a
Ana Sayfaİkinci Şua63. Amma kemalin sırr-ı vahdete işareti ise yine Risale-i Nur’da çok parlak burhanlarıyla…

63. Amma kemalin sırr-ı vahdete işareti ise yine Risale-i Nur’da çok parlak burhanlarıyla…

İkinci Şua mütalaasına devam ediyoruz:

“Amma kemalin sırr-ı vahdete işareti ise yine Risale-i Nur’da çok parlak burhanlarıyla beyan edilmiştir. Gayet muhtasar bir meali şudur ki:

Semavat ve arzın hilkati, bilbedahe gayet kemalde bir kudret-i mutlakayı ister.”

(Hilkat: Yaratılış / Bilbedahe: Apaçık bir şekilde / Kudret-i mutlaka: Sınırsız kudret)

Şimdi semavatta küçük bir gezinti yapalım ve semanın hilkati üzerine biraz tefekkür edelim:

Bilinen yaklaşık 500 milyar galaksi -bu sadece büyük boyutlu galaksilerin sayısıdır- ve her galakside de yaklaşık 300 milyar yıldız vardır. Bu yıldızlar hem kendi etrafında hem de bağlı oldukları sistemle birlikte belirli yörüngelerde dönerler.

Üstelik uzaydaki hız kavramı -dünya ölçüleriyle karşılaştırıldığında- akıl almaz boyutlardadır. Milyonlarca ton ağırlığındaki yıldızlar, gezegenler ve galaksiler uzay içinde müthiş bir süratle hareket ederler.

Üzerinde yaşadığımız Dünya saatte 1.670 km hızla kendi ekseni etrafında ve 108.000 km hızla Güneş’in etrafında döner. Güneş Sistemi’nin galaksi merkezi etrafındaki dönüş sürati saatte 720.000 km iken, Samanyolu Galaksisi’nin uzaydaki hızı saatte 950.000 km’dir. Durmaksızın devam eden hareket öylesine yoğundur ki Dünya ve Güneş Sistemi her sene, bir önceki sene bulunduğu yerden 500 milyon kilometre uzakta bulunur.

— Acaba böyle intizamlı bir hareketin tesadüfen olması hiç mümkün müdür?

— Düz yoldaki bir arabanın intizamlı hareketi gibi basit bir intizamı dahi şoförün maharetine bağlamak zorunda kalan insan, nasıl olur da semavattaki şu intizamı tesadüfe ve sebeplere havale edebilir?

Uzaya başka bir cihetten baksak:

Kâinat öyle bir saraydır ki yıldızlar bu sarayın kandilleridir. Dünya ise bu sarayda sadece küçücük bir odadır. Güneş bu odanın lambası ve sobası; Ay ise gece lambasıdır.

Dünyanın lambası olan Güneş, Dünya’mızdan 1.300.000 defa daha büyüktür.

Bizim galaksimiz olan Samanyolu Galaksisi’nde ise iki yüz milyar ila üç yüz milyar arasında yıldız vardır.

— Her biri Güneş büyüklüğünde olan üç yüz milyar yıldızın kapladığı alanı hayal edebilir misiniz?

— Acaba bu kadar yıldızı birbirine çarptırmadan gezdiren kimdir?

Güneş’in merkez sıcaklığı 20 milyon santigrat derecedir. (Suyun 100 derecede kaynadığı malumdur.) Eğer Güneş’ten toplu iğne ucu kadar bir madde getirebilseydik, 160 km uzaklıktaki bir maddeyi yakabilirdi. Eğer bütün dünya odun ve kömür olsaydı, Güneş’in bir günlük ihtiyacını karşılayamazdı.

— Acaba Güneş sobasını söndürmeden yakan kimdir?

Güneş’in Dünya’ya uzaklığı 150 milyon km’dir. Samanyolu Galaksisi’nin çapı ise 100.000 ışık yılıdır. (Işığın saniyedeki hızı 300.000 km’dir.) Eğer saniyede 10.000 km hızla giden bir rokete binseydik, Samanyolu Galaksisi’nin bir yanından öbür yanına gitmek için 15 milyar 800 milyon yıla ihtiyacımız olurdu.

Bilim adamları 7.000 civarında kuyruklu yıldız tespit etmiştir. Bu sayılar her geçen gün artmaktadır. En kısasının kuyruk uzunluğu 300 milyon km’dir.

Şimdi dikkat edin! Size hayalin dahi tasavvurdan âciz kalacağı bir yıldızdan bahsedeceğiz:

Canis Majoris… Bu yıldız o kadar büyüktür ki içine tam bu kadar Dünya sığmaktadır: 7.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000

Telaffuzunu yapamadığımız bu kadar Dünya’yı Canis Majoris Yıldızı’nın içine koysak ancak o zaman doluyor. Bu nasıl bir büyüklüktür!..

Sizler bu bilgilerin üzerine koyar, tefekkürünüzü genişletirsiniz.

Üstadımız demişti ki: Semavat ve arzın hilkati, bilbedahe gayet kemalde bir kudret-i mutlakayı ister.

Evet, böyle bir semavatı ve arzı ancak kudreti sonsuz olan Zat-ı Zülcelal yaratabilir. Kudretinde sınır olan, değil semavatı ve içindeki yıldızları, bir çiçeği dahi yaratamaz. Bu da tevhidi netice verir.

“Belki her bir zîhayatın acayip cihazatı dahi kemal-i mutlakta bir kudreti iktiza eder.”

Dünyamızda 1.000.000 farklı tür vardır. Her bir türü bir tabura benzetirsek, dünya ordugâhında 1.000.000 tabur ve her taburun da hadsiz efradı vardır. Sadece sinek taburunda bir yaz mevsiminde yaratılan fertler, Hazreti Âdem’den kıyamete kadar, yaratılan ve yaratılacak olan bütün insanlardan daha fazladır.

Evet, dünya öyle bir ordugâhtır ki her taburun milleti farklı, silahları farklı, elbiseleri farklı, talimatları farklı, suretleri farklı ve erzakları farklıdır.

Bu kadar farklılık içinde hiçbir karışıklık, hata ve kusur yoktur. Bu da kemal-i mutlakta bir kudreti iktiza eder. Kudreti kemal-i mutlakta olmayan, değil bütün mahlukata cihazat takmak, bir sineğe kanat dahi takamaz. Böyle bir kudret de tevhidi iktiza eder.

“Ve aczden münezzeh ve kayıttan müberra bir kudret-i mutlakadaki kemal ise elbette vahdeti istilzam eder. Yoksa kemaline nakîse ve ıtlakına kayıt konmak ve nihayetsizliğine nihayet vermek ve en kavî bir kudreti en zayıf bir acze sukut ettirmek ve nihayetsiz bir kudrete, nihayetsiz olduğu bir vakitte, bir mütenahî ile nihayet vermek lazım gelecek. Bu ise beş vecihle muhal içinde muhaldir.”

(Nakîse: Eksiklik, kusur / Itlak: Bir kayıtla kayıtlı olmama / Mütenahî: Sonlu)

Bu cümleyi “İnkılab-ı hakaik muhaldir.” kaidesi üzerinden tefekkür edelim. Üstad Hazretleri Onuncu Söz’de şöyle diyor:

“İnkılab-ı hakaik ittifaken muhaldir. Ve inkılab-ı hakaik içinde muhal-ender muhal, bir zıt kendi zıddına inkılâbıdır. Ve bu inkılab-ı ezdad içinde bi’l-bedahe bin derece muhal şudur ki zıt, kendi mahiyetinde kalmakla beraber, kendi zıddının aynı olsun. Mesela nihayetsiz bir cemal hakiki cemal iken, hakiki çirkinlik olsun.”

Şimdi bu metni mütalaa edelim:

İnkılab-ı hakaik, hakikatlerin zıtlarına dönmesi demektir. Burada üç farklı muhalden bahsediliyor:

1. İnkılab-ı hakaikin muhal olması: Mesela bir aslanın, aslanlık vasıflarını kaybederek kaplana dönüşmesi inkılab-ı hakaiktir. Yine bir yunus balığının, kendi vasıflarını kaybederek köpek balığına dönüşmesi inkılab-ı hakaiktir.

İnkılab-ı hakaik muhaldir ve imkânsızdır. Bir varlık kendi zatını bırakarak başka bir varlığa dönüşemez.

2. İnkılab-ı hakaik içinde muhal-ender muhal, bir zıt kendi zıddına inkılâbıdır: Bu muhalin önceki muhalden farkı şudur: Öncekinde kendi benzerine inkılap ediyordu. Bunda ise zıddına inkılap ediyor. Mesela bir ceylanın, ceylanlık vasıflarını bırakarak aslana dönmesi ya da bir balığın, balıklık vasıflarını kaybederek kuşa dönmesi buna misaldir.

Bu muhalde, bir varlığın hem zatı hem de sıfatları zıddına inkılap etmektedir. Ceylan son derece korkak ve ürkektir. Aslana döndüğünde zatı aslana benzemekle birlikte, sıfatları da aslanın sıfatlarına dönüşecektir. Yani son derece korkak iken cesur olacak, şanı kaçmak iken kovalamaya başlayacak…

Bu, inkılab-ı hakaik içinde muhal-ender muhal (muhal içinde muhal) olan bir inkılaptır.

3. Bu inkılab-ı ezdad içinde bi’l-bedahe bin derece muhal şudur ki zıt, kendi mahiyetinde kalmakla beraber, kendi zıddının aynı olsun: Bu da üçüncü muhaldir. Bu muhal şudur: Mesela ceylan, ceylan olarak kalacak ve kendi mahiyetini muhafaza edecek; bununla birlikte, aynı zamanda aslana dönecek. Yani hem ceylan hem aslan olacak. Ya da bir balık, balık olarak kalacak ve kendi mahiyetini muhafaza edecek; bununla birlikte, aynı zamanda kuşa inkılap edecek. Yani hem balık hem kuş olacak; iki zıddı kendinde cemedecek.

Bu muhal, diğer iki muhale kıyasla bin derece daha muhaldir.

Şimdi Üstadımızın beyanını bir daha okuyalım:

Ve aczden münezzeh ve kayıttan müberra bir kudret-i mutlakadaki kemal ise elbette vahdeti istilzam eder. Yoksa kemaline nakîse ve ıtlakına kayıt konmak ve nihayetsizliğine nihayet vermek ve en kavî bir kudreti en zayıf bir acze sukut ettirmek ve nihayetsiz bir kudrete, nihayetsiz olduğu bir vakitte, bir mütenahî ile nihayet vermek lazım gelecek. Bu ise beş vecihle muhal içinde muhaldir.”

Eğer tevhid olmazsa inkılab-ı hakaik olur. Zira Allahu Teâlâ:

1. Nihayetsiz kâmil iken, kemaline nakîse gelir ve kemal kusura döner.

2. Kayıtsız iken, ıtlakına kayıt gelir. Mutlak iken mukayyed olur.

3. İsim ve sıfatlarıyla nihayetsiz iken, nihayetsizliği son bulur.

4. Kavi bir kudret sahibi iken, zayıf bir acze sukut eder.

5. Nihayetsiz bir kudrete sahip iken, bir mütenahî ile (sonlu bir varlık ile) nihayetsizliğine nihayet verilir.

Bu ihtimaller ise -aklı olanlar için- muhal içinde muhaldir.

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin