a
Ana Sayfaİkinci Şua73. Eşyanın icadı ya ademden olur ya terkip suretinde sair anasırdan ve mevcudattan toplanır…

73. Eşyanın icadı ya ademden olur ya terkip suretinde sair anasırdan ve mevcudattan toplanır…

İkinci Şua mütalaasına devam ediyoruz:

Üstad Hazretleri, Allah’ın vücub-u vücuduna ve vahdaniyetine dair çok kuvvetli bir delil sunacak. Bu sefer delil üzerindeki mütalaamızı metni okumadan yapalım; daha sonra metni bölmeden tamamını okuyalım. Bu usul, metni anlamamızı kolaylaştıracaktır.

Mesela toprağa bir elma ağacı diktik. Ağaç büyüdü, çiçek ve meyve verdi. Ağacın ne yaprakları birbirinin tamamen aynı ne çiçekleri aynı ne de meyveleri aynı…

Eğer bu ağacı sebepler yani toprak, hava ve su yaratmışsa; bu durumda, bir saksı kadar toprak içinde ağacın dal, yaprak, çiçek ve meyveleri adedince maddi kalıplar lazım.

— Niçin maddi kalıplar lazım?

Sebebi şu:

Mesela bir pinpon topu yapmak isteseniz, ilk önce ona bir kalıp yapmak zorundasınız. Kalıp olmadan pinpon topunu üretemezsiniz. Bu, bütün eşya için geçerlidir. Bir şeyi üretecekseniz, ilk önce onun kalıbını yapmalısınız.

Eğer elma ağacını ve üzerindeki yaprağı, çiçeği ve meyveyi toprak, hava ve su yaratmışsa; bu durumda, toprağın, havanın ve suyun her bir cüzünde elma ağacının dalları, yaprakları, çiçek ve meyveleri adedince maddi kalıplar olması lazım.

İş bununla da bitmiyor. Biz o saksının içine başka bir şey diksek diktiğimiz şey bitiyor. Bu durumda, o saksının içinde, onda biten nebatat adedince; o nebatatın dalları, yaprakları, çiçekleri, meyveleri ve diğer cüzleri adedince maddi kalıpların olduğunu kabul etmek lazım gelir. Ancak bu durumda toprak, hava ve su o nebatatı bitirebilir. Eğer küçücük saksının içinde, dünya kadar maddi kalıpların olduğunu kabul eden varsa Allah’ı inkâr etsin ve “Nebatatı toprak, hava ve su yapıyor.” desin.

— Peki, eşyanın yaratılışını izah edebileceğimiz başka bir yol var mı?

Evet, var. İkinci yol şu:

Toprak, hava ve suyun nihayetsiz bir ilmi ve sonsuz bir kudreti olmalı. İlmiyle bütün ağaçların yapraklarını, çiçeklerini, meyvelerini ve bütün özelliklerini bilmeli; kudretiyle de bunları icat etmeli.

Meseleyi biraz daha açalım:

Topraktan çıkan nebatat; çiçeğiyle, meyvesiyle ve yaprağıyla bir kalıptan çıkmış gibi gayet mizanlı ve dengeli yaratılıyor. Böyle bir kalıptan çıkmış gibi düzgün olabilmek için iki şeyden biri lazımdır.

– Ya maddi bir kalıp olmalı ve eşya o maddi kalıbın içinde şekil almalı.

– Ya da manevi bir kalıp olmalı. Kudret sahibi bir zat atomları kudretiyle hareket ettirmeli ve manevi kalıbın içine sokmalı.

Eşyanın icadını izah edebileceğimiz başka bir yol yok.

Bu durumda, eğer nebatatı toprak, hava ve su icat etmişse; bu üçünün içinde ya bitkiler adedince, onların yaprakları, çiçekleri, meyveleri adedince maddi kalıplar olmalı, eşyayı bu maddi kalıplara sokarak icat etmiş olmalılar. Ya da eşya adedince manevi kalıplar olmalı. Manevi kalıplar için de nihayetsiz ilimleri olmalı. Ayrıca sonsuz kudretleri de olmalı ki atomları bu ilmî ve manevi kalıpların içine girmeye zorlayabilsinler.

Şimdi sorumuz şu:

— Eğer toprak, hava ve suyun içinde eşya adedince maddi kalıplar yoksa, nihayetsiz ilimleri olmadığı için manevi kalıpları da yoksa, kudretleri olmadığı için atomları sevk ve idare de edemiyorlarsa; bu ağaçlar, çiçekler ve meyveler nasıl yaratılıyor? Nebatat nasıl icat ediliyor?

İş “Allah yok.” demekle bitmiyor. Bize eşyanın nasıl yaratıldığını izah etmek zorundalar. Hadi etsinler de görelim. Ya diyecekler ki:

— Bir saksı kadar toprağın içinde yüz milyonlar maddi kalıp var.

Ya da diyecekler ki:

— Bu toprak, hava ve suyun nihayetsiz ilimleri var. İlimlerinde nihayetsiz manevi kalıplar var. Sonsuz kudretleriyle atomları bu kalıplara girmeye mecbur ediyorlar.

Bu iki şıktan birini kabul edemeyen, Allah’ı kabul etmek zorundadır.

Şimdi, Üstadımızın bu delili nasıl izah ettiğine bakalım: (Metni cümle cümle anlamaya çalışın ve bir cümleyi tam anlamadan sonraki cümleye geçmeyin.)

Eşyanın icadı, ya ademden olur ya terkip suretinde sair anasırdan ve mevcudattan toplanır.

(Adem: Yokluk / Terkip: Birleştirme, bir araya getirme / Anasır: Unsurlar, elementler)

Eğer bir tek zata verilse o vakit her hâlde o zatın her şeye muhit bir ilmi ve her şeye müstevli bir kudreti bulunacak.

(Muhit: Kuşatan / Müstevli: Her tarafı kaplayan)

Ve bu surette, onun ilminde suretleri ve vücud-u ilmîleri bulunan eşyaya vücud-u haricî vermek ve zahir bir ademden çıkarmak ise… bir kibrit çakar gibi… veya göze görünmeyen bir yazı ile yazılan bir hattı göze göstermek için, gösterici bir maddeyi üstüne geçirmek ve sürmek gibi… veya fotoğrafın âyinesindeki sureti kâğıt üstüne nakleden kolay ameliyat gibi… gayet kolay bir surette Sâni’in ilminde planları ve programları ve manevi miktarları bulunan eşyayı, “Emr-i kün feyekûn” ile adem-i zahirîden vücud-u haricîye çıkarır.

(Vücud-u ilmî: Eşyanın Allah’ın ezelî ilmindeki hâlidir. Bu eşya yaratılmamış olup sadece ilm-i İlâhîde ilmî vücutları vardır. / Vücud-u haricî: Maddi vücuttur. İlm-i İlâhîde vücud-u ilmîsi olan eşya yaratıldığında vücud-u haricî giyer ve yok iken var olur. / Zahir: Hakiki olmayıp görünüşte olan / Adem: Yokluk / Sâni: Sanatkâr (Allah) / Emr-i kün feyekûn: Ol emriyle eşyanın hemen oluvermesi / Adem-i zahirî: Görünüş itibarıyla yokluk)

Eğer inşa ve terkip suretinde olsa ve hiçten, ademden icad etmeyip belki anâsırdan ve etraftan toplamak suretiyle yapsa…

(İnşa: Mevcut elementleri bir araya getirerek yaratma / Terkip: Bir araya getirme / Anâsır: Unsurlar, elementler)

Yine nasıl ki bir taburun istirahat için her tarafa dağılmış olan efradlarının bir boru sadasıyla toplanmaları… ve muntazam bir vaziyete girmeleri… ve o sevkiyatı teshil ve o vaziyeti muhafaza hususunda, bütün ordu kendi kumandanının kuvveti ve kanunu ve gözü hükmünde olduğu gibi…

(Efrad: Fertler / Teshil: Kolaylaştırma)

Aynen öyle de Sultan-ı kâinat’ın kumandası altındaki zerreler… onun kaderî ve ilmî düsturlarıyla ve müstevli kudretinin kanunlarıyla… ve temas ettikleri sair mevcudat dahi o Sultan’ın kuvveti ve kanunu ve memurları gibi teshilatçı olarak o zerreler sevk olunup gelirler… Bir zîhayatın vücudunu teşkil etmek için ilmî, kaderî birer manevi kalıp hükmünde bir miktar-ı muayyen içine girerler, dururlar.

(Müstevli: Her tarafı kaplayan / Teshilatçı: Kolaylaştırıcı / Miktar-ı muayyen: Belirlenmiş ölçü)

Eğer eşya, ayrı ayrı ellere ve esbaba ve tabiat gibi şeylere havale edilse… o hâlde bütün ehl-i aklın ittifakıyla; hiçbir sebep hiçbir cihetten, hiçten ademden icad edemez…

(Esbab: Sebepler / Adem: Yokluk)

Çünkü o sebebin muhit bir ilmi, müstevli bir kudreti olmadığından o adem ise yalnız zahirî ve haricî bir adem olmaz, belki adem-i mutlak olur… Adem-i mutlak ise hiçbir cihetle menşe-i vücud olamaz…

(Muhit: Kuşatan / Adem-i mutlak: Vücud-i ilmîsi dahi olmayıp mutlak olarak yok olma. Allahu Teâlâ için adem-i mutlak yoktur. Bir şey vücuda gelmeden ve vücuttan gittikten sonra Allah’ın daire-i ilmindedir yani bir vücud-u ilmîsi vardır. Esbab için ise adem-i mutlak vardır, zira esbabın bir ilm-i muhiti yoktur. / Menşe-i vücud: Varlığın sebebi)

Öyle ise her hâlde terkip edecek… Hâlbuki inşa ve terkip suretinde bir sineğin, bir çiçeğin cesedini, cismini zeminin yüzünden toplamak… ve ince bir elek ile eledikten sonra binler müşkülatla o mahsus zerreler gelebilirler… Hem geldikten sonra dahi o cisimde dağılmadan muntazam bir vaziyeti muhafaza etmek için -manevi ve ilmî kalıpları bulunmadığından- maddi ve tabii bir kalıp, belki azaları adedince kalıplar lazımdır. Ta ki o gelen zerreler, o cism-i zîhayatı teşkil etsinler.

(Cism-i zîhayat: Hayat sahibi cisim)

Herhâlde üstte yaptığımız izah metni anlamanızı kolaylaştırmıştır. Dilerseniz metni bir daha okuyabilirsiniz.

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin