a
Ana SayfaKatre46. Ve keza, kâinat yüzünde hüsn-ü zatîyi gösteren bir hüsn-ü arazî…

46. Ve keza, kâinat yüzünde hüsn-ü zatîyi gösteren bir hüsn-ü arazî…

Katre mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:

Ve keza, kâinat yüzünde hüsn-ü zatîyi gösteren bir hüsn-ü arazî ve bir cemal-i mücerredi gösteren bir cemal-i hazîn ve mahbub-u hakikiye işaret eden bir aşk-ı sadık ve bütün esrarı cezbeden bir hakikat-i cazibeye işaret eden bir cezbe ve bir incizab vardır. Bu hakikatler, kâinata bir Rabb-i Vâcibü’l-vücud lazım ve zaruri olduğuna şehadet ettiklerini, kâinat  اَللّٰهُ لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ  ile talim ve i’lam ediyor. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

Üstad Hazretleri bir delilde dört madde işlemiş. Şimdi bu maddeleri teker teker mütalaa edelim:

Kâinat yüzünde hüsn-ü zatîyi gösteren bir hüsn-ü arazî…

Zatî: Kendisi ile var olan, sonradan takılmayan, zatına ait demektir.

Arazî: Sonradan takılan, sonradan olan şey demektir.

Şu âlemdeki hiçbir varlığın hiçbir sıfatı zatî değildir. Hepsi Cenab-ı Hakk’ın ihsanıdır ve bir hediyesidir. Zatî sıfatlar sadece Allah’a mahsustur. Zira kâinat sonradan yaratılmış ve içindeki varlıklar da sonradan icad edilmiştir. Yani varlıklar ezelî değildir, hâdisdir. Kendisi ezelî olmayanın, sıfatları elbette ezelî ve zatî olamaz.

Güzellik de bu arazî sıfatlardan biridir. Her bir varlık güzelliği cihetiyle sanki antika bir sanat eseridir. Eşyaya dikkat ile bakılsa görülür ki: Her bir eşyaya kendine mahsus bir suret verilmiş, kendine mahsus cihazlarla teçhiz edilmiş; kendine mahsus bir boyayla boyanmış, nakış nakış dokunmuş ve ziynetlerle süslenmiş…

Mahlukatta gördüğümüz bu güzelliklerin her biri hüsn-ü arazîdir. Yani bu güzellik o mahlukun zatî malı olmayıp ona sonradan takılmıştır. Zira mahlukun kendisi ezelî değildir ki güzelliği ezelî olabilsin. Kendisi ezelî olamayanın, güzelliği de ezelî olamaz. Ezelî olamayınca da güzelliği hüsn-ü arazî olur. Yani güzellik ona sonradan takılmış ve ona sonradan ihsan edilmiş. Bu durumda da bu güzelliği ona veren bir zat olmalıdır. Zira güzellik güzelden, ihsan ise gınadan gelir.

İşte bu cihetle, eşyadaki hüsn-ü arazî bir hüsn-ü zatî sahibini gösterir ve bu zatın varlığını ispat eder. Bu hüsn-ü zatî sahibi de Allahu Teâlâ’dır.

Demek, şu kâinat ve içindeki her bir mahluk, kendilerindeki hüsn-ü arazî ile Allah’ın hüsn-ü zatîsine delalet eder ve O’nun vücub-u vücuduna şehadet eder.

Şimdi, metindeki ikinci maddeyi mütalaa edelim:

Ve bir cemal-i mücerredi gösteren bir cemal-i hazîn…

Cemal-i hazîn insana hüzün veren güzellik demektir. Varlıklardaki güzelliğin cemal-i hazîn olması, bu güzelliğin insana hüzün vermesinden dolayıdır. Mahlukatın güzelliği insana hüzün verir çünkü ebedi değildir, fânidir. Zeval-i elem lezzet olduğu gibi, zeval-i lezzet dahi elemdir. Güzelliğe meftun olan insan, mahlukatın güzelliğinin fenaya gittiğini gördükçe elem duyar, hüzün çeker.

Evet, insan güzelliğe aşıktır; güzellik ise fenaya mahkûm ve zevale gidicidir. Bu sebeple de bir cemal-i hazîndir. Bu cemal-i hazîn perde arkasında bir cemal-i mücerredi gösterir. Zira cemal ancak cemilden gelir. O Cemil de Allahu Teâlâ’dır.

Demek, şu göz önündeki cemal-i hazîn perde arkasında bir cemal-i mücerredi gösterir; O’nun varlığını ispat eder; O’nun vücub-u vücuduna şehadet eder.

Şimdi, metindeki üçüncü maddeyi mütalaa edelim:

Ve mahbub-u hakikiye işaret eden bir aşk-ı sadık…

Aşk bir maşuka ve bir mahbuba işaret eder.

— Aşk olur da maşuk olmaz mı?

— Maşuk olmazsa aşk kime karşı olacak?

İşte başta enbiya ve evliya olmak üzere, insanların kalbinde olan aşk-ı sadık -yani Allah’a karşı olan aşk ve muhabbet- bir mahbub-u hakikinin varlığını ispat eder. O mahbub-u hakiki de Allahu Teâlâ’dır. Kalplerdeki bütün İlahî aşklar Allah’ın varlığına bir delildir.

— Eğer Allah inkâr edilirse kalplerdeki bu aşk-ı sadık neyle izah edilecek?

— Bu kadar âşık yoku mu sevmiş? Olmayana mı âşık olmuş?

Ya Rabbi! Bizim de kalbimize bir aşk-ı sadık koy. Bizi sana âşık olan kullar zümresine dâhil eyle. Âmin.

Şimdi, metindeki dördüncü maddeyi mütalaa edelim:

Ve bütün esrarı cezbeden bir hakikat-i câzibeye işaret eden bir cezbe ve bir incizab vardır.

“Cezbe” bir şeyin çekiciliği ve çekim gücü; “incizab” ise cezbeyi kabul etme yani bu çekime kapılma demektir.

Üstadımız 29. Söz’de şöyle demektedir:

— Demek, bu vicdani olan incizap ve cezbe, bir gaye-i hakikiyenin ve bir hakikat-i câzibedarın yalnız cezbiyle olabilir.

Lemaat’ta da şöyle demektedir:

— Vicdanda mündemicdir bir incizab ve cezbe. Bir câzibin cezbiyle daim olur incizab. Cezbe düşer zîşuûr…

Üstadımız “cezbe ve incizab” delilini genelde vicdan üzerinden işlemiş. Burada ise “bütün esrarı cezbeden bir hakikat-i câzibeye” diyerek “vicdan” yerine “esrarı” kullanmış. Esrar “sır”rın çoğuludur; bununla da insandaki sır latifesi kastedilmiştir.

Gerek vicdanda gerek sırda olan bütün cezbeler ve incizablar, bir câzibin (cezbedenin) cezbiyle olabilir. Bu câzib de Allahu Teâlâ’dır.

Dersin başından beri bütün anlattıklarımız, “Fiil failsiz, isim müsemmasız ve sıfat mevsufsuz olamaz.” hakikatine dayanıyor.

– Eğer hüsn-ü arazî varsa bir hüsn-ü zatî olmalıdır. Hüsn-ü arazî onun hüsnünden gelmelidir.

– Eğer cemal-i hazîn varsa bir cemal-i mücerred olmalıdır. Cemal-i hazîn onun cemalinden gelmelidir.

– Eğer aşk-ı sadık varsa bir mahbub-u hakiki olmalıdır. Gönüllere bu aşkı o koymalıdır.

– Eğer cezbe ve incizab varsa bir câzib-i hakiki olmalıdır. Bütün cezbeler onun cezbiyle vukua gelmelidir.

Bütün bu hakikatler de kâinata bir Rabb-i Vâcibü’l-vücudun lazım ve zaruri olduğuna şehadet eder ve bu şehadeti kâinat  اَللّٰهُ لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ  ile ilan eder.

Aslında daha bu metinde üzerinde konuşulabilecek çok şey var. Kalanları da sizlere havale ediyorum. Bu ders bizim Mesnevi-i Nuriye’deki 229. dersimiz. Eğer dersleri baştan beri takip ettiyseniz kalan hazineyi sizler de çıkarabilirsiniz.

Bu dersimizde şu bölümün mütalaasını yaptık:

Ve keza, kâinat yüzünde hüsn-ü zatîyi gösteren bir hüsn-ü arazî ve bir cemal-i mücerredi gösteren bir cemal-i hazîn ve mahbub-u hakikiye işaret eden bir aşk-ı sadık ve bütün esrarı cezbeden bir hakikat-i câzibeye işaret eden bir cezbe ve bir incizab vardır. Bu hakikatler, kâinata bir Rabb-i Vâcibü’l-vücud lazım ve zaruri olduğuna şehadet ettiklerini, kâinat  اَللّٰهُ لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ  ile talim ve i’lam ediyor. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin