106. Kur’an’dan tavr-ı kalbe ilham edilen -asâ-yı Musa gibi- manevi bir asa ihsan edilmiştir…
Katre mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
Kur’an’dan tavr-ı kalbe ilham edilen -asâ-yı Musa gibi- manevi bir asa ihsan edilmiştir. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
(Tavr-ı kalb: Kalbin merkezi)
Bu beyandan anlıyoruz ki Risale-i Nurlar ilhamla yazılmıştır ve Üstad Hazretlerine manevi bir asa verilmiştir. Üstad Hazretleri bu manevi asayı Hazreti Musa (a.s.)’a verilen asaya benzetmektedir.
Aradaki benzerlik ciheti şudur: Nasıl ki Hazreti Musa (a.s.) asası ile taşa vurduğunda âb-ı hayatı fışkırtmış. Aynen bunun gibi, Üstad Hazretleri de manevi asası ile hangi eşyaya vurduysa ruhun âb-ı hayatı olan marifetullahı fışkırtmış. Yani her iki asadan da âb-ı hayat fışkırıyor. Birinden, maddi bedenin âb-ı hayatı olan su; diğerinden, manevi bedenin âb-ı hayatı olan marifetullah…
Üstadımız şöyle devam ediyor:
Bu asa ile kitab-ı kâinatın herhangi bir zerresine vurulursa derhal mâ-i hayat çıkar. Çünkü müessir ancak eserde görünebilir. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
Katre Risalesi baştan sona bu cümlenin şerhidir ve izahıdır. Zira Üstad Hazretleri bu risalede, kâinat kitabının Allah’ın varlığına olan şehadetini göstermiş ve her bir mahluku -onlarca cihetle- Allah’ın varlığına delil yapmış. Yani manevi asasını nereye vurmuşsa oradan ruhun mâ-i hayatını çıkarmış; eserde müessir-i hakikiyi göstermiş.
Üstadımız şöyle devam ediyor:
Manevi asansör hükmünde olan murakabeler ile mâü’l-hayatı bulmak pek müşküldür. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
Burada kastedilen, tarikat yolu ile hakka vasıl olmaktır. Üstadımız tarikattaki murakabeleri manevi asansöre benzetmiş. Ancak Üstadımızın tespitiyle, bu manevi asansörle hakka ulaşmak ve mâü’l-hayatı bulmak bu zamanda pek müşkülleşmiş.
Allahu Teâlâ bu yolun yolcularına yardım etsin ve onları maksutlarına vasıl eylesin.
Üstadımız şöyle devam ediyor:
Vesaite lüzum gösteren ehl-i nazar ise etraf-ı âlemi arşa kadar gezmeleri lazımdır. Ve o uzun mesafede hücum eden vesveselere, vehimlere, şeytanlara mağlup olup caddeden çıkmamak için pek çok burhanlar, alametler, nişanlar lazımdır ki yolu şaşırtmasınlar. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
Burada “ehl-i nazar” ile kastedilen kelam âlimleridir. Kelam âlimleri Allah’ın varlığını ispat için “hudus” delilini kullanmışlar.
Hudus: Sonradan yaratılma demektir. Sonradan yaratılana “hâdis” ve sonradan yaratana da “muhdis” denir. Her hâdisin bir muhdisi -yani her sonradan yaratılanın bir yaratıcıyı- gerektirmesine de “hudus delili” denir.
Kelam âlimleri kâinatın yoktan yaratıldığını nazara vererek Allah’ın varlığını ispat etmeye çalışmışlar. Yani demişler ki: Madem şu kâinat hâdistir ve sonradan yaratılmıştır. Her hâdisin bir muhdisi iktiza etmesi sırrınca, kâinat da Allahu Teâlâ’nın varlığını iktiza eder.
Bu durumda, Allah’ın varlığını ispat için ta kâinatın yaratılışına gitmek, o zaman ve mekânlarda gezmek gerekir. Bu ise zor bir iş ve uzun bir yolculuktur. Bu uzun yolculukta da çok vesveseler ve vehimler insana hücum eder. Bu vesveselere, vehimlere ve şeytanlara mağlup olmamak için de çok burhanlar ve deliller lazımdır.
Üstadımız en kısa yolu şöyle izah ediyor:
Kur’an ise bize asâ-yı Musa gibi bir hakikat vermiştir ki nerede olsam hatta taş üzerinde de bulunsam asayı vuruyorum; mâü’l-hayat fışkırıyor. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
Üstad Hazretleri Katre’nin başında söyle demişti: Bu kâinat bütün envaıyla, erkânıyla, azasıyla, eczasıyla, hüceyratıyla, zerratıyla, esîriyle -elli beş lisan ile- vücub-u vücud ve vahdetine şehadet ve delalet eder.
Böyle demiş ve elli beş lisanı izah etmişti. Yani Üstadımız manevi asasını nereye vurmuşsa -hatta taşa vursa- Allah’ın inayetiyle marifetullah suyunu fışkırtmış. Biz de kabiliyetimiz nispetinde bu sudan bir yudum içmeye çalıştık.
Üstadımız şöyle devam ediyor:
Âlemin haricine giderek uzun seferlere ve su borularının kırılmaması ve parçalanmaması için muhafazaya muhtaç olmuyorum. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
Üstad Hazretleri kelam âlimlerinin usulünü su boruları vasıtasıyla suyu taşımaya benzetiyor. Sanki onlar hudus delili ile kâinatın yaratılışına gitmişler ve oradan buraya bir boru çekip mâü’l-hayatı akıtmaya çalışmışlar.
Ancak bu uzun mesafeden boruların kırılmaması ve parçalanmaması çok zordur. Yani siz kâinatın sonradan yaratıldığını ispatla Allah’ın varlığını ispata çalışırsınız; sonra bir başkası gelir, maddenin ezelî olduğunu -yalandan da olsa- ispatla sizin bütün sözlerinizi çürütür. Ya da siz kâinatın sonradan yaratıldığına dair bir delil sunarsınız; başkası gelir o delili çürütür…
İşte bu çürütmeler “su borularının kırılmasına ve parçalanmasına” benzetilmiş. Risale-i Nur’un yolu ise suyu borularla getirmek olmayıp, suyu taştan çıkarmaktır. Hiç öyle uzun seyahatlere, yolculuklara ihtiyaç yoktur. Üstadımız manevi asasını nereye vurmuşsa oradan mâü’l-hayatı fışkırtmış.
Bütün bunlar da şuraya bağlanıyor:
Evet, وَ فٖى كُلِّ شَىْءٍ لَهُ اٰيَةٌ تَدُلُّ عَلٰى اَنَّهُ وَاحِدٌ beytiyle bu hakikat, hakikatiyle tebarüz eder. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
(Mana: Her bir şeyde Allah’a ait bir ayet vardır ki O’nun birliğine delalet eder.)
Bu delaleti Lem’alar Risalesi’nde, bir nebze Lâsiyyemalar Risalesi’nde ve hakikatiyle Katre Risalesi’nde gördük ve okuduk. Elhamdülillah…
Bu dersimizde şu bölümün mütalaasını yaptık:
Kur’an’dan tavr-ı kalbe ilham edilen -asâ-yı Musa gibi- manevi bir asa ihsan edilmiştir. Bu asa ile kitab-ı kâinatın herhangi bir zerresine vurulursa derhal mâ-i hayat çıkar. Çünkü müessir ancak eserde görünebilir.
Manevi asansör hükmünde olan murakabeler ile mâü’l-hayatı bulmak pek müşküldür.
Vesaite lüzum gösteren ehl-i nazar ise etraf-ı âlemi arşa kadar gezmeleri lazımdır. Ve o uzun mesafede hücum eden vesveselere, vehimlere, şeytanlara mağlup olup caddeden çıkmamak için pek çok burhanlar, alametler, nişanlar lazımdır ki yolu şaşırtmasınlar.
Kur’an ise bize asâ-yı Musa gibi bir hakikat vermiştir ki nerede olsam hatta taş üzerinde de bulunsam asayı vuruyorum; mâü’l-hayat fışkırıyor. Âlemin haricine giderek uzun seferlere ve su borularının kırılmaması ve parçalanmaması için muhafazaya muhtaç olmuyorum.
Evet, وَ فٖى كُلِّ شَىْءٍ لَهُ اٰيَةٌ تَدُلُّ عَلٰى اَنَّهُ وَاحِدٌ beytiyle bu hakikat, hakikatiyle tebarüz eder. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
Yazar: Sinan Yılmaz