34. Ve zîhayat ve zîşuurların hikmet-i hilkatleri ve sırr-ı icadları tezahür eder
İkinci Şua mütalaasına devam ediyoruz:
“Ve zîhayat ve zîşuurların hikmet-i hilkatleri ve sırr-ı icadları tezahür eder.”
Zîhayatın hikmet-i hilkatinin ne olduğunu, “Mahlukatın netice-i hilkatleri takarrur eder.” cümlesini tahlil ederken mütalaa etmiştik. Bu makamda, zîşuurların hikmet-i hilkati ve sırr-ı icadı üzerine bir mütalaa yapacağız.
Üstad Hazretleri bu hikmet ve sırrı Yedinci Şua’da şöyle beyan ediyor:
“ وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَاْلاِنْسَ اِلاَّ لِيَعْبُدُونِ Bu ayet-i uzmanın sırrıyla, insanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gayesi hâlık-ı kâinatı tanımak ve Ona iman edip ibadet etmektir.” (Yedinci Şua)
(Ayetin manası: Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.)
Bu ifadede insanın hilkat-i hikmeti üzerine üç gaye zikredildi ki bu gayeler diğer zîşuur için de geçerlidir. Daha başka gaye ve hikmetler de vardır. Biz mütalaamızı bu üçü üzerine kuralım.
Tekrar edecek olursak: İnsan ve diğer zîşuur mahlukat şu hikmetler sebebiyle yaratılmıştır:
1. Hâlık-ı kâinat olan Allahu Teâlâ’yı tanımak ve Onu isim ve sıfatlarıyla bilmek.
2. Allah’a iman etmek; varlığını ve birliğini kalp ile tasdik edip dil ile ikrar etmek.
3. O Rabb-i Zülcelal’e ibadet etmek.
Bütün bu hikmetler ancak sırr-ı vahdet ile tezahür eder. Eğer vahdet olmazsa:
1. Hâlık-ı kâinat bilinemez, esması ve evsafı keşfedilemez. Bir kısım esması keşfedilse de ya eksik keşfedilir ya da yanlış.
2. Bilinmediği için Ona hakiki iman edilemez. Ya inkâr edilir ya da Onunla birlikte çok batıl mabuda iman edilir.
3. Ona ibadet de edilemez. Kişi bilmediği bir Rabbe ve varlığını inkâr ettiği bir Mabuda niçin ibadet etsin? Hadi edecek olsa, nasıl edeceğini nereden bilsin?
Sözün özü: Zîhayat ve zîşuurların hikmet-i hilkatleri ve sırr-ı icadları ancak sırr-ı vahdet ile tezahür eder. Sırr-ı vahdet olmazsa bu hikmetler kaybolur, bu sırlar saklanır; belki her şey bir hurafeye döner.
Yazar: Sinan Yılmaz