89. Arkadaş! Nefiste öyle dehşetli bir nokta ve açılmaz bir ukde var ki…
Katre mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
REMİZ
Arkadaş! Nefiste öyle dehşetli bir nokta ve açılmaz bir ukde var ki zıtları birbirinden tevlid eder. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
Cümlenin izahına geçmeden önce kısa bir okuma usulü dersi yapalım. Okuma usulüne dair dersler cümle izahları kadar önemlidir.
Risale-i Nurları okurken devamlı kendimize şöyle sormalıyız:
— Bu cümle hangi sorunun cevabıdır?
— Bu mesele hangi külli düsturun anahtarıdır?
— Bu bahisten kıssadan hissem nedir?
— Üstad Hazretleri bu cümleyi burada niçin zikretti?
— Bu cümlenin diğer cümlelerle alakası nedir?
Risale-i Nurları bu usulle ve bu mantıkla okursanız çok sorularınızın cevabını bulursunuz. Bu mantıkla okumazsanız, cevapları bulursunuz ancak bulduğunuzun farkına varmazsınız.
Tahlilini yapacağımız mezkûr cümle bu usule güzel bir örnektir ve bir sorunun cevabıdır. Soru şu:
— Nefsin mayasında âcizlik var, cehl var, kusur var, fakr var, naks var… Hâl böyle iken, niçin nefis kendini kudretli, âlim, kâmil, zengin ve fâzıl zannediyor. Bunun sebebi nedir?
Üstadımız bunun sebebini şöyle beyan ediyor: Nefiste öyle dehşetli bir nokta ve açılmaz bir ukde var ki zıtları birbirinden tevlid eder.
Şimdi bu cümleyi anlamaya çalışalım:
– Nefis son derece âcizdir. Bu aczini zıddına tevlid eder ve kendini kadîr zanneder.
– Nefis son derece cahildir. Bu cehlini zıddına tevlid eder ve kendini âlim zanneder.
– Nefis son derece fakirdir. Bu fakrını zıddına tevlid eder ve kendini zengin zanneder.
– Nefis son derece kusurludur. Bütün kusurlarını zıddına tevlid eder ve kendini kâmil zanneder.
– Yine nefis son derece nakıstır. Bu naksını zıddına tevlid eder ve kendini fâzıl zanneder…
Nefis kendine göre; en kuvvetli, en âlim, en zengin, en kâmil ve en faziletlidir. Hâlbuki hakikatte bu sıfatların zıtlarıyla mevsuftur.
Nefse bu muhakemeyi yaptıran şey, zıtları birbirinden tevlid edebilme kabiliyetidir. Nefis zıtları birbirinden tevlid ederek kendini kemal sıfatlarla mevsuf kılar. Bunun konumuza bakan misalini Üstadımız birazdan verecek.
Üstadımız nefsin ikinci hasletini şöyle beyan diyor:
Ve aleyhte olan her bir şeyi lehte zanneder. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
Zaten nefsin başına ne gelse bu hasletinden gelir. Bütün şerleri hayır ve bütün hayırları şer bilir. Günahları sevap, sevapları günah zanneder. Ateş gibi hâletleri cennet bilir, onlara atlar; cennet gibi hâletleri ateş bilir, onlardan kaçar. Yani aleyhinde olanı lehinde, lehinde olanı da aleyhinde zanneder.
Üstadımız şöyle devam ediyor:
Mesela güneşin eli sana yetişir, ziyasıyla başını okşar. Fakat senin elin ona yetişemez ve senin keyfin üzerine hareket etmez. Demek, şemsin sana karşı iki ciheti vardır: Biri kurb, diğeri bu’d. Eğer senin ondan baîd olduğun cihetle, “O bana tesir edemez.” ve onun sana karib olduğu cihetle, “Ona tesir edebilirim.” desen, cehlini ilan etmiş olursun.
Kezalik, Hâlık ile nefis arasında da bir kurb ve bu’d vardır. Kurb Hâlık’ındır, bu’d nefsindir. Eğer nefis, uzaklığı cihetiyle enaniyet ile Hâlık’a bakıp, “Bana tesir edemez.” diye bir ahmaklıkta bulunursa dalalete düşer. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
Hakikat şudur: Allah bize yakındır; biz ise Allah’a uzağız.
Ancak nefis zıtları birbirinden tevlid eder: Bizi Allah’a yakın, Allah’ı bize uzak kabul eder. Yani Allah’ın kurbunu kendine, kendi bu’dunu Allah’a verir. Bu kabulle de Allah’ın, kendisine tesir edemeyeceğini; kendisinin ise Allah’a tesir edebileceğini düşünür. Firavun gibi kule yapıp göğe yükselmek ister; Allah’a isyandan korkmaz, her günahı irtikab eder.
Belki nefsin bu hasletini tam anlayamıyorsunuz. Bunun sebebi şu:
Sizler Risale-i Nurları okuyarak bir derece tahkiki imana ulaşmışsınız. Bu imanın bir neticesi olarak da Allah’ın her şeye hâkim, her şeye kadîr ve her şeye yakın olduğuna iman etmiş; Allah’ın size şah damarınızdan daha yakın olduğunu tasdik etmişsiniz.
Yine bu imanın bir neticesi olarak, nefsinizin son derece âciz ve zayıf olduğunu idrak edip, canınızın ve hayatınızın Allah’ın yed-i kudretinde olduğuna iman etmişsiniz.
Kendisini âciz ve zayıf, Allah’ı ise son derece kadîr ve yakın bilen elbette nefsin bu hasletini öldürmüş olacak ve bu sıfatını hissetmeyecek. Elhamdülillah, Risale-i Nurlar nefsimizdeki bu firavunluğu öldürmüş. İşte bu sebeple, nefsin bu hâletini hissetmiyoruz.
Ancak biliyoruz ki: Firavun’u, Nemrud’u, Kârun’u ve emsallerini Allah ile savaşmaya iten şey, nefsin bu hasletidir. Bu zamanda dahi çok Firavun ve Kârunlar Allah ile savaşmaktadır. Şimdi, onların niçin savaştıklarını daha iyi anladık!
Bu dersimizde şu metnin mütalaasını yaptık:
REMİZ
Arkadaş! Nefiste öyle dehşetli bir nokta ve açılmaz bir ukde var ki zıtları birbirinden tevlid eder. Ve aleyhte olan her bir şeyi lehte zanneder.
Mesela güneşin eli sana yetişir, ziyasıyla başını okşar. Fakat senin elin ona yetişemez ve senin keyfin üzerine hareket etmez. Demek, şemsin sana karşı iki ciheti vardır: Biri kurb, diğeri bu’d. Eğer senin ondan baîd olduğun cihetle, “O bana tesir edemez.” ve onun sana karib olduğu cihetle, “Ona tesir edebilirim.” desen, cehlini ilan etmiş olursun.
Kezalik, Hâlık ile nefis arasında da bir kurb ve bu’d vardır. Kurb Hâlık’ındır, bu’d nefsindir. Eğer nefis, uzaklığı cihetiyle enaniyet ile Hâlık’a bakıp, “Bana tesir edemez.” diye bir ahmaklıkta bulunursa dalalete düşer. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
Yazar: Sinan Yılmaz