5. İkinci Kelam: “El-mevtü hakk” Ölüm haktır. Evet, bu hayat ve bu beden şu azim dünyaya…
Katre mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
İkinci Kelam: اَلْمَوْتُ حَقٌّ Ölüm haktır. Evet, bu hayat ve bu beden şu azim dünyaya direk olacak kabiliyette değildir. Zira onlar demir ve taştan değildir. Ancak et, kan ve kemik gibi mütehalif şeylerden terekküp etmiş. Kısa bir zamanda tevafukları, içtimaları varsa da iftirakları ve dağılmaları her vakit melhuzdur. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
( اَلْمَوْتُ حَقٌّ : Ölüm haktır / Mütehalif: Birbirine zıt / İçtima: Bir araya gelme / İftirak: Ayrılma / Melhuz: Olabilir)
Risale-i Nurlardan azami mertebede istifademiz doğru usulle okuma şartına bağlıdır. Bu sebeple, bu bölümün mütalaasını yapmadan önce bir okuma usulü dersi yapalım. Maalesef ekser kardeşimiz risaleleri yanlış metotla okuyor. Bu sebeple de umduğu neticeye bir türlü ulaşamıyor. Yani kemal bulmak, nefsini tezkiye etmek ve insan-ı kâmil olmak istiyor ancak bir türlü maksuda vasıl olamıyor. Hâlbuki Risale-i Nurlar sadık talebelerini bu maksuda ulaştırır. Ulaşamıyorsak kusur bize aittir.
O hâlde şimdi soralım:
— Doğru okuma metodu nedir?
Dilerseniz bu metodu Üstad Hazretlerinden öğrenelim. Şimdi Üstad Hazretlerinin şu hatırasını yavaş yavaş okuyalım. Sonra üzerinde tahlil yapacağız:
“Bundan otuz sene evvel, Eski Said’in gafil kafasına müthiş tokatlar indi. اَلْمَوْتُ حَقٌّ kaziyesini düşündü. Kendini bataklık çamurunda gördü. Medet istedi, bir yol aradı, bir halaskâr taharri etti. Gördü ki yollar muhtelif; tereddütte kaldı. Gavs-ı Âzam olan Şeyh-i Geylânî (r.a.)’ın Fütûhu’l-Gayb namındaki kitabıyla tefe’ül etti.
Tefe’ülde şu çıktı: اَنْتَ فِى دَارِ الْحِكْمَةِ فَاطْلُبْ طَبِيبًا يُدَاوِى قَلْبَكَ (Sen dâru’l-hikmettesin. Bir tabip ara, kalbini tedavi etsin.)
Aciptir ki o vakit ben Dârü’l-Hikmeti’l-İslamiye azası idim. Güya ehl-i İslam’ın yaralarını tedaviye çalışan bir hekim idim. Hâlbuki en ziyade hasta bendim. Hasta evvela kendine bakmalı; sonra hastalara bakabilir.
İşte Hazreti Şeyh bana der ki: Sen kendin hastasın. Kendine bir tabip ara.
Ben dedim: Sen tabibim ol.
Tuttum, kendimi ona muhatap addederek o kitabı bana hitap ediyor gibi okudum. Fakat kitabı çok şiddetliydi. Gururumu dehşetli kırıyordu. Nefsimde şiddetli ameliyat-ı cerrahiye yaptı. Dayanamadım, yarısına kadar kendimi ona muhatap ederek okudum; bitirmeye tahammülüm kalmadı. O kitabı dolaba koydum.
Fakat sonra ameliyat-ı şifakârâneden gelen acılar gitti, lezzet geldi. O birinci Üstadımın kitabını tamam okudum ve çok istifade ettim. Ve onun virdini ve münacatını dinledim, çok istifaza ettim…” (28. Mektup)
Şimdi, Üstad Hazretlerinin anlattıkları üzerine biraz tahlil yapalım:
Üstadımız, Şeyh-i Geylânî Hazretlerinin Fütûhu’l-Gayb namındaki kitabını okuyor.
— Peki, nasıl okuyor?
Elcevab: Kendisini ona muhatap addederek o kitabı kendisine hitap ediyor gibi okuyor.
İşte istifadenin sırrı budur!..
Eğer bizler de Risale-i Nurlardan istifade etmek istiyorsak kendimizi risalelere muhatap addederek okumalıyız. Yani sanki Risaleler bize hitap ediyor ve bizim için özel yazılmış eserlerdir. Sanki Üstad Hazretlerinin kapısını çalmışız da Üstad Hazretleri de kapıyı açmış, bizi içeriye buyur etmiş ve bize hususi bir ders yapıyor gibi okumalıyız. Okurken bu hâlet-i ruhiye içinde okumalıyız.
Şimdi, Üstadımızın şu ifadesine dikkat edelim:
“Fakat kitabı çok şiddetliydi. Gururumu dehşetli kırıyordu. Nefsimde şiddetli ameliyat-ı cerrahiye yaptı. Dayanamadım, yarısına kadar kendimi ona muhatap ederek okudum; bitirmeye tahammülüm kalmadı. O kitabı dolaba koydum.”
Biz Fütûhu’l-Gayb kitabını elimize alsak birkaç günde bitiririz.
— Acaba Üstadımız neden bitiremiyor?
— Neden okumaya dayanamıyor?
— Neden tahammül edemiyor?
— Ve bizler Risale-i Nurları okumaya nasıl tahammül ediyoruz?
Cevap şudur: Üstad Hazretlerinin okuma usulüyle bizim okuma usulümüz çok farklı. Üstad Hazretleri nefsini kitaba muhatap ittihaz ediyor. Biz ise sanki Üstad Hazretleri başkasına konuşuyor da biz kulak misafiriymişiz gibi okuyoruz.
Ne demek istediğimi daha somut ifade edeyim:
Dersin başında şu kısmı okuduk:
İkinci Kelam: اَلْمَوْتُ حَقٌّ Ölüm haktır. Evet, bu hayat ve bu beden şu azim dünyaya direk olacak kabiliyette değildir. Zira onlar demir ve taştan değildir. Ancak et, kan ve kemik gibi mütehalif şeylerden terekküp etmiş. Kısa bir zamanda tevafukları, içtimaları varsa da iftirakları ve dağılmaları her vakit melhuzdur. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
Kim ki bu metni okur ve nefsi üzerinde bir ameliyat-ı cerrahiye yapmazsa, bu kişi seyirci gibi okumuştur. Kim de metni okur ve kendini manevi bir ameliyata tabi tutarsa, yani metnin manası üzerinde düşünür ve nefsinde bir ameliyat-i cerrahiye yaparsa, bu kişi doğru bir usulle okumuştur.
Üstadımız de ki: اَلْمَوْتُ حَقٌّ Ölüm haktır. Evet, bu hayat ve bu beden şu azim dünyaya direk olacak kabiliyette değildir. Zira onlar demir ve taştan değildir…
Bunu okuduktan sonra kişi kendi ölümünü düşünmeli ve rabıta-i mevt yapmalı. Demirden ve taştan olmadığını; et, kan ve kemikten ibaret olduğunu, bunların da her vakit dağılmaya müsait olduğunu tefekkür etmeli. İşin sonunda da içten içe vaveyla ederek hâlini Allah’a arz etmeli. Yani kendi nefsiyle şöyle konuşmalı: (Ben nefsimle konuşuyorum.)
“Ey nefsim! Kendini ölümsüz ve baki zanneden nefsim!.. Ölümü düşünmeyen nefsim!.. Kabre gireceğini hatırına getirmeyen nefsim!.. Ölümden gafil, kabirden gafil, haşirden gafil, hesaptan gafil olan nefsim!..
Vallahi sen öleceksin ve kabre gireceksin. Üzerine toprak atacaklar, sonra seni o kabirde tek başına bırakacaklar. O zaman ne yapacaksın? Seni kim kurtaracak, sesini kim işitecek?
Ölümü hiç hatırına getirmeden gaflet içinde yaşadın. Zannettin ki sen ölümü düşünmezsen ölüm seni yakalamaz. Zannettin ki ecelin pençesinden kurtulacaksın… Bu zannın sebebiyle de bütün ömrünü zayi ettin.
Ey nefsim! Artık ayıl! اَلْمَوْتُ حَقٌّ Ölüm haktır. Kimse ondan kaçamaz ve kurtulamaz. Bu hayat ve bu beden şu azim dünyaya direk olacak kabiliyette değildir. Bir kendine bak!.. Ne kadar zayıfsın ve âcizsin. Bir mikrop vücuduna girer ve seni hasta eder, bazen de yerle bir eder. Bu hâlinle kendini nasıl ölümsüz zannediyorsun?
Bak, senin vücudun demir ve taştan değildir. Ancak et, kan ve kemik gibi mütehalif şeylerden terekküp etmiş. Gerçi demirden bile olsaydın, demirin de bir ömrü var; o dahi ölüyor ve fenaya gidiyor. Demir dahi kendini zevalden kurtaramazken, ey nefsim, sen kendini ölüm ve zevalden nasıl kurtaracaksın?
Sen öyle maddelerden mürekkepsin ki kısa bir zamanda tevafukları, içtimaları varsa da iftirakları ve dağılmaları her vakit melhuzdur. Bir bakarsın toprağın üstündesin, bir bakarsın altındasın. Ve altına girdiğinde bir daha da üstüne çıkamazsın.
Öyleyse gel, vakit varken aklını başına al. Tövbe et, nedamet et.
Hem madem her gelecek yakındır ve ölüm dahi gelecektir, o hâlde şimdiden kendini ölmüş bil ve buna göre amel et…”
Ben nefsimle bir parça konuştum. Bu konuşmayı okuduğumuz bölümün mütalaası kabul edin. Sizler de nefsinizle böyle konuşun. Hatta bu konuşmayı her gün yapın ve bu dersi bir vird-i zeban edinin.
Şunu sakın unutmayın: Eğer kemal bulmak, nefsimizi tezkiye etmek, güzelleşmek, bu kazanda pişmek ve insan-ı kâmil olmak istiyorsak, Risale-i Nurları nefsimizi muhatap kabul ederek okumalı ve gücümüz nispetinde amel etmeye çalışmalıyız. Hakiki okuma, Üstadımızın Fütûhu’l-Gayb’ı okuduğu usulle okumadır. Risale-i Nurlar mutlaka bu metotla okunmalıdır.
Mütalaasını yaptığımın bölümü bir daha okuyarak dersimizi tamamlayalım:
İkinci Kelam: اَلْمَوْتُ حَقٌّ ölüm haktır. Evet, bu hayat ve bu beden şu azim dünyaya direk olacak kabiliyette değildir. Zira onlar demir ve taştan değildir. Ancak et, kan ve kemik gibi mütehalif şeylerden terekküp etmiş. Kısa bir zamanda tevafukları, içtimaları varsa da iftirakları ve dağılmaları her vakit melhuzdur. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
Yazar: Sinan Yılmaz