48. Ve keza, kâinatın ihtiva ettiği bütün enva ve ecza ve zerratı istila eden hudus…
Katre mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
Ve keza, kâinatın ihtiva ettiği bütün enva ve ecza ve zerratı istila eden hudus, bir muhdis ve bir mucidi iktiza eder. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
Hudus: Sonradan yaratılma, sonradan olma, yok iken varlık kazanma demektir.
Sonradan yaratılana “hâdis”; onu yoktan yaratana da “muhdis” denir.
Her hâdisin bir muhdisi gerektirmesine -yani her sonradan yaratılanın bir yaratıcıya muhtaç olmasına- hudus delili denir.
Bu delili şu misalle daha iyi kavrayabiliriz:
Elimize bir kalem alıp bir kâğıda A harfi yazdığımızı farz edelim. Yazdığımız bu A harfi hâdisdir yani sonradan olmuştur. Bir kaç dakika önce yoktu, şimdi ise var.
Madem A harfi bir kaç dakika önce yoktu ve şimdi var oldu; o hâlde onu yazan ve varlığını yokluğuna tercih eden bir muhdis -bu misalde bir kâtip- olmalıdır. Kâtip olmaksızın A harfinin vücud bulması mümkün değildir. Çünkü ezelî olmayan ve sonradan yaratılan her şey, kendisini yaratan ve varlığını yokluğuna tercih eden bir muhdise muhtaçtır.
Aynen bunun gibi, gözümüz önündeki her bir mahluk -enva olsun, ecza olsun, zerrat olsun- A harfi hükmündedir. Hatta harf değil, belki bir kitaptır. Kuştan çiçeğe, kelebekten ağaca, balıktan arıya, zerreden şemse kadar her ne varsa, bir kitap hükmündedir.
Bir tek A harfi bile varlık âlemine çıkabilmek için bir kâtibe (muhdise) ihtiyaç duyuyor ve o olmadan var olamıyorsa, elbette şu âlemde yaratılan hadsiz eşyanın da kendi kendine var olması mümkün değildir. Bütün bu hâdisler ancak bir muhdisin icadı ile var olabilirler.
Hem nasıl ki bir tek A harfi, varlığı ile kâtibinin varlığını ispat ediyor ve onun varlığına şehadet ediyorsa; aynen bunun gibi, kitap hükmünde olan hadsiz varlıklar da muhdisleri olan Allah’ın varlığını ispat ederler ve lisan-ı hâl ile Allah’ın vücub-u vücuduna şehadet ederler.
Şimdi soruyoruz:
— Bir harfin kâtipsiz, bir iğnenin ustasız ve bir resmin ressamsız olamayacağını kabul eden insan, nasıl olur da şu kâinat kitabının kâtipsiz, içindeki sanat eserlerinin sânisiz ve şu hâdislerin muhdissiz olabileceğini kabul eder?
Hudus delilini enva hakkında da düşünebiliriz. Mesele kışın gelmesiyle sinek gibi bir nev tamamen yok olmakta ve yazın gelmesiyle tekrar icad edilmektedir. Bu icatta sinek fertlerinin teker teker hudusunu düşünebileceğimiz gibi, nevin hudusunu da düşünebiliriz. Bu, birçok çiçek ve bitki nevleri için de geçerlidir.
Yine hudus delilini kâinatın yoktan yaratılışı hakkında da düşünebiliriz. Zira misalimizdeki A harfi gibi, kâinatta bir zamanlar yoktu ve sonradan yaratıldı. Madem her hâdis (sonradan yaratılan her şey) bir muhdise (yaratıcıya) muhtaçtır, o hâlde şu kâinatın da bir muhdisi olmalıdır. O muhdis ki kâinatın varlığını yokluğuna tercih etmiş ve bu âlemi yokluk karanlıklarından varlık âlemine çıkarmıştır.
Demek, şu kâinat, içindeki envaın, eczanın ve zerratın hudusu cihetiyle bir muhdise işaret eder ve onun varlığına şehadet eder. Âmennâ ve saddeknâ.
Bu dersimizde şu cümlenin mütalaasını yaptık:
Ve keza, kâinatın ihtiva ettiği bütün enva ve ecza ve zerratı istila eden hudus, bir muhdis ve bir mucidi iktiza eder. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
Yazar: Sinan Yılmaz