kalpte muhabbetullah ağacı biter. Kişi sevdiğini, tanıdığı ve bildiği nispette sever. İnsan Allah’ı ne kadar tanırsa o nispette sever.
Demek, ilk vazife zihnindir. Zihin Allah’ı tanımalı ve marifetullahta yükselmeli ki muhabbet duygusu da vazifesini yapsın ve Allah sevgisinde ilerlesin.
Şimdi de “Latifenin müşahedetullahtır.” cümlesini izah edelim:
Latifeden murad kalptir. Müşahedetullah Allah’ı görmek demektir. Allah’ı görmek zatını görmek değildir. Bu görmek her şey üzerinde Allah’a ait olan izi görmektir.
– Nimette mün’imi görmek
– Sanatta sanatkârı görmek
– İhsanda muhsini görmek
– Fiilde faili, icatta mucidi, varlıklarda Allah’ı görmektir.
Bu sayede kişi huzûrî bir tevhid melekesini elde eder ki her daim Allah ile olur ve O’na rabt-ı kalp eder.
Hani bazı veliler demiş ya: “Bir an Allah’tan gafil olsam kendimi küfre düşmüş kabul ederim.” İşte bu veliler müşahedetullahta o kadar ileri gitmişler ve kalplerine bu vazifeyi öyle hakkıyla yaptırmışlar ki bir an Allah’tan gafil olmamışlar.
Tabii kişinin her vakit, Allah’ın huzurunda olduğunu hissetmesi, her daim her şeyde O’nu görüp O’nu isim ve sıfatlarıyla tefekkür etmesi öyle kolay bir ibadet değildir. Ancak ucundan da olsa kalbe bu vazifeyi yaptırmaya çalışmalıyız.
Üstadımız dedi ki: Takva denilen ibadet-i kâmile dördünü tazammun eder.
Demek takva; iradenin, zihnin, hissin ve kalbin vazifelerini yapmasıyla hasıl olan ibadet-i kâmiledir.
Üstad Hazretleri takvanın başka bir tarifini şöyle yapıyor:
“Takva, menhiyattan ve günahlardan içtinab etmek; ve amel-i salih, emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmaktır.” (Kastamonu Lahikası)
Yine Üstadımız şöyle diyor:
“…takva olan def-i mefâsid ve terk-i kebâir…” (Kastamonu Lahikası)
Demek takvanın bir tanımı da günahlardan içtinab etmek, mefâsidi (şeriatın yasakladığı fiilleri) def etmek ve kebâiri (büyük günahları) terk etmektir.
TAKVANIN KISIMLARI
Üstadımız takvanın kısımlarını şöyle beyan ediyor:
“Kur’an-ı Kerim takvayı üç mertebesiyle zikretmiştir: Birincisi şirki terk; ikincisi maâsiyi terk; üçüncüsü mâsivâullahı terk etmektir.” (İşârâtü’l-İ’caz)
Takvanın üç mertebesi vardır:
Birinci mertebedeki takva aklın takvasıdır. Bu, küfrü gerektiren inançlardan, sözlerden ve işlerden son derece sakınmaktır.
وَأَلْزَمَهُمْ كَلِمَةَ التَّقْوَى
“Onlara takva kelimesi lazım oldu.” (Fetih 26) ayet-i kerimesi takvanın bu mertebesine işaret etmektedir. İnsan bu mertebedeki takvayı, kelime-i şehadeti diliyle söyleyip kalbiyle tasdik ederek kazanır. Yani kim İslam’a girip Müslüman olursa takvanın bu mertebesini tahsil etmiştir.
Demek bu mertebedeki takva, Allah’ı inkârdan ve O’na ortak koşmaktan takvadır. Üstadımız, “Birincisi şirki terk” diyerek takvanın bu mertebesine işaret etmiştir.
İkinci mertebedeki takva bedenin takvasıdır. Bu, büyük ve küçük günahlardan sakınmaktır. Takvanın bu mertebesine şu ayet-i kerime işaret eder:
وَلَوْ أَنَّ أَهْلَ الْقُرَى آمَنُوا وَاتَّقَوْا لَفَتَحْنَا عَلَيْهِمْ بَرَكَاتٍ مِنَ السَّمَاءِ وَالأَرْضِ
“Eğer şehir ahalisi iman edip takva sahibi olsalardı, biz üzerlerine gökten ve yerden nice bereketler açardık.” (Araf 96)
Bu ayet-i kerimede kastedilen takva bedenin takvasıdır. Kişi, büyük ve küçük günahlardan sakınarak bu mertebedeki takvayı kazanır. Üstadımız, “ikincisi maâsiyi terk” diyerek takvanın bu mertebesine işaret etmiştir.
Üçüncü mertebedeki takva kalbin takvasıdır. Kalbi Allah’tan meşgul edecek şeylerden sakındırmak ve her şeyden kesilip tamamıyla Mevla’ya yönelmektir. Takvanın bu mertebesine şu ayet-i kerime işarete eder:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ حَقَّ تُقَاتِهِ
Ey iman edenler! Allah’tan hakkıyla takva edin. (Âl-i İmran 102)
Allah’tan hakkıyla takva etmek kalbin takvasıdır ve takvanın en üst mertebesidir. Takvanın bu mertebesini yakalamak isteyen, kalbinin kapısında bekçi olur ve kalbine Allah’tan ve Allah’ın rızasından başka hiçbir şeyin girmesine müsaade etmez. Üstadımız, “üçüncüsü mâsivâullahı terk etmektir” diyerek takvanın bu mertebesine işaret etmiştir.
Yine Üstadımız bu üç mertebeyi İşârâtü’l-İ’caz’da şöyle beyan ediyor:
“Takva, tabakat-ı mezkûrenin ibadetlerine terettüp ettiğinden, takvanın bütün kısımlarına, mertebelerine de şamildir. Mesela şirkten takva; kebairden, masivaullahtan kalbini hıfzetmekle takva; ikabdan içtinap etmekle takva; gazabtan tahaffuz etmekle takva. Demek, تَتَّقُونَ kelimesi bu gibi mertebeleri tazammun eder.” (İşârâtü’l-İ’caz)
Burada beyan edilen “şirkten takva” aklın takvası; “kebairden takva” bedenin takvası; “masivaullahtan kalbini hıfzetmekle takva” kalbin takvasıdır.
Üstadımız ayrıca “ikabdan içtinap etmekle takva; gazabtan tahaffuz etmekle takva” dedi. İkabdan içtinap etmek (azaptan sakınmak) ve gazaptan tahaffuz etmek (gazaptan korunmak) azabı ve gazabı netice verecek günahlardan kaçmakla olur ki bunlar da bedenin takvasına dâhil olmuş olur.
TAKVANIN KIYMETİ
Üstad Hazretleri takvanın kıymetini şöyle beyan ediyor:
“Bu teşbih ve istiarede, hilkat-i beşerdeki hikmetin takva olduğuna ve ibadetin de neticesi takva olduğuna ve takvanın da en büyük mertebe olduğuna işaret vardır.” (İşârâtü’l-İ’caz)
Üstadımız takvanın kıymetini üç maddeyle beyan etti:
1. Hilkat-i beşerdeki (beşerin yaratılmasındaki) hikmet takvadır.
2. İbadetin neticesi takvadır.
3. En büyük mertebe takvadır.
Bu maddelerin derûnî tefekkürünü sizlere havale ediyoruz.
Yine Üstadımız şöyle diyor:
“Hâlbuki arz, takva üzerine tesis edilmiş bir mescid hükmündedir.” (İşârâtü’l-İ’caz)
Üstadımız yeryüzünü bir mescide benzetiyor ve bu mescidin takva üzerine tesis edildiğini beyan ediyor. Takva yeryüzü mescidinin temeliymiş. Nasıl ki temel olmazsa bina olmaz; aynen öyle de takva olmazsa yeryüzü mescidi olmaz.
Yine Üstadımız şöyle diyor:
“Bugünlerde Kur’an-ı Hakîm’in nazarında imandan sonra en ziyade esas tutulan takva ve amel-i salih esaslarını düşündüm.” (Kastamonu Lahikası)
Demek, imandan sonra en yüksek hakikat ve en kıymetli amel takva ve amel-i salihdir.
Yine Üstadımız şöyle diyor:
“Her zaman def-i şer, celb-i nef’a racih olmakla beraber; bu tahribat ve sefahet ve cazibedar hevesat zamanında bu takva olan def-i mefâsid ve terk-i kebâir üssü’l-esas olup, büyük bir rüçhaniyet kesbetmiş.” (Kastamonu Lahikası)
Usul-u fıkıhta bir kaidedir ki def-i şer, celb-i nef’a tercih edilir. Yani asıl olan, günahtan kaçmak olup, nafileleri eda ondan sonra gelir. Mesela harama bakmamak, kişinin kılacağı bin rekât nafile namazdan daha evladır.
Üstad Hazretleri, cazibedar fitnelerin hâkim olduğu bu zamanda takvanın üssü’l-esas olduğunu ve büyük bir rüchaniyet kesbettiğini beyan ediyor. Takvayı da burada “def-i mefâsid ve terk-i kebâir” olarak tarif ediyor.
Yine Üstadımız şöyle diyor:
“İbadetin hilkat-ı beşere terettübü iki şeyden ileri geliyor: Ya insanlar ilk yaratılışında ibadete istidatlı ve takvaya kabiliyetli olarak yaratılmışlardır. Ve o istidadı ve o kabiliyeti onlarda gören, onların ibadet ve takva vazifelerini göreceklerini kaviyyen ümid eder. Veyahut insanların hilkatinden ve memur oldukları vazifeden ve teveccüh ettikleri kemalden maksat, ibadetin kemali olan takvadır.” (İşârâtü’l-İ’caz)
Şu cümleyi bir daha okuyalım: Veyahut insanların hilkatinden ve memur oldukları vazifeden ve teveccüh ettikleri kemalden maksat, ibadetin kemali olan takvadır.
Demek takva ibadetin kemaliymiş. İnsanların yaratılmasından, memur oldukları vazifeden ve teveccüh ettikleri kemalden maksat da ibadetin kemali olan bu takvaymış.
Mezkûr metin üzerinde yapılabilecek daha çok mütalaa var. Bizler dersin hacmini büyütmemek için her meseleye girmiyor, sizlerin fehmine havale ediyoruz.
İMAN VE TAKVA ARASINDAKİ İLİŞKİ
Üstad Hazretleri iman ve takva arasındaki ilişkiyi şöyle beyan ediyor:
“ ﺍَﻟَّﺬِﻳﻦَ ile ﻣُﺘَّﻘِﻴﻦَ arasındaki münasebete gelince: Bunların biri tahliye ( ﺗَﺨْﻠِﻴَﻪ ), diğeri tahliye ( ﺗَﺤْﻠِﻴَﻪ ) dir. Tahliye ( ﺗَﺨْﻠِﻴَﻪ ) tathir etmek ve temizlemektir. Tahliye ( ﺗَﺤْﻠِﻴَﻪ ) ise tezyin etmek ve süslendirmek manasınadır. Bunlar birbiriyle arkadaş olup burada olduğu gibi, daima birbirini takip ediyorlar. Onun için kalb, takva ile seyyiattan temizlenir temizlenmez hemen onun ardında iman ile tezyin edilmiş ve süslendirilmiştir.” (İşârâtü’l-İ’caz)
Takva önce kalpte bir tathir ve temizleme yapıyor; küfür ve seyyiatın kirlerini temizliyor. Bu tathir ve temizlemeye tahliye ( ﺗَﺨْﻠِﻴَﻪ ) deniyor. Bu temizlikten sonra da iman o kalbe yerleşiyor, tezyin edip süslüyor. Bu tezyin ve süslemeye de tahliye ( ﺗَﺤْﻠِﻴَﻪ ) deniyor.
Demek ilk vazife takvanın. Önce takva kalpte bir temizlik yapıp kalbi imana hazır bir hâle getiriyor. İman ise daha sonra -küfür ve günahlardan arınmış- bu temiz kalbe girip yerleşiyor.
İman ile takva arasında böyle bir ilişki var. Bu ilişkiden şöyle bir manaya ulaşılır:
Eğer biz takvayı bırakıp kalbimizin şüphelerle, vesveselerle ve günah kirleriyle kirlenmesine müsaade edersek, iman kalpten çıkıp gider. Çünkü iman kirli bir kalpte ve pis bir yerde durmaz. İmanı muhafaza etmek, kalbi şüphelerin, vesveselerin ve günahların kirinden korumakla mümkündür ki bu da takvayı icap ettirir.
O hâlde kimin takvası varsa -inşallah- imanını muhafaza eder. Kim de takvayı bırakırsa, imanın uçup gideceği bir kapıyı kalpte açık bırakmış olur.
TAKVANIN GÜNAHLARDAN KORUMASI
Üstad Hazretleri takvanın günahlara karşı bir zırh olduğunu şöyle beyan ediyor:
“Ey ehl-i iman! Bu müthiş düşmanlarınıza karşı zırhınız, Kur’an tezgâhında yapılan takvadır. Ve siperiniz, Resul-i Ekrem (a.s.m.)’ın sünnet-i seniyyesidir. Ve silahınız, istiâze ve istiğfar ve hıfz-ı İlahîyeye ilticadır. Bu zamanda tahribat ve menfi cereyan dehşetlendiği için, takva bu tahribata karşı en büyük esastır. Farzlarını yapan, kebîreleri işlemeyen kurtulur. Böyle kebâir-i azîme içinde amel-i salihin ihlasla muvaffakiyeti pek azdır.” (13. Lem’a)
Metin açık olduğundan izah etmiyor, derûnî tefekkürünü sizlere havale ediyoruz.
RİSALE-İ NUR TALEBELERİNİN TAKVA NOKTASINDAKİ VAZİFESİ
Üstad Hazretleri, Risale-i Nur talebelerinin takva noktasındaki vazifelerini şöyle beyan ediyor:
“Risale-i Nur şakirtlerinin bu zamanda en mühim vazifeleri, tahribata ve günahlara karşı takvayı esas tutup davranmak gerektir. Madem her dakikada, şimdiki tarz-ı hayat-ı içtimaiyede yüz günah insana karşı geliyor; elbette takvayla ve niyet-i içtinabla yüzer amel-i salih işlenmiş hükmündedir. (Kastamonu Lahikası)
Yine Üstadımız şöyle diyor:
“Risale-i Nur’un hakiki şakirtleri, neşriyat-ı diniyelerinde ve ittiba-ı sünnetteki ibadetlerinde ve içtinab-ı kebâirdeki takvalarında Kur’an hesabına vazifedar sayılırlar.” (Kastamonu Lahikası)
Üstadımız burada bizleri üç vazifeyle vazifedar eyledi:
1. Neşriyat-ı diniye.
2. İttiba-ı sünnetteki ibadet.
3. İçtinab-ı kebâirdeki (büyük günahlardan sakınmaktaki) takva.
Yine Üstadımız şöyle diyor:
“Risale-i Nur dairesine sadakat ve hizmet ve takva ve içtinab-ı kebâir derecesiyle, o ulvi ve külli ubudiyete sahip olur. Elbette bu büyük kazancı kaçırmamak için takvada, ihlasta, sadakatta çalışmak gerektir.” (Kastamonu Lahikası)
Metinler açık olduğu için izahını yapmıyoruz. Ancak bu metinler okunup geçilebilecek metinler değildir. Üzerlerinde uzunca düşünmeli ve kendimize şu soruyu sormalıyız:
— Ben, Üstad Hazretlerinin tarif ettiği Risale-i Nur talebesi miyim yoksa bu tarif ile benim aramda yer ile gök arası kadar bir mesafe mi var?
TAKVANIN MEYVELERİ
Takvanın Kur’an-ı Kerim’de zikredilen on beş meyvesi vardır ki kim takvayı ele geçirirse bu meyveleri de ele geçirir. Belki takva hususundaki gayretimizi artırır niyetiyle, müfessirlerin ortaya koyduğu bu meyveleri sizlerle paylaşmayı arzu ettim:
1. Takva kişiyi hidayete kavuşturur.
هُدًى لِلْمُتَّقِينَ
“Kur’an muttakiler için bir hidayettir.” (Bakara 2) ayeti bu meyveye işaret eder.
2. Takva kişiyi Allah’ın yardımına mazhar eder.
إِنَّ اللَّهَ مَعَ الَّذِينَ اتَّقَوْا
“Şüphesiz ki Allah takva sahibi kullarıyla beraberdir.” (Nahl 128) ayeti bu meyveye işaret eder.
3. Takva kişiyi Allah’ın dostluğuna mazhar eder.
وَاللَّهُ وَلِيُّ الْمُتَّقِينَ
“Allah muttakilerin dostudur.” (Casiye 19) ayeti bu meyveye işaret eder.
4. Takva kişiyi Allah’ın sevgisine mazhar eder.
إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُتَّقِينَ
“Şüphesiz Allah muttakileri sever.” (Tevbe 7) ayeti bu meyveye işaret eder.
5-6. Takva kişiyi furkan sahibi yapar ve Allah’ın affına mazhar eder. (Furkan, hakla batılı birbirinden ayırt edebilme kabiliyetidir.)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اِنْ تَتَّقُوا اللَّهَ يَجْعَلْ لَكُمْ فُرْقَانًا وَيُكَفِّرْ عَنْكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْ
“Ey iman edenler! Eğer Allah’a karşı takva sahibi olursanız Allah size bir furkan verir, günahlarınızı örter ve sizi affeder.” (Enfal 29) ayeti bu meyvelere işaret eder.
7-8. Takva dertlerden kurtulmaya ve beklenmedik yerden rızka mazhar olmaya sebeptir.
وَمَنْ يَتَّقِ اللَّهَ يَجْعَلْ لَهُ مَخْرَجًا وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لَا يَحْتَسِبُ
“Kim Allah’tan takva ederse Allah onun için bir çıkış yolu yaratır ve ummadığı yerden onu rızıklandırır.” (Talak 2-3) ayeti bu meyvelere işaret eder.
9. Takva işlerde kolaylığa sebeptir.
وَمَنْ يَتَّقِ اللَّهَ يَجْعَلْ لَهُ مِنْ أَمْرِهِ يُسْرًا
“Kim Allah’tan takva ederse Allah onun işlerini kolay eder.” (Talak 4) ayeti bu meyveye işaret eder.
10. Takva büyük ecirlere kavuşmaya vesiledir.
وَمَن يَتَّقِ اللَّهَ يُكَفِّرْ عَنْهُ سَيِّئَاتِهِ وَيُعْظِمْ لَهُ أَجْرًا
“Kim Allah’tan takva ederse Allah onun kötülüklerini örter ve onun ecrini büyük eder.” (Talak 5) ayeti bu meyveye işaret eder.
11. Takva amellerin kabulüne sebeptir.
إِنَّمَا يَتَقَبَّلُ اللَّهُ مِنَ الْمُتَّقِينَ
“Allah ancak muttakilerden kabul eder.” (Maide 27) ayeti bu meyveye işaret eder.
12. Takva kurtuluşa sebeptir.
وَاتَّقُوا اللَّهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
“Allah’tan takva edin, umulur ki felaha kavuşursunuz.” (Al-i İmran 130) ayeti bu meyveye işaret eder.
13. Takva müjdeye nail olmaya sebeptir.
اَلَّذِينَ آمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ لَهُمُ الْبُشْرَى فِي الْحَياةِ الدُّنْيَا وَفِي الآخِرَةِ
“Onlar ki iman etmişler ve takva sahipleridir. Dünya hayatında ve ahirette onlar için müjdeler vardır.” (Yunus 63- 64) ayeti bu meyveye işaret eder.
14. Takva cennette hususi bir makama sahip olmaya sebeptir.
إِنَّ لِلْمُتَّقِينَ عِنْدَ رَبِّهِمْ جَنَّاتِ النَّعِيمِ
“Şüphesiz muttakiler için Rablerinin indinde Naim cennetleri vardır.” (Kalem 34) ayeti bu meyveye işaret eder.
15. Takva cehennemden kurtuluşa sebeptir.
ثُمَّ نُنَجِّي الَّذِينَ اتَّقَوْا
“Sonra biz takva sahiplerini kurtarırız.” (Meryem 72) ayeti bu meyveye işaret eder.
Cenab-ı Hak bizleri takva sahibi eylesin ve bu meyveleri koparan kullar zümresine dâhil etsin. Âmin.