88. Zeminin yüzüne de dört yüz bin hayvanî ve nebatî taifelerden mürekkeb bir ordu-yu Sübhanînin…
İkinci Şua mütalaasına devam ediyoruz:
“…zeminin yüzüne de dört yüz bin hayvanî ve nebatî taifelerden mürekkeb bir ordu-yu Sübhanînin ayrı ayrı erzak, esliha, elbise, talimat, terhisat cihetinde gayet intizam ile hiçbirini şaşırmayarak, vakti vaktine verilmesiyle koyduğu o sikke-i tevhid misillü…”
(Esliha: Silahlar / Misillü: Gibi, benzer)
Bu hakikat Otuz Üçüncü Söz’de şöyle beyan ediliyor:
“Zeminin yüzünde dört yüz bin muhtelif taifeden ibaret olan bütün hayvanat ve nebatat envaının ordusu; bilmüşahede ayrı ayrı erzakları… suretleri… silahları… libasları… talimatları… terhisatları… kemal-i mizan ve intizamla… hiçbir şey unutulmayarak… hiçbirini şaşırmayarak bir surette… tedbir ve terbiye etmek öyle bir sikkedir ki hiçbir şüphe kabul etmez, güneş gibi parlak bir sikke-i Vâhid-i Ehad’dir.
Hadsiz bir kudret ve muhit bir ilim ve nihayetsiz bir hikmet sahibinden başka kimin haddi var ki o hadsiz derecede harika olan şu idareye karışsın. Çünkü şu birbiri içinde girift olan envaları, milletleri, umumunu birden idare ve terbiye edemeyen, onlardan birisine karışsa elbette karıştıracak. Hâlbuki فَارْجِعِ الْبَصَرَ هَلْ تَرٰى مِنْ فُطُورٍ sırrıyla hiçbir karışık alameti yoktur. Demek ki hiçbir parmak karışamıyor.” (Otuz Üçüncü Söz, Üçüncü Pencere)
(Bilmüşahede: Gözle görür şekilde / Libas: Elbise)
[Ayetin manası: “Gözünü çevir de bak, bir çatlak görüyor musun?” (Mülk 3-4)]
Mana açık olduğundan şerhine girişmiyor; mütalaa ve tefekkürünü sizlere havale ediyoruz.
“…insanın yüzüne de her bir yüzün umum yüzlere karşı birer alâmet-i farika bulunmasıyla koyduğu sikke-i vahdaniyet gibi…”
(Alâmet-i farika: Ayırıcı özellik / Sikke-i vahdaniyet: Allah’ın birliğinin mührü)
Daha önce şöyle denilmişti: Hayvanatın ve nebatatın her bir ferdi, yüzünde öyle bir sikkeyi ve içinde ve sinesinde öyle bir makineyi taşıyor ki bütün hayvanları ve nebatları icad eden bir zat, ancak o sikkeyi o yüzde ve o makineyi o sine içinde yapabilir.
O makamda yaptığımız mütalaayı burada tekrar edelim:
— Sizlere 20.000 kelimelik bir lügat verilse ve bu lügate, lügatte olmayan bir kelimeyi eklemeniz istense, bu yeni kelimeyi ekleyebilmek için ilk önce ne yapmalısınız?
İlk yapmanız gereken, lügatte geçen bütün kelimeleri ezberlemektir. Zira lügatte geçen kelimeleri bilmeden yeni bir kelime eklemek mümkün değildir.
— Peki, sizlere 20.000 kelimelik değil de 8 milyar kelimelik bir lügat verilse ve bu lügate her gün 150.000 yeni kelime eklemeniz istense, bunu yapabilir misiniz?
Elbette yapamazsınız!
— Acaba bunu yapabilmek için -bilgisayar gibi bir cihaz kullanmaksızın- kaç kişinin çalışması gerekir?
Bir de aynı zamanda bu kişilere 1.000.000 farklı lügat daha verilecek ve bu lügatlere de her gün yeni kelimeler ekleyecekler. Bu lügatlerden bir kısmına her gün 100.000 kelime, diğer bir kısmına 500.000 kelime ve bazılarına da her gün milyon değil, milyarlarca kelime eklenecek ve eklenen hiçbir kelime lügatteki kelimelere benzemeyecek. Acaba bunu yapmak mümkün müdür?
— Peki, bu işin mükemmel bir şekilde yapıldığını ve 1.000.000 farklı lügatin her birisine her gün yüz binlerce ve milyonlarca yeni kelimelerin eklendiğini görseniz, bu hadiseyi tesadüfe havale edebilir misiniz?
Elbette edemezsiniz!
Bu misaller gibi, her bir nev bir lügattir. O nevin fertleri ise bu lügatin kelimeleridir.
Mesela insan nevi bir lügattir. Her bir insan ise bu lügatin bir kelimesidir. Demek şu anda bu lügatin sekiz milyar kelimesi var. Bu lügatin kelimeleri olan insanların hiçbiri birbirine benzememekte ve her gün bu lügate 150.000 yeni kelime eklenmektedir. Yani her gün 150.000 insan doğmakta ve bu 150.000 ferdin hiçbirinin yüzü daha önce yaratılmış bir yüze benzememektedir.
— Acaba bu lügatin tesadüfen vücud bulması ve her gün yeni kelimelerin tesadüfen eklenmesi hiç mümkün müdür?
“Her bir masnûun yüzünde -cüz’î olsun küllî olsun- birer sikke-i tevhid ve her bir mahlukun başında -büyük olsun, küçük olsun, az ve çok olsun- birer hâtem-i ehadiyet müşahede edilir.”
Üstte yaptığımız mütalaa sadece insan için değil, küçük-büyük her mahluk için geçerlidir. Bilim adamları yeryüzünde 1.000.000 farklı tür keşfetmişler. Kuşlardan balıklara, çiçeklerden ağaçlara, böceklerden hayvanlara kadar, saymakla bitiremeyeceğimiz tam 1.000.000 tür!..
Her bir türü bir lügate benzetirsek, demek ki şu anda yeryüzünde birbirinden farklı tam 1.000.000 lügat var. Bu lügatlerden sadece sinek lügatine bakalım:
Bir yaz mevsiminde yaratılan sineklerin sayısı, Hz. Âdem’den kıyamete kadar, yaratılan ve yaratılacak olan bütün insanlardan daha çoktur.
— Sinek nevi lügatindeki kelimelerin çokluğunu hayal edebiliyor musunuz?
Bu lügatteki hiçbir kelime başka bir kelimeye benzemiyor. Yani hiçbir sinek diğer bir sineğin aynısı değil. Farklı cinsler birbirine benzemediği gibi, aynı cinsin fertleri de birbirine benzemiyor.
— Acaba hiç mümkün müdür ki rakamlara sığmayacak kadar çok sinek kendi kendine vücud bulsun ve her biri tesadüfen farklı bir şekle sahip olsun? Bu hiç mümkün müdür?
Kar taneleri de bir lügattir. Bu lügatin kelimeleri olan kar tanelerinin sayısını herhâlde rakamlarla ifade edemeyiz. Bu lügatin de kelimeleri birbirine benzememektedir. Hiçbir kar tanesi diğer kar taneleriyle birebir aynı değildir.
— Tırnak büyüklüğündeki kar tanelerinde birbirinden farklı hadsiz şekilleri yaratmak Allah’tan başka kimin işi olabilir?
Üstad Hazretleri, insanın yüzündeki alâmet-i farikaya “sikke-i vahdaniyet” demişti. Diğer masnuatın yüzündeki alâmet-i farikaya ise “hâtem-i ehadiyet” dedi. Bunlar birbiriyle aynı manada olup tefennün için gelmiştir.
Tefennün: Bir defa söylenilmiş bir kelimeyi ikinci defa söylemek gerekince, o kelimeyi tekrar etmemek için, aynı manaya gelen başka bir kelime kullanmaktır.
Üstad Hazretleri Risale-i Nurlarda -muhatabı sıkmamak için- tefennün sanatını bolca icra eder.
“Ve bilhassa zîhayat mahlukların sikkeleri çok parlaktırlar.”
Yani yüzlerdeki alâmet-i farika cansız varlıklarda da gözükmekle birlikte, zîhayat mahlukatın alâmet-i farika cihetiyle sikkeleri çok daha parlaktır.
“Belki her bir zîhayat kendisi dahi birer sikke-i tevhid, birer hâtem-i vahdet, birer mühr-ü ehadiyet, birer turra-i samediyettirler.”
Hatta zîhayatlar sadece yüzlerindeki alâmet-i farika cihetiyle bir sikke-i tevhid taşımazlar. Belki bizatihi kendileri bir sikke-i tevhiddir, hâtem-i vahdettir; bir mühr-ü ehadiyettir ve turra-i samediyettir.
“Evet, her bir çiçek, her bir meyve, her bir yaprak, her bir nebat, her bir hayvan; öyle birer mühr-ü ehadiyet, birer hâtem-i samediyettir ki… her bir ağacı birer mektub-u Rabbanî… ve her bir taife-i mahlukatı birer kitab-ı Rahmanî… ve her bir bahçeyi, birer ferman-ı Sübhanî suretine çevirerek… o ağaç mektubuna, çiçekleri adedince mühürler ve meyveleri sayısınca imzalar ve yaprakları miktarınca turralar basılmış… ve o nevi ve taife kitabına dahi onun kâtibini göstermek, bildirmek için fertleri adedince hâtemler basılmış… Ve o bahçe fermanına, onun sultanını tanıttırmak, tarif etmek için o bağ içinde bulunan nebat, ağaç, hayvan sayısınca sikkeler basılmış.”
(Mühr-ü ehadiyet: Allah’ın birliğinin mührü / Hâtem-i samediyet: Allah’ın hiçbir şeye muhtaç olmayıp her şeyin Allah’a muhtaç olmasına dair mühür / Turra: Padişah mührü)
Metin açık olduğundan şerhine girişmiyoruz. Belki bu metni 100 defa okumalı ve her okumada farklı bir lezzeti almalı…
Yazar: Sinan Yılmaz