45. Şirk kâinata karşı büyük bir tahkir ve azim bir tecavüzdür…
İkinci Şua mütalaasına devam ediyoruz:
“Evet, şirk kâinata karşı büyük bir tahkir ve azim bir tecavüzdür. Ve kâinatın kudsi vazifelerini ve hilkatin hikmetlerini inkâr etmekle şerefini kırıyor.”
İkinci meyvenin başından buraya kadar mezkûr hakikati mütalaa ettik ve bu meseleye dair yaklaşık 20 sayfa şerh yazdık. Üstad Hazretleri bu makamda bu hakikate bir misal veriyor. Şimdi misali dikkatle okuyalım:
“Numune için binler misallerinden bir tek misale işaret edeceğiz:
Mesela, sırr-ı vahdet ile kâinat öyle cesim ve cismanî bir melaike hükmünde olur ki mevcudatın nevileri adedince yüz binler başlı ve her başında o nevide bulunan fertlerin sayısınca yüz binler ağız ve her ağzında o ferdin cihazat ve ecza ve aza ve hüceyratı miktarınca yüz binler diller ile Sâniini takdis ederek tesbihat yapan İsrafil-misal ubudiyette ulvi bir makam sahibi bir acayibü’l-mahlukat iken, hem sırr-ı tevhid ile ahiret âlemlerine ve menzillerine çok mahsulat yetiştiren bir mezra ve dâr-ı saadet tabakalarına a’mal-i beşeriye gibi çok hasılatıyla levazımat tedarik eden bir fabrika ve âlem-i bekada hususan cennet-i a’lâdaki ehl-i temaşaya dünyadan alınma sermedî manzaraları göstermek için mütemadiyen işleyen yüz bin yüzlü sinemalı bir fotoğraf iken, şirk ise bu çok acib ve tam mutî, hayattar ve cismanî melaikeyi camid, ruhsuz, fâni, vazifesiz, hâlik, manasız, hâdisatın herc ü merci altında ve inkılabların fırtınaları içinde, adem zulümatında yuvarlanan bir perişan mecmua-yı vâhiyesi hem bu çok garib ve tam muntazam, menfaattar fabrikayı mahsulatsız, neticesiz, işsiz, muattal, karmakarışık olarak şuursuz tesadüflerin oyuncağı ve sağır tabiatın ve kör kuvvetin mel’abegâhı ve umum zîşuurun matemhanesi ve bütün zîhayatın mezbahası ve hüzüngâhı suretine çevirir.
İşte اِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظِيمٌ sırrıyla, şirk bir tek seyyie iken ne kadar çok ve büyük cinayetlere medar oluyor ki cehennemde hadsiz azaba müstahak eder. Her ne ise… Siracünnur’da bu İkinci Meyve’nin izahatı ve hüccetleri mükerreren beyan edildiğinden, o uzun kıssayı kısa bıraktık.”
(Cesim: Büyük / Sâni: Sanatkâr / İsrafil-misal: İsrafil (a.s.) gibi / Acayibü’l-mahlukat: Mahlukatın acayibi, insanı şaşırtan ve hayrete düşüren mahluk / Mezra: Tarla / Sermedî: Daimî / Mutî: İtaatkâr / Hâlik: Helâk olan / Adem: Yokluk / Zulümat: Karanlıklar / Mecmua-yı vâhiye: Boş, manasız ve abes işlerin mecmuası / Muattal: İşe yaramaz / Mel’abegâh: Oyun yeri / Seyyie: Günah)
Üstad Hazretleri bazen bir cümle kuruyor, cümle yarım sayfa oluyor; bu da ihatayı zorlaştırıyor. Kuvvetli bir hafızası olmadığı için, sonunu okurken başını unutanlar bu tür metinleri parçalamalı ve metni kısım kısım mütalaa etmelidir. Biz de bu usulü takip edelim. Üstadımız misale şöyle başladı:
“Sırr-ı vahdet ile kâinat öyle cesim ve cismanî bir melaike hükmünde olur ki… mevcudatın nevileri adedince yüz binler başlı… ve her başında o nevide bulunan fertlerin sayısınca yüz binler ağız… ve her ağzında o ferdin cihazat ve ecza ve aza ve hüceyratı miktarınca yüz binler diller ile Sâniini takdis ederek tesbihat yapan… İsrafil-misal ubudiyette ulvi bir makam sahibi… bir acayibü’l-mahlukat iken…”
Cümlelerin arasını üç noktayla ayırmak bile metnin anlaşılmasına bir nebze hizmet etti. Şimdi bu hakikati tefekkür edelim:
Tevhid dürbünüyle kâinata bakıldığında kâinat bir melek şeklinde görünür. Cesim ve azim bir melek… İlk önce tefekkürümüzü kâinat ölçeğinde değil yeryüzü ölçeğinde yapalım. Bu ölçeğin ihatası biraz daha kolaydır.
Sırr-ı vahdet ile kâinat cesim ve cismanî bir melaike hükmündedir. Öyle ki:
1. Mevcudatın nevileri adedince başları vardır.
Her nevi bir baş kabul ettiğimizde bu farazi meleğin 1 milyondan fazla başı vardır. (Üstadımız üç yüz bin nevden bahsediyor. Bu rakam Üstad Hazretlerinin zamanına aittir. Şu andaki rakam milyonu aşmıştır.)
2. Bu farazi meleğin her başında, o nevde bulunan fertlerin sayısınca ağızlar vardır.
Mesela dünyanın karınca nüfusu 10 katrilyondur. Demek karınca başının 10 katrilyon ağzı var.
Dünyanın fil nüfusu 450 bindir. Demek fil başının 450 bin ağzı var.
Dünyanın zürafa nüfusu yaklaşık 100 bindir. Demek zürafa başının 100 bin ağzı var.
Dünyanın at nüfusu 58 milyondur. Demek at başının 58 milyon ağzı var. Ve hakeza…
3. Bu farazi meleğin her ağzında, o ferdin cihazat, ecza, aza ve hüceyratı miktarınca diller var.
Mesela zürafa nevi bir baş; her bir zürafa da bu başın bir ağzıydı. Bu başta 100 bin ağız vardı.
Zürafanın vücudunda ne kadar cihazat varsa, ne kadar aza varsa, ne kadar hücresi ve zerresi varsa, bu ağzın o kadar dili vardır.
Bir zürafanın aza ve cihazlarını bile saymaktan âcizken, hücre ve zerrelerini nasıl sayacağız ya da buna hangi rakamla ifade edeceğiz?.. İşte bir ağzın bu kadar dili var.
Bir ağızda bu kadar dil olursa bütün ağızlarda ne kadar dil vardır, varın siz tasavvur edin!..
4. Bu farazi melek, Sâniini takdis ederek tesbihat yapıyor.
1 milyon başı olan, her başında milyonlar ağız bulunan ve her ağızda hadsiz dili olan bu farazi meleğin tesbihatını hayal edebiliyor musunuz?..
Benim böyle fikrî bir vüsatım yok. Bu sebeple ancak iman ediyor ve bazı dillerin tesbihatını işitmekle zevk ediyorum.
5. İsrafil-misal ubudiyette ulvi bir makam sahibidir.
Yani yeryüzünün böyle milyon başla, milyarlar ağızla ve trilyonlar dille tesbihatı ve ubudiyeti, Hazreti İsrafil (a.s.)’ın tesbihatına ve ubudiyetine benzer. Böyle büyük bir tesbihat ve ubudiyetle bu farazi meleğimiz, İsrafil (a.s.) gibi bir makama sahiptir.
6. Bir acayibü’l-mahlukat iken…
Herhâlde böyle milyon başlı, milyarlar ağızlı ve trilyonlar dilli bir mahluk, bir acayibü’l-mahlukattır.
Bu hakikati kâinat üzerinde tefekkür etsek:
Her bir galaksi bu farazi meleğin bir başı olur. Buna göre, bu meleğin 225 milyar başı vardır. (Bu sayıya cüce galaksiler dâhil edilmemiştir. Onların sayısı 7-8 trilyon civarındadır.)
Galaksinin yıldızları bu farazi meleğin ağızları olur. Buna göre, bu meleğin her başında 200 milyar ağız vardır. (Her galakside yaklaşık 200-300 milyar arası yıldız vardır. Biz en azını esas aldık)
Bir yıldızın bütün efradı ve eczası da bu ağzın dilleri olur. Mesela bir ağız olan dünyanın ne kadar efradı ve eczası varsa bu ağzın o kadar dili vardır.
İşte kâinat sırr-ı tevhid ile böyle cesim ve azim bir melek şeklinde görünür ve sırr-ı iman ile Sâniini tesbih ve takdis ettiği bilinir.
Şimdi de aynı hakikati bir ağaç üzerinde tefekkür edelim:
Ağacın dalları bu farazi meleğin başları olur… Daldaki meyveler, çiçekler ve yapraklar bu başın ağızları olur… Meyvelerin, çiçeklerin ve yaprakların azası, eczası, zerratı ve keyfiyatı bu ağzın dilleri olur.
Metnin girişini mütalaa ettik, devamını da cümle cümle mütalaa edeceğiz. Ancak mütalaaya biraz ara verip bir okuma usulü dersi yapmalıyız. Okuma usulü dersleri cümle izahları kadar önemlidir.
Bu derse şimdi başlasak metin çok uzun kaçar. Bu sebeple meseleyi sonraki derse havale edelim.
Yazar: Sinan Yılmaz