a
Ana Sayfaİkinci Şua89. Hatta her bir ağacın mebdeinde ve müntehasında ve üstünde ve içinde…

89. Hatta her bir ağacın mebdeinde ve müntehasında ve üstünde ve içinde…

İkinci Şua mütalaasına devam ediyoruz:

“Hatta her bir ağacın mebdeinde ve müntehasında ve üstünde ve içinde  هُوَ الْاَوَّلُ وَالْاٰخِرُ وَالظَّاهِرُ وَالْبَاطِنُ  isimlerinin işaret ettikleri dört sikke-i tevhid var.”

(Mebde: Başlangıç / Münteha: Son / Sikke-i tevhid: Tevhid mührü)

Gelecek metnin manası açık olduğundan şerhine girişmeyeceğiz. Metni teenni ve tefekkürle okuyalım:

“İsm-i Evvel ile işaret edildiği gibi: Her bir meyvedar ağacın menşe-i aslîsi olan çekirdek (Haşiye) öyle bir sandukçadır ki o ağacın programını ve fihristesini ve planını… ve öyle bir tezgâhtır ki onun cihazatını ve levazımatını ve teşkilatını… ve öyle bir makinedir ki onun iptidadaki incecik vâridatını ve latîfane masarifini ve tanzimatını taşıyor.

(Menşe-i aslî: Asıl kök / İptida: Başlangıç / Vâridat: Gelirler / Masarif: Masraflar)

Haşiye: Eski zamandan beri darb-ı mesel olarak umumun dilinde ve lisan-ı nâsta gezen şu “Çekirdekten yetişme” sözü bu risalenin müellifine bir işaret-i gaybiye-i örfiye denilebilir. Çünkü Risale-i Nur hâdimi olan şahıs Kur’an’ın feyziyle, çekirdek ve çiçekte tevhid için iki mi’rac-ı marifet keşfederek tabiiyyunları boğan aynı yerde âb-ı hayat bulmuş ve çekirdekten hakikate ve nur-u marifete yetişmiş ve bu iki şeyin Risale-i Nur’da ziyade tekrarları bu hikmete binaendir.

(Darb-ı mesel: Bir durumu temsil yoluyla anlatmak maksadıyla söylenmiş hikmetli ve meşhur söz / Lisan-ı nâs: İnsanların lisanı / İşaret-i gaybiye-i örfiye: Herkes tarafından bilinen gayba dair işaret / Tabiiyyun: Allah’ı inkâr edip “Her şeyi tabiat yapıyor.” diyerek tabiata icat ve tesir veren kimseler)

Ve ism-i Âhir ile işaret edildiği gibi: Her bir ağacın neticesi ve meyvesi öyle bir tarifenamedir ki o ağacın eşkâlini ve ahvalini ve evsafını… ve öyle bir beyannamedir ki onun vazifelerini ve menfaatlerini ve hâssalarını… ve öyle bir fezlekedir ki o ağacın emsalini ve ensalini ve nesl-i âtisini o meyvenin kalbinde bulunan çekirdekler ile beyan ediyor, ders veriyor.

(Eşkâl: Şekiller / Ahval: Hâller / Evsaf: Vasıflar / Hâssa: Özellik / Fezleke: Özet / Ensal: Nesiller / Nesl-i âti: Gelecek nesil)

Ve ism-i Zahir ile işaret edildiği gibi: Her ağacın giydiği suret ve şekil öyle musanna ve münakkaş bir hulledir, bir libastır ki o ağacın dal ve budak ve aza ve eczasıyla tam kametine göre biçilmiş, kesilmiş, süslendirilmiş…. Ve öyle hassas ve mizanlı ve manidardır ki o ağacı bir kitap, bir mektup, bir kaside suretine çevirmiştir.

(Musanna: Sanatlı / Münakkaş: Nakışlı / Hulle: Cennet elbisesi / Libas: Elbise / Kamet: Boy, endam)

Ve ism-i Bâtın ile işaret edildiği gibi: Her ağacın içinde işleyen tezgâh öyle bir fabrikadır ki o ağacın bütün ecza ve azasını teşkil ve tedvir ve tedbirini gayet hassas mizanla ölçtüğü gibi… bütün ayrı ayrı azalarına lazım olan maddeleri ve rızıkları, gayet mükemmel bir intizam altında sevk ve taksim ve tevzi ile beraber… akılları hayret içinde bırakan şimşek çakmak gibi bir sürat ve saati kurmak gibi bir suhulet ve bir orduya “Arş!” demek gibi bir birlik ve beraberlik ile o harika fabrika işliyor.

(Tedvir: Yönetme, idare etme / Tevzi: Dağıtma / Suhulet: Kolaylık)

Elhasıl: Her bir ağacın evveli, öyle bir sandukça ve program… ve âhiri, öyle bir tarifename ve numune… ve zahiri, öyle bir musanna hulle ve bir münakkaş libas… ve bâtını, öyle bir fabrika ve tezgâhtır ki… bu dört cihet öyle birbirine bakıyorlar ve dördün mecmuundan öyle bir sikke-i a’zam, belki bir ism-i a’zam tezahür eder ki bilbedahe bütün kâinatı idare eden bir Sâni-i Vâhid-i Ehad’den başkası o işleri yapamaz… Ve ağaç gibi her zîhayatın evveli, âhiri, zahiri, bâtını birer sikke-i tevhid, birer hâtem-i vahdet, birer mühr-ü ehadiyet, birer turra-i vahdaniyet taşıyor.”

(Musanna: Sanatlı / Münakkaş: Nakışlı / Libas: Elbise / Sikke-i a’zam: En büyük sikke / Bilbedahe: Apaçık bir şekilde / Mühr-ü ehadiyet: Allah’ın birliğinin mührü / Turra: Padişah mührü / Turra-i vahdaniyet: Allah’ın birliğine dair mühür)

İşte bu üç misaldeki ağaca kıyasen, bahar dahi çok çiçekli bir ağaçtır. Güz mevsiminin eline emanet edilen tohumlar, çekirdekler, kökler ism-i Evvel’in sikkesini… ve yaz mevsiminin kucağına dökülen, eteğini dolduran meyveler, hububat ve sebzevatlar ism-i Âhir’in hâtemini… ve bahar mevsimi, huri’l-în misillü birbiri üstüne giydiği sündüs-misal hulleler ve yüz bin nakışlar ile süslenmiş fıtrî libaslar ism-i Zahir’in mührünü… ve baharın içinde ve zeminin batnında işleyen Samedanî fabrikalar ve kaynayan rahmanî kazanlar ve yemekleri pişirttiren rabbanî matbahlar ism-i Bâtın’ın turrasını taşıyorlar.

(Huri’l-în misillü: Güzel gözlü cennet kızı gibi / Sündüs-misal: İpekten yapılmış gibi / Batın: Karın / Matbah: Mutfak)

Hatta her bir nevi, mesela nev-i beşer dahi bir ağaçtır. Kökü ve çekirdeği mazide… ve semereleri, neticeleri müstakbelde olarak… hayat-ı cinsiye ve beka-yı nev’î içinde gayet muntazam kanunların bulunması gibi, hâl-i hazır vaziyeti dahi hayat-ı şahsiye ve hayat-ı içtimaiye düsturlarının hükmü altında bir sikke-i tevhid… ve zahirî karışıklıklar altında gizli, muntazam bir hâtem-i vahdet… ve müşevveş ahval-i beşeriye altında mukadderat-ı hayatiye denilen kaza ve kaderin düsturlarının hükmü altında bir mühr-ü vahdaniyet taşıyor.”

Bu son kısım biraz kapalı. Bir parça açalım:

İnsan nevini bir ağaca benzetirsek:

— Ağacın bir kökü ve çekirdeği var. Peki, nev-i beşerin kökü ve çekirdeği nerededir?

Elcevab: Kökü ve çekirdeği mazidedir. İlk kök ve ilk çekirdek Hazreti Âdem (a.s.)’dır. Sonra sırasıyla gelen ve mazi deresine dökülen atalarımızın her biri birer kök ve çekirdek hükmündedir.

— Ağacın meyvesi var. Peki, nev-i beşerin meyveleri nerededir?

Meyveleri ve neticeleri müstakbeldedir. Ahiret pazarına gönderdiği ameller nev-i beşerin meyveleridir.

— Ağaç bazı kanunlara tabidir. Peki, nev-i beşerin tabi olduğu kanunlar var mı?

Evet, nev-i beşerin hayatı ve bekası içinde gayet muntazam kanunlar vardır. Hâl-i hazır vaziyeti de hayat-ı şahsiye ve hayat-ı içtimaiye düsturlarının hükmü altındadır. Yani hem nev’inin hayatı ve bekası hem de hâl-i hazırdaki vaziyeti bir takım kanun ve düsturların taht-ı hükmündedir. Bütün bu kanun ve düsturların nev-i beşeri ve her bir ferdini kuşatması da bir sikke-i tevhiddir. Zira başka bir müdebbir olsaydı kanun ve düsturlarda farklılık olurdu. Madem aynıdır, o hâlde nev-i beşer tek bir müdebbirin idaresi altındadır.

— Nev-i beşerin ağaca benzeyen başka bir ciheti var mıdır?

Evet vardır. Şöyle ki: Nasıl ki ağacın ahvaline dikkat edilse bir kaderin hükmü altında olduğu anlaşılır ve bir takdirin düsturları altında hareket ettiğine hükmedilir. Aynen bunun gibi, nev-i beşerin müşevveş ahvaline dikkat edilse, onun da mukadderat-ı hayatiye denilen kaza ve kaderin düsturlarının hükmü altında olduğu anlaşılır.

Mukadderat-ı hayatiye: Bütün canlıların hayatları müddetince geçirdikleri ve geçirecekleri hâl, tavır, hareket, şekil ve amel gibi hususiyetlerin ezelde takdir edilmesidir. Bunun altında ise bir mühr-ü vahdaniyet vardır.

Metni birkaç kelamla açtık. Mütalaa vazifesi size ait. Mütalaa ederken başka nükteler de açılır.

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin