a
Ana SayfaKatre95. Bütün zamanlarda, bütün insanların maddi ve manevi ihtiyaçlarını temin için nazil olan Kur’an’ın…

95. Bütün zamanlarda, bütün insanların maddi ve manevi ihtiyaçlarını temin için nazil olan Kur’an’ın…

Katre mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:

REMİZ

Arkadaş! Bütün zamanlarda, bütün insanların maddi ve manevi ihtiyaçlarını temin için nazil olan Kur’an’ın… (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

Kur’an öyle bir kitaptır ki sadece bir asra bakmaz ve bir zümreye hitap etmez. Muhatabı, kıyamete kadar gelecek olan bütün insanlar hatta cinlerdir. Kur’an, her bir asrın ve her bir kavmin maddi ve manevi ihtiyacını karşılamak için nazil olmuştur.

Kim ki manen hasta ola, şifasını ancak Kur’an’da bula… Ve kim ki madden muhtaç ola, Kur’an’ın kapısını çala ve düsturlarına tabi ola…

Bu manalar zaten açıktır. Tefekkürünüze havale ederek metne devam ediyoruz:

…harikulade haiz olduğu camiiyet ve vüs’at ile beraber… (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

Kur’an’ın ayetlerinde, hükümlerinde ve düsturlarında bir camiiyet ve bir vüs’at vardır. Bu sebeple, her bir tabaka-i beşer; âliminden avamına, müçtehidinden mukallidine, müfessirinden muhaddisine, mütekelliminden allamesine kadar, her bir tabaka, Kur’an’ın ayetlerinden kendi hisselerini almış ve Kur’an’ı kendilerine hitap ediyor bulmuş.

Üstadımız Kur’an’ın camiiyetini 25. Söz’ün 1. Şule’sinin 2. Şua’ında harikulade bir tarzda izah etmiş. İzaha da şöyle başlıyor:

— Kur’an’ın camiiyet-i harikuladesidir. Şu şuanın beş lem’ası var. Birinci Lem’a: Lafzındaki camiiyettir…

25. Söz’den bu kısmı okumanızı ısrarla tavsiye ediyor ve cümlemizin şerhini oraya havale ediyoruz.

Üstadımız şöyle devam ediyor:

…tabakat-ı beşerin hissiyatına yaptığı müraat ve okşamalar, bilhassa en büyük tabakayı teşkil eden avam-ı nâsın fehmini okşayarak, tevcih-i hitap esnasında yaptığı tenezzülat, Kur’an’ın kemal-i belagatına delil ve bahir bir burhan olduğu hâlde, hasta olan nefislerin dalaletine sebep olmuştur. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

(Avam-ı nâs: Sıradan insanlar)

Avam-ı nas ülfetlerinde olan ifade ve lafızlardan fikirlerini ayıramadıkları için çıplak hakikatleri anlayamaz. Ancak o yüksek hakikatler onlara ülfet ettikleri ifadelerle anlatılmalıdır. Bu ifade şekline “Tenezzülat-ı İlahiye” denir. Tenezzülat-ı İlahiye, Allah’ın beşerin anlayışına göre konuşmasıdır. Bu, insanların zihinlerini hakikatten kaçırmamak için İlahî bir okşamadır. Bu meseleyi biraz açalım:

Tahlilimize şu soruyla başlayalım:

— Kur’an kime inmiştir? Ve Allah Kur’an vasıtasıyla kiminle konuşmaktadır?

Kur’an insana inmiştir ve Allah’ın muhatabı insandır. Madem Kur’an insana indirildi, o zaman tarz-ı beyanı insanın anlayabileceği şekilde olmalıdır. Yani hitabı, insanların konuşma tarzına uygun olmalı ve bu sayede, Kur’an’ı okuyan manasını kolayca anlamalıdır. Malumdur ki:

– Çocukla konuşan, çocukça konuşur. Çocuklar gibi çat pat ederek konuşur ki çocuk onu anlayabilsin.

– Bir doktor size hastalığınızı anlatırken anlayabileceğiniz şekilde anlatır. Eğer anlatımında sizi esas almayıp kendi bilgisini esas alsa ve tıbbi terimlerle konuşsa siz bundan hiçbir şey anlamazsınız.

– Yine bir avukata gitseniz, avukat meseleyi size hukuk diliyle anlatmaz; sizin anlayabileceğiniz şekilde anlatır. Bu, her meslek erbabı için geçerlidir.

Zira konuşmaktan murad, meramımızı karşımızdakine anlatmaktır. Karşımızdakinin fehmini ve anlayışını göz önünde bulundurmadan konuşuyorsak ve o kişi bizi anlayamıyorsa bu konuşmanın manası yoktur ve hikmetsiz bir konuşmadır. Bundan dolayıdır ki edipler ve ehl-i belagat, ince hakikatleri tasavvur, dağınık manaları tasvir ve ifade için temsil ve teşbihlere müracaat ederler.

İşte Allahu Teâlâ da hikmeti ve merhameti icabı, Kur’an’da insanın anlayabileceği bir tarzla konuşmuş. Bizlerin ülfeti olan temsil ve teşbihleri kullanmış. Bizler nasıl ki aramızda konuşurken mecaz yapıyor, teşbih yapıyorsak; Allah da bazı yüksek hakikatleri mecaz ve teşbih yoluyla bizlere bildirmiş.

Kur’an bütün insanlara indirilmiş umumi bir muallim ve mürşittir. Ders halkasında oturan nev-i beşerdir, insandır. İnsanların ekserisi ise âlim değil avamdır. Mürşidin nazarında az çoğa tabidir. Yani umumi irşadını azların hatırı için onların seviyesine göre yapmaz. Zaten avama yapılan konuşmalardan havas hissesini alır. Eğer avam esas kabul edilmeyip havasa göre konuşulursa, avam o yüksek konuşmaları anlayamayacağı için hakikatten mahrum kalır.

İşte Allahu Teâlâ, insanların ekserisi Kur’an’ın irşadından mahrum kalmasın diye hitabında avamı esas yapıp, onların ülfetinde olan üslup ve teşbihlerle konuşmuştur.

Bu izahtan sonra, şimdi Üstadımızın beyanını bir daha okuyalım:

Kur’an’ın tabakat-ı beşerin hissiyatına yaptığı müraat ve okşamalar, bilhassa en büyük tabakayı teşkil eden avam-ı nâsın fehmini okşayarak, tevcih-i hitap esnasında yaptığı tenezzülat, Kur’an’ın kemal-i belagatına delil ve bahir bir burhan olduğu hâlde, hasta olan nefislerin dalaletine sebep olmuştur.

Yani Allah’ın beşerin fehmine göre konuşması ve onların bildiği şeylerden misal vermesi, mesela deveden, sinekten, ateşten bahisler açması, Kur’an’ın kemal-i belagatına delildir. Ancak hasta nefisler bunları kusur zannetmiş ve küfre sapmıştır.

Bu mesele Bakara suresinde şöyle zikredilir:

— Şüphesiz Allah, (kullarına doğru yolu göstermek için) bir sivrisineği hatta ondan daha aşağı bir şeyi misal vermekten çekinmez. İman edenler, bunun Rablerinden gelen bir hak olduğunu bilirler. İnkâr edenlere gelince, “Allah bu misalle neyi murad etti?” derler. Allah onunla birçoğunu saptırır ve birçoğuna hidayet eder. (Bakara 26)

Üstadımızın mezkûr beyanı aynı zamanda bu ayet-i kerimenin bir tefsiridir.

Üstadımız şöyle devam ediyor:

Çünkü zamanların ihtiyaçları mütehaliftir. İnsanlar fikirce, hisçe, zekâca, gabavetçe bir değillerdir. Kur’an mürşiddir, irşad umumi oluyor. Bunun için Kur’an’ın ifadeleri zamanların ihtiyaçlarına, makamların iktizasına, muhatapların vaziyetlerine göre ayrı ayrı olmuştur. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

(Mütehalif: Farklı / Gabavet: Anlayışsızlık)

Bu bahsi yukarıda izah etmiştik. Tekrarına gerek görmüyoruz. Metni birkaç defa okumanızı ve üzerinde biraz tefekkür etmenizi tavsiye ediyorum.

Metne devam edelim:

Hakikat-i hâl bu merkezde iken, en yüksek en güzel ifade çeşitlerini Kur’an’ın her bir ifadesinde aramak hata olduğu gibi; muhatabın hissine, fehmine uygun olan bir üslubun mizan ve mirsadıyla mütekellime bakan elbette dalalete düşer. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

(Mirsad: Dürbün)

Demek, Kur’an’ın her bir ayetinde en güzel ifade çeşitlerini aramak hatadır. Eğer Kur’an sadece ediplere ve ehl-i belagata nazil olsaydı, her ayetinde en yüksek ve en güzel ifade çeşitlerini aramak münasip olurdu. Ancak Kur’an bütün insanlara nazil olmuştur. İnsanların da ekserisi avamdır.

Madem Kur’an irşad için nazil olmuş, o hâlde avamın anlayabileceği bir üslupla konuşmalıdır. Ve öyle de konuşmuştur…

Yine kelamın dürbünüyle mütekellime bakılmaz. Mütekellim kendi makamına göre değil, muhatabın makamına göre konuşur. Bu durumda, kelamın dürbünüyle muhatabın seviyesine bakılmalıdır.

Hâl böyle iken, bazı sapkınlar Allah’ın Kur’an’daki hitabıyla mütekellime (Allah’a) bakmışlar; bununla da dalalete düşmüşlerdir. Mutezile’nin, Cebriye’nin, Müşebbihe’nin ve diğer ehl-i bid’a fırkaların tamamı bu sebepten sapmış ve sırat-ı müstakimden kaymıştır.

Kardeşlerim, Üstadımızın bu remizde bahsettiği hakikat o kadar derin bir hakikattir ki üzerine yüz sayfa şerh yazılsa azdır. İbni Teymiye gibi Kur’an’da mecazı kabul etmeyenler, Allah’a mekân atfedenler, Allah’ı cisim kabul edenler, Allah’ın azaları olduğunu söyleyenler, hep Üstadımızın beyan ettiği mezkûr hakikati bilmediklerinden sapmıştır. Allahu Teâlâ bu sapkınların şerrinden ümmet-i Muhammed’i (a.s.m.) muhafaza etsin. Âmin.

Bu dersimizde şu metnin mütalaasını yaptık:

REMİZ

Arkadaş! Bütün zamanlarda, bütün insanların maddi ve manevi ihtiyaçlarını temin için nazil olan Kur’an’ın harikulade haiz olduğu camiiyet ve vüs’at ile beraber, tabakat-ı beşerin hissiyatına yaptığı müraat ve okşamalar, bilhassa en büyük tabakayı teşkil eden avam-ı nâsın fehmini okşayarak, tevcih-i hitap esnasında yaptığı tenezzülat, Kur’an’ın kemal-i belagatına delil ve bahir bir burhan olduğu hâlde, hasta olan nefislerin dalaletine sebep olmuştur.

Çünkü zamanların ihtiyaçları mütehaliftir. İnsanlar fikirce, hisçe, zekâca, gabavetçe bir değillerdir. Kur’an mürşiddir, irşad umumi oluyor. Bunun için Kur’an’ın ifadeleri zamanların ihtiyaçlarına, makamların iktizasına, muhatapların vaziyetlerine göre ayrı ayrı olmuştur.

Hakikat-i hâl bu merkezde iken, en yüksek en güzel ifade çeşitlerini Kur’an’ın her bir ifadesinde aramak hata olduğu gibi; muhatabın hissine, fehmine uygun olan bir üslubun mizan ve mirsadıyla mütekellime bakan elbette dalalete düşer. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin