90. Nefis mükâfatı gördüğü zaman, “Keşke ben de öyle yapaydım, böyle olaydım.” der…
Katre mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
Ve keza, nefis mükâfatı gördüğü zaman, “Keşke ben de öyle yapaydım, böyle olaydım.” der. Mücazatın şiddetini de gördüğü vakit, teâmî ve inkâr ile kendisini teselli eder. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
(Teâmi: Görmezden gelmek)
Nefsin bu hâli hepimizin malumudur; şerhe gerek yok. Üzerine düşünmek ve nefsin bu hâline levmetmek gerekir.
Üstadımız şöyle devam ediyor:
Ey ahmak nokta-i sevda! Hâlık’ın ef’ali sana nâzır değildir. Ancak ona bakar. Kâinatı senin hendesen üzerine yapmış değildir. Ve seni hilkat-i âlemde şahit tutmamıştır. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
(Nokta-i sevda: Siyah nokta; burada nefis kastediliyor / Ef’al: Fiiller / Hendese: Mühendislik)
İnsan haddini aşarak Allah’ın ef’alini tenkit eder; Allah’ın bir fiilinden zarar görse hemen dilini uzatır. Mesela yağmur yağsa ve elbiseleri ıslansa, binler hikmeti olan yağmuru tenkit eder. Güneş açsa ve güneşte kaldığı için başına güneş geçse, bu sefer de binler faydası olan güneşi tenkit eder.
Sanki Allah’ın ef’ali ona nazırdır, ona bakar ve sadece onun menfaatini düşünür. Sanki Allahu Teâlâ kâinatı icad ederken onu şahit tutmuş da hendesesi üzerine yaratmış… Böyle zanneder de öyle sözler söyler ve öyle cinayetler işler ki cehenneme muvafık bir mahiyet kesbeder.
Cenab-ı Hak haddimizi bilmeyi ve ona göre konuşup davranmayı bizlere nasip etsin.
Üstadımız şöyle devam ediyor:
İmam-ı Rabbanî’nin (r.a.) dediği gibi: Melikin atiyyelerini ancak matiyyeleri taşıyabilir. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
“Atiyye” hediye, “matiyye” ise binek demektir. Allah’ın hediyelerini ancak Allah’ın binekleri taşıyabilir. Herkes her atiyyeye matiyye olamaz.
Yirmi yaşlarındaki bir hatıramı anlatsam herhâlde bu cümleye güzel bir şerh olur. Galiba o zamanlar çok evliya filmi seyrediyormuşum…
Bir vakit yatmak üzere iken kendi kendime şöyle düşünüyordum:
— Keşke ehl-i keşf-il kubur velisi olsaydım; kabre baktığımda içini görürdüm. Acaba kabirde neler oluyor? Kabri görmek ne acip bir şey olur…
Böyle düşünürken uykuya dalmışım. Rüyamda bir kabrin yanındayım. Kabir birden ikiye yarılıyor ve içindekini görmem için bana açılıyor. Ben o kadar korkuyorum ki kabrin içini görmemek için kabre sırtımı dönüp diğer tarafa bakıyorum. Ellerimle de yüzümü kapatıyorum. Allah’a da şöyle yalvarıyorum:
— Ne olur Allah’ım kabri bana gösterme; ben dayanamam. Kabri görsem kalbim durur. Allah’ım kabri kapat ne olur. Beni buradan çıkar…
Böyle konuşurken birden uyandım. O zaman anladım ki: Allah’ın atiyyelerini ancak matiyyeleri taşırmış!
Ben böyle celalî bir seyrin matiyyesi değilim ve bu tecelliyi görmeye dayanamam. Matiyyesi olmadığım için de bu atiyye bana ihsan edilmemiş. Eğer isteğim kabul edilip kabir bana gösterilecek olsaydı, herhâlde buna dayanamaz ve o an ölürdüm.
Belki bir rüya ama hakikati anlatıyor. Bu misalde olduğu gibi, Allah’ın her bir atiyyesi ancak layık olan matiyyeye ve onu kaldırabilecek kula veriliyor.
— Üstad Hazretlerine verilen ilim atiyyesi bize verilseydi acaba dayanabilir miydik? O cefalara katlanabilir miydik?
Bununla birlikte, Allah’ın üzerimizdeki atiyyelerinin çoğalması için her daim dua etmek de gerekir. Bu makamda duamız şu olsun:
— Ya Rabbi! Bizleri atiyyelerine matiyye eyle. Atiyyelerini taşıyabilecek sabrı ve kuvveti ihsan eyle. Günahlarımızdan dolayı bizleri matiyyelikten tardedip atiyyelerinden mahrum eyleme. Âmin.
Bu dersimizde şu bölümün mütalaasını yaptık:
Ve keza, nefis mükâfatı gördüğü zaman, “Keşke ben de öyle yapaydım, böyle olaydım.” der. Mücazatın şiddetini de gördüğü vakit, teâmî ve inkâr ile kendisini teselli eder.
Ey ahmak nokta-i sevda! Hâlık’ın ef’ali sana nâzır değildir. Ancak ona bakar. Kâinatı senin hendesen üzerine yapmış değildir. Ve seni hilkat-i âlemde şahit tutmamıştır.
İmam-ı Rabbanî’nin (r.a.) dediği gibi: Melikin atiyyelerini ancak matiyyeleri taşıyabilir. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
Yazar: Sinan Yılmaz