24. İşte daire-i kesretin müntehasında ve en dağınık cüz’iyatında, sırr-ı vahdetle binbir esmâ-i İlahîye…
İkinci Şua mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
İşte daire-i kesretin müntehasında ve en dağınık cüz’iyatında… (2. Şua)
Yavaş yavaş, anlaya anlaya ve mütalaa ede ede ilerleyelim:
Daire-i kesret “çokluk dairesi” demektir. Bununla şu âlem kastedilmiştir. Zerreden şemse kadar her bir varlık, bu kesret dairesinin bir cüzüdür.
Üstadımız “daire-i kesretin müntehası ve en dağınık cüz’iyatı” dedi. Daire-i kesreti yani şu kâinatı bir ağaca benzetsek, nasıl ki ağacın müntehası meyvesidir ve bütün ağaç meyveye bakar, ona hizmet eder; aynen bunun gibi, daire-i kesretin müntehası ve en dağınık cüz’iyyatı da başta zihayattır, hayat sahibidir. Kâinat ağacı bu meyve için yaratılmış ve dallarına zihayat meyveler takılmıştır.
Hayat sahibi olmayan cüz’î eşya da “daire-i kesretin müntehasındaki cüz’iyyat” manasına dâhildir. Ancak saff-ı evvelde hayat sahipleri vardır ve tefekkürümüzün odak noktası zihayattır.
Şimdi, Üstadımız diyor ki: İşte daire-i kesretin müntehasında ve en dağınık cüz’iyatında, sırr-ı vahdetle…
Yani eğer biz zihayata vahdet gözüyle bakarsak; eşyaya tevhid aynasını tutarsak; mevcudata mana-yı ismî cihetiyle değil, mana-yı harfî cihetiyle bakarsak, eşya şu şekli alır:
Sırr-ı vahdetle binbir esmâ-i İlahîye, zihayat denilen küçücük mektuplarda temerküz edip açık okunduğundan… (2. Şua)
Eşyaya bahusus zihayata tevhid gözüyle baktığımızda esmâ-i İlahiyenin onlarda tecelli ettiğini, temerküz ettiğini; bu tecelli ve temerküzle esmâ-i hüsnanın onlarda açıkça okunduğunu görürüz. Bu okunmakla da her bir zihayat bir mektub-u Rabbânî, bir kaside-i Sübhanî ve bir âyine-i esmâ-i İlahî olur.
Şimdi dilerseniz, küçük bir mektup olan bir sineği bir parça okuyalım; onda temerküz eden esmâ-i İlahîyeyi görelim:
– Allah o sineği besledi ve nimetlendirdi. Beslenmesi ve nimetlenmesiyle Allah’ın “Müna’im”, “Mu’tî” ve “Muhsin” isimlerine ayna oldu.
– Allah onu hâlden hâle, şekilden şekle soktu. Bununla “Mukallib”, “Muhavvil”, “Mübeddil” ve “Mukaddir” isimlerine ayna oldu.
– Kendisine yapılan yardımlarla “Muîn” ismine, ihtiyacının karşılanmasıyla “Kâfil” ismine, eşsiz yaratılmasıyla “Bedî” ismini ayna oldu.
– Temizliği ile “Kuddûs” ismine, hayatıyla “Muhyi” ismine, hayatının devamıyla “Kayyum” ismine ayna oldu.
– Yolunu bulmasıyla “Sâik” ve “Delîl” ismine, idaresiyle “Müdebbir” ismine, hikmetli cihazlarıyla “Hakîm” ismine ayna oldu.
Daha bunlar gibi onlarca isme ayna oldu, mazhar oldu. Bununla da İlahî bir kitap oldu.
Bu tahlilden sonra Üstadımız bir tespit yapıyor ve şöyle diyor:
O Sâni-i Hakîm zihayat nüshalarını çok teksir ediyor. Ve bilhassa zihayatlardan küçüklerin taifelerini pek çok tarzda nüshalarını teksir eder ve her tarafa neşreder. (2. Şua)
Şimdi anladık mı sinekler niçin bu kadar çok!.. Kuşlar, balıklar, böcekler, çiçekler niçin bu kadar çok yaratılıyor!.. Çünkü her bir zihayat, Allah’ın esmâ-i hüsnasının bir kitabıdır. Cenab-ı Hak esmasını teşhir etmek için zihayat nüshaları çokça teksir ediyor; onlardan çokça yaratıyor.
Demek, zihayat mahlukatın bu kadar çok yaratılmasının sebebi: Allah’ın onlarda kendi cemal ve kemalini görmesi, esmasının tecellisini -zatına layık bir tarzda- temaşa etmesi ve onlarla kendisini tanıttırmak ve bildirmek istemesidir.
Bakın, Üstad Hazretlerinin yaptığı bu tespiti felsefenin dâhilerine sorsak; onlara desek ki:
— Niçin zihayat mahlukat bu kadar çok yaratılıyor?
Onlara böyle sorsak, tek bir kelime cevap alamayız. Felsefenin o dâhi uleması bu konuda tek bir söz söyleyemez. Üstad Hazretleri ise meseleyi ne kadar mukni ve kadar bedî anlattı.
Bizler bu tespitleri Üstadımızın dersi ve talimiyle 5-10 dakikada öğrendiğimizden bazen kıymetini bilemiyoruz. Zannediyoruz ki bunlar kolay tespitlerdir; her yerde yazılmış ve felsefe bu sırları keşfetmiş.
Hayır, öyle değil! Felsefe değil keşfetmek, yanından bile geçememiş. Bize basit gibi gelen şu dersi onların dâhilerine götürsek, bu dersi altın harflerle yazıp duvarlarına asarlar.
Hem bununla şunu da anlayalım ki: Onların boğulduğu yerde Üstad Hazretlerinin topuğu bile ıslanmamış!
Böyle bir zata talebe olmak ne büyük bir ihsandır; bunu unutmamalı ve Risale-i Nurları tam bir sebat ve ihlasla okumalıyız. Rabbim okuyanlardan eylesin. Âmin.
Bu dersimizde şu bölümün mütalaasını yaptık:
İşte daire-i kesretin müntehasında ve en dağınık cüz’iyatında, sırr-ı vahdetle binbir esmâ-i İlahîye, zihayat denilen küçücük mektuplarda temerküz edip açık okunduğundan, o Sâni-i Hakîm zihayat nüshalarını çok teksir ediyor. Ve bilhassa zihayatlardan küçüklerin taifelerini pek çok tarzda nüshalarını teksir eder ve her tarafa neşreder. (2. Şua)
Yazar: Sinan Yılmaz