12. Hem kelime-i tevhidde azamet-i kibriya ve celal-i Sübhanî…
İkinci Şua mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
Hem kelime-i tevhidde azamet-i kibriya ve celal-i Sübhanî ve saltanat-ı mutlaka-i rububiyet-i Samedaniye tahakkuk etmesi içindir ki… (2. Şua)
Üstadımız kelime-i tevhidde yani “lâ ilahe illallah” kelamında üç şeyin tahakkuk ettiğini beyan etti:
1. Azamet-i kibriya
2. Celal-i Sübhanî
3. Saltanat-ı mutlaka-i rububiyet-i Samedaniye
Şimdi her maddeyi mütalaa edelim:
Birinci maddemiz: Kelime-i tevhidde azamet-i kibriyanın tahakkuk etmesi.
Kibriya Cenab-ı Hakk’ın büyüklüğüdür. Kelime-i tevhid olan “lâ ilahe illallah” kelamında Allah’ın kibriyası kemal-i azametiyle görünür. Şöyle ki:
Nasıl ki bir sultanın büyüklüğü; saltanatının büyüklüğüyle, topraklarının genişliğiyle, hazinelerinin çokluğu ve ordularının kuvvetiyle ölçülür. Toprakları ne kadar geniş, hazinesi ne kadar çok, orduları ne kadar kuvvetli ve saltanatı ne kadar büyükse, o sultan o derece büyük bir sultan olur.
Aynen bunun gibi, Sultan-ı Ezel ve Ebed olan Allahu Teâlâ’nın kibriyası da saltanatının büyüklüğünde, mülkünün genişliğinde, hazinelerinin çokluğunda ve cünûdunun haşmetinde gözükür.
“Lâ ilahe illallah” demek, bütün saltanatın sultanı, bütün mülkün maliki, bütün hazinelerin sahibi ve bütün orduların hâkimi Allah’tır demektir.
“Lâ ilahe illallah” demek, şu âlemin tedbiri, tanzimi, idaresi, terbiyesi ve bütün tasarrufatı Allah tarafından yapılıyor demektir.
“Lâ ilahe illallah” demek, bütün icatların mucidi, bütün mahlukatın hâlıkı, bütün merzukların rezzakı ve bütün eşyanın rabbi Allah’tır demektir.
İşte bu cihetle kelime-i tevhid, bütün eşyayı Allah’ın yed-i kudretine teslim etmekle ve her bir mahluku cünûd-u Rabbaniyenin bir askeri gibi göstermekle, Allah’ın kibriyasını kemal-i azametle gösterir.
İkinci maddemiz: Kelime-i tevhidde celal-i Sübhanînin tahakkuk etmesi idi.
Allah’ın Sübhan olması, cümle kusurdan münezzeh olup, cümle kemal sıfatla muttasıf olmasıdır. Mesela Allah’a aczin arız olamaması, cehlin yanaşamaması, naksın bulunmaması, kusurun ilişememesi hep Allah’ın sübhaniyetindendir. Yine Allah’ın nihayetsiz alîm, kadîr, hakîm, murîd, semî’ ve basîr olması Allah’ın sübhaniyetindendir.
Her bir varlık bu sübhaniyete cirmi miktarınca aynadır. Ancak sübhaniyetin celali yani haşmeti, kelime-i tevhid ile tahakkuk eder. Zira kelime-i tevhid ile bütün kâinat Allah’a teslim edilir ve Allahu Teâlâ kâinatın yegâne hâlıkı olarak bilinir. Böyle büyük bir kâinatı bu kadar muntazam yaratabilmek ve böyle mükemmel idare edebilmek için bütün kemal sıfatlarla muttasıf olmak ve bütün kusurlardan münezzeh olmak gerekir.
İşte kelime-i tevhid bütün kâinatı Allah’a isnad etmekle celal-i Sübhanîyi -yani Allah’ın sübhaniyetinin büyüklüğünü ve haşmetini- kemal-i şaşaa ile gösterir.
Üçüncü maddemiz: Kelime-i tevhidde saltanat-ı mutlaka-i rububiyet-i Samedaniyenin tahakkuk etmesi idi.
Samedaniyet: Allah’ın hiçbir şeye muhtaç olmayıp her şeyin Allah’a muhtaç olmasıdır.
Rububiyet: Allah’ın mahlukatı yaratması, öldürmesi, beslemesi, ona suret vermesi, onu aza ve cihazlarla donatması, vazifesini öğretmesi, hâlden hâle şekilden şekle sokması, onu evirmesi, çevirmesi ve onda tasarrufta bulunması gibi ef’alidir.
Mutlaka-i rububiyet: Allah’ın bu rububiyetinde bir kaydın, bir haddin ve bir sınırın bulunamamasıdır. Yani bu rububiyetin bütün kâinatı kuşatıp zerre miskal bir eşyanın ve küçücük bir mekânın bu rububiyetin haricinde kalmamasıdır.
Saltanat-ı mutlaka-i rububiyet-i Samedaniye: Samed olan, hiçbir şeye muhtaç olmayıp her şeyin kendisine muhtaç olduğu Allahu Teâlâ’nın, kayıtsız ve mutlak rububiyetinin saltanatı ve hâkimiyetidir.
İşte bu saltanat ve hâkimiyet ancak kelime-i tevhid ile tahakkuk eder. Bir zerre Allah’ın yed-i kudretinden ayrılsa ve rububiyetinden hariç kalsa Allah’ın saltanatı inhidama yüz tutar. Küçücük bir eşya kabza-yı kudreti terk etse, bu saltanat haşmetini kaybeder.
Demek, saltanat-ı mutlaka-i rububiyet-i Samedaniye -yani Samed olan Allah’ın kayıttan azade olan rububiyetinin saltanatı- ancak tevhid vasıtasıyla gözükür ve vahdet sayesinde tahakkuk eder.
Kardeşlerim, lafız ve kelimeyi bardağa benzetsek; manayı, bardağa konulan suya benzetebiliriz. Kimi bardağını uzatır ama içinde su olmaz… Kimi bardağını uzatır; içinde bir bardak kadar su olur… Üstad Hazretlerinin bardaklarında ise bir deniz var. Yani deniz misal manaları bardak misal lafızlara sığdırmış. Bu dersimizde mütalaasına çalıştığımız “azamet-i kibriya”, “celal-i Sübhanî” ve “saltanat-ı mutlaka-i rububiyet-i Samedaniye” ifadeleri üzerine bir gün konuşsak ve bu hakikatler üzerine bir gün tefekkür etsek yine azdır.
Biz dersi kısa tutmak adına pencereyi açmakla yetiniyoruz. Dersten sonra sizler temaşaya devam edersiniz.
Şimdi, Üstadımız dedi ki: Kelime-i tevhid olan “lâ ilahe illallah” kelamında üç şey tahakkuk eder:
1. Azamet-i kibriya
2. Celal-i Sübhanî
3. Saltanat-ı mutlaka-i rububiyet-i Samedaniye
İşte “lâ ilahe illallah” zikrinde bunlar tahakkuk ettiği için Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuş:
Resul-i Ekrem (a.s.m.) ferman etmiş: اَفْضَلُ مَا قُلْتُ اَنَا وَالنَّبِيُّونَ مِنْ قَبْلى لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ Yani “Ben ve benden evvel gelen peygamberlerin en ziyade faziletli ve kıymetli sözleri ‘lâ ilahe illallah’ kelamıdır.” (2. Şua)
Şimdi, “lâ ilahe illallah” zikrinin sebeb-i kıymetini anladık mı?
Kıymeti şundanmış: Çünkü bu zikirde Allah’ın azamet-i kibriyası, celal-i Sübhanîsi ve saltanat-ı mutlaka-i rububiyet-i Samedanisi tahakkuk eder. İşte bu tahakkuklar sebebiyle kelime-i tevhid böyle kıymettardır.
Şu an gönlüme şu mana geldi: Ben hiç “lâ ilahe illallah” dememişim. Evet, belki çok demişim lakin hakikatiyle dememişim…
Namazdan sonraki tesbihatta “lâ ilahe illallah” zikrine -benim gibi- gafilâne devam edenlerin kulakları çınlaya…
Bu dersimizde şu bölümün mütalaasını yaptık:
Hem kelime-i tevhidde azamet-i kibriya ve celal-i Sübhanî ve saltanat-ı mutlaka-i rububiyet-i Samedaniye tahakkuk etmesi içindir ki Resul-i Ekrem (a.s.m.) ferman etmiş: اَفْضَلُ مَا قُلْتُ اَنَا وَالنَّبِيُّونَ مِنْ قَبْلى لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ Yani “Ben ve benden evvel gelen peygamberlerin en ziyade faziletli ve kıymetli sözleri ‘lâ ilahe illallah’ kelamıdır.” (2. Şua)
Yazar: Sinan Yılmaz