90. Sırr-ı tevhid içinde sair erkân-ı imaniyeye birer kelamla kısacık birer işarettir…
İkinci Şua mütalaasına devam ediyoruz:
HATİME
“Sırr-ı tevhid içinde sair erkân-ı imaniyeye birer kelamla kısacık birer işarettir.
Ey insan-ı gafil! Gel bir kere düşün ve bu risalenin üç makamında beyan edilen “Üç Meyve, Üç Muktezî, Üç Hücceti” nazara al, bak ki bu kâinatta tasarruf eden ve en cüz’î bir şifayı ve en küçük bir şükrü dahi nazara alan ve sinek kanadı gibi en az bir sanatı, başkalarına havale etmeyen ve vermeyen ve lakayt kalmayan ve en basit bir tohuma bir ağaç kadar vazifeler ve hikmetler takan ve kendi rahmaniyetini ve rahîmiyetini ve hakîmliğini her bir sanatıyla ihsas eden ve kendini her bir vesile ile tanıttıran ve her bir nimetle sevdiren bir Sâni-i Kadîr, Hakîm, Rahîm, Alîm hiç mümkün müdür ki ve hiçbir cihetle kabil midir ki kâinatı manen istila eden mehasin-i hakikat-i Muhammediyeye (asm) ve tesbihat-ı Ahmediyeye (asm) ve envar-ı İslamiyeye karşı lakayt kalsın?
Böyle uzun cümleleri anlamanın en kolay yolu cümleyi parçalamak ve öyle mütalaa etmektir. Cümleyi şu şekilde parçalayabiliriz:
Üstad Hazretleri, Allahu Teâlâ’yı şu maddelerle vasfetti:
1. Bu kâinatta tasarruf eden.
2. En cüz’î bir şifayı ve en küçük bir şükrü dahi nazara alan.
3. Sinek kanadı gibi en az bir sanatı, başkalarına havale etmeyen ve vermeyen ve lakayt kalmayan.
4. En basit bir tohuma bir ağaç kadar vazifeler ve hikmetler takan.
5. Kendi rahmaniyetini ve rahîmiyetini ve hakîmliğini her bir sanatıyla ihsas eden.
6. Kendini her bir vesile ile tanıttıran.
7. Her bir nimetle sevdiren.
Cümlelerin manası açık olduğundan izahına gerek duymuyor; tefekkürünü sizlere havale ediyoruz. İlk önce bu yedi maddeyi tefekkür etmeli ve manayı ruha iyice işletmeliyiz. Daha sonra da nefsimize şu soruyu sormalıyız:
— Bütün bu icraatların sahibi olan bir Sâni-i Kadîr, Hakîm, Rahîm, Alîm hiç mümkün müdür ki ve hiçbir cihetle kabil midir ki kâinatı manen istila eden mehasin-i hakikat-i Muhammediyeye (asm) ve tesbihat-ı Ahmediyeye (asm) ve envar-ı İslamiyeye karşı lakayt kalsın?
Hâşâ ve kellâ…
Bu mana Onuncu Söz’de şöyle geçiyor:
“Evet, şu âlemin mutasarrıfı, bütün tasarrufatı bilmüşahede şuurâne, alîmane, hakîmane olduğu hâlde hiçbir cihetle mümkün değildir ki o mutasarrıf, kendi masnuatı içinde en mümtaz bir ferdin harekâtına şuuru ve ıttılaı bulunmasın. Hem hiçbir cihetle mümkün değildir ki o Mutasarrıf-ı Alîm, o ferd-i mümtazın harekâtına ve daavatına (dualarına) ıttılaı bulunduğu hâlde ona karşı lakayt kalsın, ehemmiyet vermesin.” (Onuncu Söz)
Metne devam edelim:
“Ve hiçbir cihetle mümkün müdür ki bütün masnuatını yaldızlayan ve bütün mahlukatını sevindiren ve kâinatı ışıklandıran ve semavat ve arzı velveleye veren ve küre-i arzın yarısını ve nev-i beşerin beşten birisini on dört asır bilâ-fâsıla saltanat-ı maddiye ve maneviyesi altına alan ve daima o muhteşem saltanatı Hâlık-ı kâinat hesabına ve namına süren risalet-i Ahmediye (asm) o Sâniin en mühim bir maksadı, bir nuru, bir âyinesi olmasın? Hem Muhammed (asm) gibi aynı hakikate hizmet eden enbiyalar dahi o Sâniin elçileri ve dostları ve memurları olmasın? Hâşâ, mu’cizat-ı enbiya adedince hâşâ ve kellâ!”
Yine uzun bir cümle. Bu cümlede Peygamberimiz (a.s.m.) vasfedilmiş. Yine aynı usulü uygulayıp metni maddeleyelim. Üstad Hazretleri, Peygamberimiz (a.s.m.)’ı şu maddelerle vasfetti:
1. (Allah’ın) bütün masnuatını yaldızlayan.
2. Bütün mahlukatını sevindiren.
3. Kâinatı ışıklandıran.
4. Semavat ve arzı velveleye veren.
5. Küre-i arzın yarısını ve nev-i beşerin beşten birisini on dört asır bilâ-fâsıla saltanat-ı maddiye ve maneviyesi altına alan.
6. Daima o muhteşem saltanatı Hâlık-ı kâinat hesabına ve namına süren.
Cümlelerin manası açık olduğundan izahına gerek duymuyor ve mütalaasını sizlere havale ediyoruz. İlk önce bu altı maddeyi tefekkür edip manayı ruha iyice işletelim. Daha sonra da nefsimize şu soruları soralım:
— Hiçbir cihetle mümkün müdür ki (bu sıfatlarla mevsuf olan) risalet-i Ahmediye (asm) o Sâniin en mühim bir maksadı, bir nuru, bir âyinesi olmasın?
— Hem Muhammed (asm) gibi aynı hakikate hizmet eden enbiyalar dahi o Sâniin elçileri ve dostları ve memurları olmasın?
Hâşâ, mucizat-ı enbiya adedince hâşâ ve kellâ!
Yazar: Sinan Yılmaz