73. Arkadaş! İman bütün eşya arasında hakiki bir uhuvveti, irtibatı, ittisali…
Katre mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
NÜKTE
Arkadaş! İman bütün eşya arasında hakiki bir uhuvveti, irtibatı, ittisali ve ittihat rabıtalarını tesis eder. Küfür ise bürudet gibi, bütün eşyayı birbirinden ayrı gösterir ve birbirine ecnebi nazarıyla baktırır. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
(Uhuvvet: Kardeşlik / İttisal: Bağlılık, bitişiklik / İttihat: Birleşme / Bürudet: Soğukluk)
Üstad Hazretleri 22. Mektup’ta şöyle diyor:
– Sen bir adamla beraber bir taburda bulunmakla, o adama karşı dostane bir rabıta anlarsın.
– Ve bir kumandanın emri altında beraber bulunduğunuzdan, arkadaşâne bir alâka telâkki edersin.
– Ve bir memlekette beraber bulunmakla, uhuvvetkârâne bir münasebet hissedersin.
– Hâlbuki imanın verdiği nur ve şuurla ve sana gösterdiği ve bildirdiği esmâ-i İlâhiye adedince vahdet alâkaları ve ittifak rabıtaları ve uhuvvet münasebetleri var.
– Mesela her ikinizin Hâlıkınız bir, Malikiniz bir, Mâbudunuz bir, Râzıkınız bir; bir, bir, bine kadar bir, bir…
Evet, mümin böyle düşünür. Bütün eşya ile aynı Hâlıkın mahluku, aynı Sâniin masnuu, aynı Malikin memlukü ve aynı kudretin eser-i sanatı olduğunu düşünür. Bununla da eşya ile arasında bir uhuvveti, irtibatı, ittisali ve ittihat rabıtalarını tesis eder.
Kâfir ise aradaki bu bağı koparır. Eşyayı nefsine ya da esbaba havale eder. Bu havaleyle de bütün eşyayı birbirinden ayrı gösterir ve birbirine ecnebi nazarıyla baktırır.
Bu iki farklı bakışın bir neticesini Üstadımız şöyle beyan ediyor:
Bunun içindir ki müminin ruhunda adavet, kin, vahşet yoktur. En büyük bir düşmanıyla bir nevi kardeşliği vardır. Kâfirin ruhunda hırs, adavet olduğu gibi, nefsini iltizam ve nefsine itimadı vardır. Bu sırra binaendir ki dünya hayatında bazen galebe kâfirlerde olur. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
(Adavet: Düşmanlık / İltizam: Taraftarlık)
İnsan nasıl ki öz kardeşine -eğer fıtratı bozulmamışsa- küsemez ve adavet besleyip kin tutamaz. Olsa olsa bazen kızar; o da üç beş gün sürer. Aynen bunun gibi, mümin de mahlukata karşı adavet edemez ve kin besleyemez. Çünkü hepsi aynı Hâlıkın mahluku ve aynı Sâniin masnuudur.
Bu kabulün bir neticesi olarak da mümin mahlukatın hukukuna tecavüz edemez, onların hakkını çiğneyemez ve onlara zulmedemez. Çünkü bir nevi kardeştirler; kardeşlik hukuku da zulme müsaade etmez.
Kâfirin ruhunda ise adavet ve kin vardır. Zira kâfir eşyayı esbaba havale etmiş ve aralarındaki uhuvvet rabıtalarını koparmıştır. Her şey ona yabancı olduğundan -daha doğrusu o, her şeyi kendine yabancı gördüğünden- eşyaya adavet eder ve kin besler.
Kâfirlerin yaptığı katliamları gördüğümüzde bu hükmün ne kadar doğru olduğunu anlıyoruz. Hakiki mümin bir çiçeği koparamazken, kâfir bir ormanı ateşe verir de umurunda bile olmaz!
Bütün bunların bir neticesi olarak da dünya hayatında bazen galebe kâfirlerde olur. Çünkü kâfir bütün menfi duygularıyla saldırır. Müminin insafına bedel, adavet ve zulümle muamele eder. Bu da bazen muvakkat bir galebeyi sağlar.
Üstadımız şöyle devam ediyor:
Ve keza kâfir, dünyada hasenatının mükâfatını filcümle görür. Mümin ise seyyiatının cezasını görür. Bunun için dünya kâfire cennet -yani ahirete nisbeten-, mümine cehennemdir -yani saadet-i ebediyesine nisbeten-. Yoksa “Dünyada dahi mümin yüz derece ziyade mesuddur.” denilmiştir. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
(Filcümle: Genellikle)
Bu beyan, müminlerin dünyada çektiği sıkıntı ve musibetlerin hikmetini ve kâfirlerin gördüğü rahatın ve nimetin sebebini anlatmaktadır.
Allahu Teâlâ -kâfirin ahirette hiçbir nasibi kalmasın diye- onun işlediği iyiliklerin karşılığını dünyada verir. Onu rahatla yaşatır, dünyanın keyfini sürdürür. Hatta bazen olur ki ayağına taş bile değmez.
Yine Allahu Teâlâ -müminin cezası ahirete kalmasın diye- ona günahının cezasını bu dünyada çektirir. Sıkıntıları ve musibetleri günahına bir kefaret yapar.
Eee, büyük günahlar büyük mahkemede, küçük günahlar ise küçük mahkemelerde görülür!
Bu hakikati Kur’an şöyle beyan etmektedir: Küfürde koşuşanlar seni üzmesin. Onlar Allah’a hiçbir şekilde zarar veremezler. Allah onlara ahirette bir pay vermemeyi istiyor. Onlar için büyük bir azap vardır. (Âl-i İmran 176)
İşte Allahu Teâlâ, onlara ahirette bir pay vermemek için, dünyada yaptıkları iyiliklerin karşılığını dünyada verir. Bu da onlara nimet olarak döner. Müslüman’da ise kaziye tersinedir. Bu sebeple de dünya -ahirete nisbeten- kâfire cennet, mümine cehennemdir.
Ancak mümin, Allah’ı bilmek ve ona kul olmak cihetiyle öyle lezzet alır ki bu dünyada dahi kâfirden yüz derece mesuddur.
Üstadımız şöyle devam ediyor:
Ve keza, iman, insanı ebediyete, cennete layık bir cevhere kalbeder. Küfür ise ruhu, kalbi söndürür, zulmetler içinde bırakır. Çünkü iman, kabuğunun içerisindeki lübbü gösterir. Küfür ise lüb ile kabuğu tefrik etmez. Kabuğu aynen lüb bilir ve insanı cevherlik derecesinden kömür derecesine indirir. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
(Zulmetler: Karanlıklar / Lüb: Öz)
Bu kısmın tam izahı, 23. Söz’ün 1. Mebhasının 1. Noktasıdır. Şimdi bu 1. Noktayı, mezkûr beyanın şerhi makamında yavaş yavaş okuyalım:
İnsan nur-u iman ile a’lâ-yı illiyyîne çıkar, cennete layık bir kıymet alır. Ve zulmet-i küfür ile esfel-i safilîne düşer, cehenneme ehil olacak bir vaziyete girer. Çünkü iman, insanı Sâni-i Zülcelal’ine nisbet ediyor. İman bir intisaptır. Öyle ise insan, iman ile insanda tezahür eden sanat-ı İlahiye ve nukuş-u esmâ-i Rabbaniye itibarıyla bir kıymet alır. Küfür o nisbeti kateder. O kat’dan sanat-ı Rabbaniye gizlenir. Kıymeti dahi yalnız madde itibarıyla olur. Madde ise hem fâniye hem zâile hem muvakkat bir hayat-ı hayvani olduğundan kıymeti hiç hükmündedir.
Bu sırrı bir temsil ile beyan edeceğiz. Mesela insanların sanatları içinde nasıl ki maddenin kıymeti ile sanatın kıymeti ayrı ayrıdır. Bazen müsavi bazen madde daha kıymettar bazen oluyor ki beş kuruşluk demir gibi bir maddede beş liralık bir sanat bulunuyor. Belki bazen, antika olan bir sanat, bir milyon kıymeti aldığı hâlde, maddesi beş kuruşa da değmiyor. İşte öyle antika bir sanat, antikacıların çarşısına gidilse hârika-pîşe ve pek eski hünerver sanatkârına nisbet ederek o sanatkârı yâd etmekle ve o sanatla teşhir edilse bir milyon fiyatla satılır. Eğer kaba demirciler çarşısına gidilse beş kuruşluk bir demir pahasına alınabilir.
İşte insan, Cenab-ı Hakk’ın böyle antika bir sanatıdır ve en nazik ve nâzenin bir mucize-i kudretidir ki insanı, bütün esmasının cilvesine mazhar ve nakışlarına medar ve kâinata bir misal-i musaggar suretinde yaratmıştır.
Eğer nur-u iman, içine girse üstündeki bütün manidar nakışlar, o ışıkla okunur. O mümin, şuur ile okur ve o intisapla okutur. Yani “Sâni-i Zülcelal’in masnuuyum, mahlukuyum, rahmet ve keremine mazharım.” gibi manalarla insandaki sanat-ı Rabbaniye tezahür eder.
Demek, Sâniine intisaptan ibaret olan iman, insandaki bütün âsâr-ı sanatı izhar eder. İnsanın kıymeti, o sanat-ı Rabbaniyeye göre olur ve âyine-i Samedaniye itibarıyladır. O hâlde şu ehemmiyetsiz olan insan, şu itibarla bütün mahlukat üstünde bir muhatab-ı İlahî ve cennete layık bir misafir-i Rabbanî olur.
Eğer kat-ı intisaptan ibaret olan küfür, insanın içine girse o vakit bütün o manidar nukuş-u esmâ-i İlahiye karanlığa düşer, okunmaz. Zira Sâni unutulsa Sânie müteveccih manevi cihetler de anlaşılmaz. Âdeta baş aşağı düşer. O manidar âlî sanatların ve manevi âlî nakışların çoğu gizlenir. Baki kalan ve göz ile görülen bir kısmı ise süfli esbaba ve tabiata ve tesadüfe verilip nihayet sukut eder. Her biri birer parlak elmas iken birer sönük şişe olurlar. Ehemmiyeti yalnız madde-i hayvaniyeye bakar.
Maddenin gayesi ve meyvesi ise -dediğimiz gibi- kısacık bir ömürde hayvanatın en âcizi ve en muhtacı ve en kederlisi olduğu bir hâlde yalnız cüz’î bir hayat geçirmektir. Sonra tefessüh eder, gider. İşte küfür, böyle mahiyet-i insaniyeyi yıkar, elmastan kömüre kalbeder. (23. Söz)
Bu dersimizde şu bölümün mütalaasını yaptık:
NÜKTE
Arkadaş! İman bütün eşya arasında hakiki bir uhuvveti, irtibatı, ittisali ve ittihat rabıtalarını tesis eder. Küfür ise bürudet gibi, bütün eşyayı birbirinden ayrı gösterir ve birbirine ecnebi nazarıyla baktırır. Bunun içindir ki müminin ruhunda adavet, kin, vahşet yoktur. En büyük bir düşmanıyla bir nevi kardeşliği vardır. Kâfirin ruhunda hırs, adavet olduğu gibi, nefsini iltizam ve nefsine itimadı vardır. Bu sırra binaendir ki dünya hayatında bazen galebe kâfirlerde olur.
Ve keza kâfir, dünyada hasenatının mükâfatını filcümle görür. Mümin ise seyyiatının cezasını görür. Bunun için dünya kâfire cennet -yani ahirete nisbeten-, mümine cehennemdir -yani saadet-i ebediyesine nisbeten-. Yoksa “Dünyada dahi mümin yüz derece ziyade mesuddur.” denilmiştir.
Ve keza, iman, insanı ebediyete, cennete layık bir cevhere kalbeder. Küfür ise ruhu, kalbi söndürür, zulmetler içinde bırakır. Çünkü iman, kabuğunun içerisindeki lübbü gösterir. Küfür ise lüb ile kabuğu tefrik etmez. Kabuğu aynen lüb bilir ve insanı cevherlik derecesinden kömür derecesine indirir. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
Yazar: Sinan Yılmaz