a
Ana SayfaKatre14. Öyle bir Allah ki vücub-u vücud ve vahdetine, şu kitab-ı kebir denilen âlem…

14. Öyle bir Allah ki vücub-u vücud ve vahdetine, şu kitab-ı kebir denilen âlem…

Katre mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:

Öyle bir Allah ki vücub-u vücud ve vahdetine, şu kitab-ı kebir denilen âlem bütün yazıları ve fasıllarıyla, sahifeleriyle, satırlarıyla, cümleleriyle, harfleriyle şehadet ettiği gibi, şu insan-ı kebir denilen kâinat da bütün azasıyla, cevarihiyle, hüceyratıyla, zerratıyla, evsafıyla, ahvaliyle delalet eder. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

(Fasıl: Bölüm / Cevarih: El, ayak gibi vücud organları / Evsaf: Vasıflar)

Üstad Hazretleri Allah’ın vücub-u vücuduna ve vahdetine birinci delil olarak Peygamberimiz (a.s.m.)’ı gösterdi ve birkaç delille risalet-i Ahmediye (a.s.m.)’ı ispat etti.

İkinci delil olarak Kur’an-ı Hakîm’i gösterdi ve yine birkaç delille Kur’an’ın kelamullah olduğunu ispat etti.

Üçüncü delil olarak ise kâinatı ve içindeki eşyayı gösterdi ve kâinatı Allah’ın vücub-u vücud ve vahdetine delil yaptı. Üstadımız bu Katre Risalesi’nde kâinatın bu delaletini öyle bir tarzda beyan ediyor ki üstüne bir beyan olamaz. Bu risaleyi ihata edebilen, kâinatı bir kitap gibi okur, imanını taklitten tahkike çıkarır, Allah’ın varlığı ve birliği hususunda sarsılmaz bir imanın sahibi olur.

Bu girişten sonra, şimdi cümlemizin mütalaasına geçelim:

Üstadımız şöyle başladı: Öyle bir Allah ki vücub-u vücud ve vahdetine…

Vücub-u vücud, Allah’ın varlığının vacip oluşu ve vücut mertebesi olarak da vacibu’l-vücud mertebesinde bulunmasıdır. Vahdet ise Allah’ın tek ve bir oluşudur. Öyle ki Allah’ın ne zatında ne de fiillerinde ortağı yoktur. Vahid’dir, Ehad’dir, Fert’tir ve Samed’dir.

Üstadımız sonra şöyle dedi: Şu kitab-ı kebir denilen âlem bütün yazıları ve fasıllarıyla, sahifeleriyle, satırlarıyla, cümleleriyle, harfleriyle şehadet ettiği gibi…

Bu cümleyi şöyle somutlaştıralım:

– Şu âlem kudret kalemiyle yazılan bir kitaptır, bir kitab-ı kebirdir. Bu kitaptaki bütün yazılar, kâtibi olan Allah’a delalet eder ve Onun vücub-u vücuduna ve vahdetine şehadet eder.

– Dünya bu kitabın sadece bir faslı ve bir bölümüdür. Her bir gezegeni ve yıldızı bu kâinat kitabının bir faslı kabul edebiliriz.

– Yeryüzü bu kitabın bir sahifesidir.

– Her bir nev bu sayfanın bir satırıdır. Üstad Hazretleri 300 bin nevden bahsediyor. Şu andaki tespitlere göre, bu rakam 1 milyondan fazladır. Hadi biz 300 bini kabul edelim. Demek şu yeryüzü sahifesinde 300 bin satır var.

– Her bir nevin cinsi kendi satırının cümlesidir. Mesela sinek nevi yeryüzü sayfasının bir satırıdır. 1 milyon sinek türü vardır. Bu durumda, sinek satırında 1 milyon cümle yazılmış olur. Diğer nev ve cinsler için de aynı kıyası yapabilirsiniz. Her nev bir satır ve o nevin cinsleri bu satırın cümleleridir.

– Her bir fert de bu cümlelerin bir harfidir. Yine sinek misalinden yola çıksak: Sinek satırında 1 milyon cümle -yani 1 milyon sinek cinsi- var ve -mesela- karasinek cinsi bu cümlelerden sadece bir tanesi. Karasinek cümlesinin de trilyonlarca harfi var. Her bir karasinek bu cümlenin bir harfi hükmündedir.

Sonra Üstadımız şöyle dedi: Şu insan-ı kebir denilen kâinat da bütün azasıyla, cevarihiyle, hüceyratıyla, zerratıyla, evsafıyla, ahvaliyle delalet eder.

Üstadımız kâinata ilk önce bir kitap gözüyle baktı. Burada ise insan-ı kebir olması cihetiyle bakıyor. Zira kâinatı küçültsek insan olur, insanı büyütsek kâinat olur. Kâinat insan-ı kebirdir, insan da misal-i musaggar-ı kâinattır.

İlk önce meselenin bu cihetini mütalaa edelim, sonra da Üstadımızın mezkûr cümlesini somutlaştıralım:

Kâinatta ne varsa küçük bir numunesi insanda vardır:

– Yeryüzünün dörtte üçü sudur. İnsan vücudunun da dörtte üçü sudur.

– Toprakta demir, bakır, çinko, fosfor gibi elementler var. Bedenimizde de bu elementlerin hepsi mevcut.

– Yeryüzünde dağlar, toprak var. Buna mukabil bizde kemikler ve et var.

– Yeryüzünde nehirler var. Buna mukabil bizde kılcal damarlar var.

– Yeryüzünde ormanlar var. Buna mukabil bizde saç ve kıllar var.

– Âlemde itme ve çekme kuvveti var. Bizde dâfia ve cazibe kuvveti var.

– Yeryüzünde kasırgalar, fırtınalar var. Bizde öfke var.

– Yeryüzünde bahar var, bizde neşe.

– Âlemde şeytan var, bizde nefis ve lümme-i şeytaniye.

– Âlemde melek var, bizde ilhamlar.

– Âlemde levh-i mahfuz var, bizde hafıza kuvveti.

– Âlemde Arş var, bizde kalp.

– Âlemde Kürsî var, bizde akıl.

– Âlemde misal âlemi var, bizde hayal kuvveti…

Bunlar ve daha birçok benzerlikler ispat eder ki insan şu kâinatın küçük bir misalidir. İnsanı büyütsek kâinat olur, kâinatı küçültsek insan olur.

Meseleye şöyle de bakabiliriz:

İnsan, belirli ölçülerle şu kâinattaki âlemlerden sağılmış bir damla veya nokta hükmündedir. Yani mesela:

– Cenab-ı Hak levh-i mahfuzu sağmış, bir damlasını alıp insana koymuş, o damla insanda hafıza olmuş.

– Arş’ı sağıp bir damlasını insana koymuş, o damla insanda kalp olmuş.

– Kürsî’yi sağıp bir damlasını insana koymuş, o damla insanda akıl olmuş.

– Âlem-i misali sağıp bir damlasını insana koymuş, o damla insanda hayal kuvveti olmuş.

– Ormanları sağıp bir damlasını insana koymuş, o damla insanda saç, sakal ve kıllar olmuş.

– Dağları, toprakları sağıp bir damlasını insana koymuş, o damla insanda kemik şeklini almış. Ve hakeza

İnsan âdeta kâinatın sağılmış bir özü olmuş; bir damlası veya noktası olmuş. İşte bu cihetten insan misal-i musaggar-ı kâinat; kâinat da insan-ı kebirdir.

Üstad Hazretleri şöyle demişti: Şu insan-ı kebir denilen kâinat da bütün azasıyla, cevarihiyle, hüceyratıyla, zerratıyla, evsafıyla, ahvaliyle delalet eder.

Kâinata insan-ı kebir gözüyle baksak:

– İnsanın her bir azası ve cevarihi bir neve karşılık olur.

– Hüceyrat-ı insaniyeden her bir hücre bir nevin cinsine karşılık olur.

– Hücredeki zerrat bir cinsin fertlerine karşılık olur.

– İnsanın evsafı ve ahvali de kâinatın evsaf ve ahvaline ve kâinatta tecelli eden fiillere karşılık olur.

Farklı bir tasnif de yapılabilir. Benim gönlüme bu düştü…

Şimdi, bütün bu manaları tefekkür ederek Üstadımızın ifadesini bir daha okuyalım:

Öyle bir Allah ki vücub-u vücud ve vahdetine, şu kitab-ı kebir denilen âlem bütün yazıları ve fasıllarıyla, sahifeleriyle, satırlarıyla, cümleleriyle, harfleriyle şehadet ettiği gibi, şu insan-ı kebir denilen kâinat da bütün azasıyla, cevarihiyle, hüceyratıyla, zerratıyla, evsafıyla, ahvaliyle delalet eder. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin