27. Her bir zihayat öyle bir Malik-i Zülcelal’e mensubiyeti ve memlûkiyeti cihetiyle nazarımda…
İkinci Şua mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
Ve her bir zihayat öyle bir Malik-i Zülcelal’e mensubiyeti ve memlûkiyeti cihetiyle nazarımda binler derece bir ehemmiyet, bir kıymet kesbettiler. (2. Şua)
Zihayata tevhid gözüyle bakıldığında; hepsi Allah’ın mahluku, O’nun memlûkü, O’nun masnûu ve O’nun mülküdür. Zerreden şemse kadar her bir şey, O’nun icadıyla vücud bulmuş ve O’nun kayyumiyetiyle vücutta kalmıştır.
İşte her bir zihayat, Allah’ın masnûu ve eser-i sanatı olması hasebiyle bir kıymet kazanır; Allah’a olan mensubiyeti ve memlûkiyeti cihetiyle ehemmiyet kesbeder.
— Peki, bu ehemmiyet ve kıymet nereden geliyor?
Üstadımız şöyle cevaplıyor:
Çünkü madem herkes efendisinin şerefiyle ve mensup olduğu zatın makamıyla ve şöhretiyle iftihar eder, bir izzet peyda eder. (2. Şua)
Yavaş yavaş ilerleyelim… Herkes efendisinin şerefiyle şereflenir, mensup olduğu zatın makamıyla ve şöhretiyle iftihar eder; bununla da bir izzet peyda eder.
Mesela Fatih’in ordusundaki bir askerin iftiharıyla ve kazandığı izzetle, falan ordudaki bir askerin iftiharı ve kazandığı izzet aynı değildir. Çünkü birinin kumandanı Fatih’tir; diğerinin kumandanı falancadır.
Şimdi, Fatih’in bir askeri gelse, ona olan intisabı cihetiyle ne kadar iftihar eder ve ne kadar övünür; hepimiz de ona hürmet gösterip elini öperiz.
Bakın, kişi efendisinin şerefiyle şerefleniyor; mensup olduğu zatın makamıyla iftihar edip izzet peyda ediyor.
Yine ümmet-i Muhammed’in diğer ümmetlere olan üstünlüğü bizim şahsi ibadetlerimizden dolayı değil, Peygamberimiz (a.s.m.)’a intisabımız ve Efendimizin makamı sebebiyledir.
Şimdi, biz diğer peygamberlerin ümmetleriyle bir araya gelsek, onlara karşı, “Biz ahir zaman nebisinin, Hazreti Muhammed (a.s.m.)’ın ümmetiyiz.” diyerek ne kadar iftihar eder; bunda da haksız olmazdık.
Bu misallerde olduğu gibi, zihayat da Allah’a intisab ediyor, O’nun masnuu ve memlûkü oluyor; bununla da bir şeref ve izzet kazanıyor.
Metne devam edelim:
Elbette nur-u iman ile bu mensubiyetin ve memlûkiyetin inkişafı suretinde, bir karınca bir Firavun’u o mensubiyet kuvvetiyle mağlup ettiği gibi, -o mensubiyet şerefiyle dahi- gafil ve kendi kendine malik ve başıboş kendini zanneden ve ecdadıyla ve mülk-ü Mısır ile iftihar eden ve kabir kapısında o iftiharı sönen bin firavun kadar iftihar edebilir. (2. Şua)
Evet, bir karınca Allah’a olan intisabı sebebiyle şeref kazanır ve bin firavun kadar iftihar edebilir. Çünkü herkes efendisinin şerefiyle ve mensup olduğu zatın makamıyla ve şöhretiyle iftihar eder, bir izzet peyda eder. Karınca da Allah’ın mahluku, memlûkü, masnûu ve icadıdır. Bu cihetlerle öyle bir şeref ve kıymet kazanır ki bin firavun bu şerefi ve kıymeti kazanamaz. Firavun küfrü sebebiyle bu şereften mahrum olmuş ve bütün şaşaası kabir kapısında sönmüştür.
Üstadımız, “Bir karınca bir Firavun’u o mensubiyet kuvvetiyle mağlup ettiği gibi” dedi. Yine Yirmi Üçüncü Lem’a’da şöyle deniyor: “Nasıl ki karınca o memuriyet cihetiyle Firavun’un sarayını harap ediyor.”
Karıncanın firavunun sarayını harap etmesi hususunda kaynaklarda bir bilgi bulamadım. Abdülkadir Badıllı Abi de bu meseleyi araştırmış ve eserinde şöyle demiş:
— Karınca hakkında rivayet bulunamadı. Zaten bu rivayet bir hadis-i şerif olmayıp tarihî bir hadisedir. Bazı İslam tarihçileri kaydetmiş olabilirler.
Benim gönlüme gelen izah şudur:
Muhtemelen Üstadımız bu ifadesiyle, şu ayet-i kerimede anlatılan hadiseye dikkat çekiyor:
A’raf suresinin 133. ayetinde, Firavun’a gönderilen musibetler şöyle sayılıyor:
فَأَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الطُّوفَانَ وَالْجَرَادَ وَالْقُمَّلَ وَالضَّفَادِعَ وَالدَّمَ آيَاتٍ مُفَصَّلاَتٍ فَاسْتَكْبَرُوا وَكَانُوا قَوْمًا مُجْرِمِينَ
“Biz onlara apaçık ayetler olarak tufan, çekirge, kummel, kurbağalar ve kan gönderdik. Onlar kibirlendiler ve mücrim bir kavim oldular.”
Ayette geçen “kummel” hakkında müfessirler farklı izahlar yapmışlar. Bir rivayete göre, “kummel”den murad karıncalardır. Bu karıncalar insanların elbiselerinin içine girip kanlarını emiyordu. Yine bir kimse bir şey yemek istediğinde hemen o şeyin içine doluyordu. On çuval unla değirmene giden bir kimse üç küçük torbayla zar zor geri dönebiliyordu. Bunlar insanların saçlarının içine dahi giriyor; kirpiklerinin ve tüylerinin arasında yuvalanıyordu.
Firavun bunlarla başa çıkamamış ve Hazreti Musa’ya giderek bu musibetin kalkması için Allah’a dua etmesini istemiştir.
Eğer Üstad Hazretlerinin beyanındaki “karıncalar” ile bu karıncalar kastedilmişse, “karıncanın Firavun’un sarayını başına yıkması” ifadesi mecaz bir ifade olup, bununla, Firavun’u mağlup etmesi ve onu mahvu perişan etmesi kastedilmiştir.
Biz tekrar odak noktamıza dönelim:
Bir karınca Allah’a dayanması, Allah’ın memlûkü ve masnûu olması cihetiyle, Firavun’dan daha güçlü olup onu mağlup edebildiği gibi, bin firavun kadar iftihar edebilir.
Üstadımız aynı hakikate şöyle devam ediyor:
Ve sinek dahi Nemrut’un sekerat vaktinde azaba ve hicaba inkılab eden iftiharına karşı kendi mensubiyetinin şerefini irae edip onunkini hiçe indirebilir. (2. Şua)
Karınca gibi, sinek de Allah’a olan mensubiyeti cihetiyle bin Nemrud kadar iftihar edebilir ve mensubiyetinin şerefine gösterip Nemrud’un sözde şerefini hiçe indirebilir.
Yani işin özü şu: En âdi ve en hakir bir mahluk dahi Allah’a olan intisabı sebebiyle kâfirden daha şerefli, daha kıymetli ve daha izzetlidir. Eğer kâfir -faraza- dünyanın en zengini, en kuvvetlisi, en büyüğü de olsa Hak katında bir sinek kadar kıymeti yoktur ve bir sinek Allah’a olan mensubiyeti ve memlûkiyeti cihetiyle ondan bin defa daha şerefli ve daha izzetlidir.
İşte imanın Üstadımıza verdiği bakış bu… Allahu Teâlâ bize de böyle bakmayı nasip etsin. Âmin.
Bu dersimizde şu bölümü mütalaa ettik:
Ve her bir zihayat öyle bir Malik-i Zülcelal’e mensubiyeti ve memlûkiyeti cihetiyle nazarımda binler derece bir ehemmiyet, bir kıymet kesbettiler. Çünkü madem herkes efendisinin şerefiyle ve mensup olduğu zatın makamıyla ve şöhretiyle iftihar eder, bir izzet peyda eder. Elbette nur-u iman ile bu mensubiyetin ve memlûkiyetin inkişafı suretinde, bir karınca bir Firavun’u o mensubiyet kuvvetiyle mağlup ettiği gibi, -o mensubiyet şerefiyle dahi- gafil ve kendi kendine malik ve başıboş kendini zanneden ve ecdadıyla ve mülk-ü Mısır ile iftihar eden ve kabir kapısında o iftiharı sönen bin firavun kadar iftihar edebilir. Ve sinek dahi Nemrut’un sekerat vaktinde azaba ve hicaba inkılab eden iftiharına karşı kendi mensubiyetinin şerefini irae edip onunkini hiçe indirebilir. (2. Şua)
Yazar: Sinan Yılmaz