a
Ana SayfaKatre76. Ve keza, dünyadaki lezzet ve nimetlere iki cihetle bakılır: Bir cihette…

76. Ve keza, dünyadaki lezzet ve nimetlere iki cihetle bakılır: Bir cihette…

Katre mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:

Ve keza, dünyadaki lezzet ve nimetlere iki cihetle bakılır:

Bir cihette, o nimetlerin bir Mün’im tarafından verildiği düşünülür. Ve nazar, o lezzetten in’am edene döner; onu düşünür. Mün’imi düşünmek lezzeti, nimeti düşünmekten daha lezizdir. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

(Mün’im: Nimet veren Allah / İn’am eden: Nimet veren)

Şimdi şunu hayal edin: Peygamberimiz (a.s.m.) bize bir kapta hurma uzatmış; biz de o hurmadan almışız ve yemişiz…

Sorumuz şu:

— Hurma mı daha lezzetli olurdu yoksa o hurmayı Peygamberimiz (a.s.m.)’ın elinden almak mı?

Elbette hurmayı Efendimiz (a.s.m.)’ın elinden almak, hurmadan bin kere daha lezzetlidir. Hatta o kadar lezzetlidir ki hurmanın lezzeti unutulur da Peygamberimizin elinden almanın lezzeti bir ömür boyu unutulmaz!

— Peki, o hurmayı Efendimiz (a.s.m.) değil de onun rabbi ve kâinatın sahibi uzatsa, hurma mı daha lezzetlidir yoksa bu ihsana mazhar olmak mı?

Elbette bu ihsana mazhar olmak hurmadan çok daha lezzetlidir. Peygamberimizin elinden alma lezzeti bir ise bunun lezzeti bindir. Çünkü Peygamberimiz (a.s.m.) da O’nun kulu ve resulüdür.

— Peki, biz bu lezzeti niçin hissedemiyoruz?

Hissedemiyoruz, çünkü dersimize çalışmıyoruz. Bizler Risale-i Nurları sadece okunacak bir kitap zannetmişiz. Bu sebeple de sadece okuyor ve geçiyoruz. Hâlbuki iş okumak değil, amel etmek! Amel için de çalışmak ve odaklanmak lazım.

İşte bize çalışacağımız bir ders… Kendimizi Allah’ın misafiri kabul edip, her nimeti rahmetin elinden almak ve nimette Mün’imi görüp ona misafir olduğumuzu hissetmek… Bu derse çalışmalı ve her nimet üzerinde bu tefekkürü yapmalıyız.

Üstadımız şöyle devam ediyor:

İkinci cihet, nimeti görür görmez nazarını ona hasrederek, o nimeti ganimet telakki ederek minnetsiz yer. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

Bu cihette, nimette Mün’im, ikramda Mükrim ve ihsanda Muhsin görülmez. O nimet ona tesadüfen gelmiş ya da kendi çalışmış da hak etmiş gibi telakki edilir. Böyle olunca da Allah’a minnet etmeden ve şükretmeden yer; nazarını nimete hasredip onu ganimet telakki eder.

Üstadımız şöyle diyor:

Hâlbuki birinci cihette lezzet, zeval ile zâil olsa bile ruhu bakidir. Çünkü Mün’imi düşünür. Mün’im ise merhametlidir; daima bu nimetleri bana verir diye ümitvar olur. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

Nimetin ruhunun baki olması şudur: Nasıl ki insan ölse ancak cesedi ölür; ruhu her daim bakidir. Nimetin de bir cesedi ve -sanki- bir de ruhu vardır. Cesedi ölse -yani zahiren zeval bulsa- sadece lezzeti kaybolur; ruhu bakidir. O ruh da şudur:

Kişi şöyle düşünür: Zevale giden bu nimetin sahibi bakidir. Hem bakidir hem de merhametlidir. Zevale giden -hâşâ- nimetin sahibi değil, nimetin kendisidir. Madem nimetin sahibi bakidir, o hâlde bana daha çok nimetleri ihsan eder; zevale giden bu nimete bedel çok nimetleri ikram eder…

İşte mümin böyle düşünür ve nimetin zevaliyle ağlamaz; belki ümitvar olur.

Üstadımız şöyle devam ediyor:

İkinci cihette, nimetin zevali ölüm değildir ki ruhu kalsın. Ruhu da söner ancak dumanı kalır. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

Bu cihette, hem nimet ölür hem de ruhu… Zira nimette Mün’im görülmez ki nimetin devamı düşünülsün ve Mün’imin merhametine iltica edilsin. Bu durumda, nimetin ruhu söner sadece dumanı kalır.

“Dumanının kalması” günahının kalmasıdır. Lezzet için bir harama tevessül edildiğinde, amel bitince lezzet gider ancak dumanı yani günahı baki kalır.

Üstadımız şöyle diyor:

Musibetlerin ise zevalinden sonra dumanları söner, nurları kalır. Lezzetlerin zevalinden sonra kalan dumanları, günahlarıdır. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

Musibetler ile lezzetler hükümde birbirine zıttır. Musibetin zevali lezzettir; lezzetin zevali ise elem ve musibettir.

Yine musibetlerin zevalinden sonra dumanları söner, nurları kalır. Yani sıkıntıları biter, sevapları kalır. Lezzetlerin zevalinden sonra ise sadece dumanları yani günahları kalır; ortada lezzet diye bir şey kalmaz.

Üstadımız şöyle devam ediyor:

Arkadaş! Dünya ve ahiretteki lezzet ve nimetlere iman ile bakılırsa, bunlarda bir hareket-i devriye görülür ki emsaller birbirini takip eder. Biri gider, yerine onun misli gelir. Bu sayede o nimetlerin mahiyeti sönmez. Ancak teşahhusat-ı cüz’iyede firak ve iftirakları vardır. Bunun içindir ki lezaiz-i imaniye, firak ve iftirak ile müteessir ve mükedder olmuyor. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

Ağacın dalından bir meyveyi kopardığınızda bir müddet sonra aynı dalda başka bir meyve bitiyor. Yine topraktan çıkan bir sebzeyi kopardığınızda hemen ertesi gün aynı yerde başkası bitiyor. Bunlar gibi, bütün nimetlerde bir hareket-i devriye görülüyor, emsaller birbirini takip ediyor. Biri gidiyor, yerine onun misli geliyor.

Bu sayede de o nimetlerin mahiyeti sönmüyor. Ancak teşahhusat-ı cüz’iyede firak ve iftiraklar oluyor. Mesela bir meyveyi yediğimizde o meyve bitiyor ve zevale gidiyor. Ancak yüzler emsali dalda asılı duruyor ve bize tebessüm ediyor. Bu sebeple de bir ferdin zevale gitmesi bizi üzmüyor; firak ancak teşahhusat-ı cüz’iyede kalıyor.

Bunun içindir ki lezaiz-i imaniye, firak ve iftirak ile müteessir ve mükedder olmuyor. Çünkü nimete bu nazarla bakılıp nimette Mün’im görüldüğünde, nimette bir zeval olmuyor. Zeval ve firak ancak cüz’i fertlerde oluyor. Bu sebeple de mümin şöyle düşünüyor: Bir fert zevale gitse de arkadaşları bakidir ve bana fazlasıyla kâfidir…

Üstadımız şöyle devam ediyor:

Fakat ikinci cihette, her bir lezzetin zevali var. Ve o zeval haddizatında elem olduğu gibi, düşünmesi de elemdir. Çünkü bu ikinci cihette, hareket devriye değildir, müstakimdir. Lezzet ebedî bir ölüm ile mahkûm olur. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

Nimette Mün’im görülmediği ve onun rahmetine iltica edilmediği taktirde, her bir lezzetin zevali vardır. Zeval-i lezzet elem olduğu gibi, lezzetin zeval bulacağını düşünmek de bir elemdir. İşte elem içinde elem…

Kâfir ve gafil olanlara göre, nimet müstakimdir ve bir hareket-i devriyesi yoktur.  Bunlar Mün’imi tanımadığı için ona iltica etmez ve nimetin devamını düşünmez. Her nimeti müstakim ve kendi başına bilir. Bu durumda da lezzet ebedî bir ölüm ile mahkûm olur.

Okuduğumuz metin açık olduğu için bu kadar izahla iktifa ediyor, meselenin derunî tefekkürünü sizlere havale ediyoruz.

Bu dersimizde şu bölümün mütalaasını yaptık:

Ve keza, dünyadaki lezzet ve nimetlere iki cihetle bakılır:

Bir cihette, o nimetlerin bir Mün’im tarafından verildiği düşünülür. Ve nazar, o lezzetten in’am edene döner; onu düşünür. Mün’imi düşünmek lezzeti, nimeti düşünmekten daha lezizdir.

İkinci cihet, nimeti görür görmez nazarını ona hasrederek, o nimeti ganimet telakki ederek minnetsiz yer.

Hâlbuki birinci cihette lezzet, zeval ile zâil olsa bile ruhu bakidir. Çünkü Mün’imi düşünür. Mün’im ise merhametlidir, daima bu nimetleri bana verir diye ümitvar olur.

İkinci cihette, nimetin zevali ölüm değildir ki ruhu kalsın. Ruhu da söner ancak dumanı kalır. Musibetlerin ise zevalinden sonra dumanları söner, nurları kalır. Lezzetlerin zevalinden sonra kalan dumanları, günahlarıdır.

Arkadaş! Dünya ve ahiretteki lezzet ve nimetlere iman ile bakılırsa, bunlarda bir hareket-i devriye görülür ki emsaller birbirini takip eder. Biri gider, yerine onun misli gelir. Bu sayede o nimetlerin mahiyeti sönmez. Ancak teşahhusat-ı cüz’iyede firak ve iftirakları vardır. Bunun içindir ki lezaiz-i imaniye, firak ve iftirak ile müteessir ve mükedder olmuyor.

Fakat ikinci cihette, her bir lezzetin zevali var. Ve o zeval haddizatında elem olduğu gibi, düşünmesi de elemdir. Çünkü bu ikinci cihette, hareket devriye değildir, müstakimdir. Lezzet ebedî bir ölüm ile mahkûm olur. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin