29. Hem her bir zerrenin, bütün zerrelere hem hâkim-i mutlak hem mahkûm-u mutlak…
Katre mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
Hem her bir zerrenin, bütün zerrelere hem hâkim-i mutlak hem mahkûm-u mutlak olması lazım geliyor. Çünkü nizam ve intizam öyle ister. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
Allah’ın varlığı kabul edilmez ve Allah inkâr edilirse her bir zerrenin hem hâkim-i mutlak hem de mahkûm-u mutlak olduğunun kabulü gerekir. Bu şuna benzer:
Bir binayı meydana getiren taşlar bir ustaya isnad edilmez ve binanın kendiliğinden oluştuğuna itikat edilirse, her bir taşın hem hâkim hem de mahkûm olduğuna hükmedilmesi gerekir. Hâkimdir çünkü bir araya gelerek bir bina yapmaya karar vermişler ve binayı yapmışlardır. Aynı zamanda mahkûmdur çünkü bu kararlarından vazgeçip binayı terk edemezler. Demek, binayı yapmaya karar verme cihetinden hâkim, binayı terk edememe cihetinden de mahkûmdur.
Aynen bunu gibi, -eğer varlıkları zerreler yapmışsa- bu zerreler, mahlukatı yaratmaya karar vermek ve onları yaratmak suretiyle hâkim vasfını kazanmışlardır. Yani bir araya gelmişler ve mesela kuş yapmaya karar vermişler. Bu karar bir hükümdür; bu kararı veren de hâkim olur. Daha sonra ise yaptıkları bu kuşta çalışmaya mecbur olmuşlar ve vazifelerini terk edememişler. Bu cihetten de mahkûm olmuşlar.
Yine mesela bu zerreler bir araya gelip yer çekimi gibi bir kanun yapmaya karar vermişler ve bu cihetle hâkim ünvanını kazanmışlar. Daha sonra ise kendileri de bu kanuna itaat etmek zorunda kalıp mahkûm olmuşlar.
Şöyle de düşünebiliriz: Bir zerre mesela göz yapmaya karar vermiş ve diğer zerreleri gözün yapımında çalıştırmak suretiyle hâkim olmuş. Daha sonra ise kendisi gözü terk edemeyerek ve gözde çalışmak zorunda kalarak mahkûm olmuş.
Biz biliyoruz ki hâkimiyet ve mahkûmiyet bir şahısta toplanmaz. Hâkim mahkûm olmaz, mahkûm da hâkim olmaz. Eğer Allah’ın varlığı inkâr edilirse, hâkimiyet ve mahkûmiyetin aynı zerrede toplandığı ve her bir zerrenin, bütün zerrelere hem hâkim-i mutlak hem mahkûm-u mutlak olduğu kabul edilmek zorunda kalınır. Bu ise muhaldir.
Üstadımız şöyle devam ediyor:
Hem her bir zerrede ihatalı bir şuur, tam bir ilim lazımdır. Çünkü zerreler arasında tesanüd ve muvazene vardır. Bu tesanüd ve muvazene ise ilim ile olur. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
(Tesanüd: Karşılıklı yardımlaşmak / Muvazene: Ölçü, denge)
Tesanüd: Karşılıklı yardımlaşmak ve birbirine sırtını dayamaktır. Buna “hakikat-i teavün” yani yardımlaşma delili denir. Hem âlemdeki hem de vücuttaki zerreler birbirinin imdadına koşmakta ve birbirine yardım etmektedir. Yardım edebilmek için:
1. İlk önce yardıma muhtaç olanı bilmek ve ondan haberdar olmak gerekir. Bu da ihatalı bir şuuru ve ilmi iktiza eder.
2. Yardım dileyeni görmek gerekir. Bu da basar (görme) sıfatına sahip olmayı iktiza eder.
3. Yardım isteyenin sesini duymak ve imdadını işitmek gerekir. Bu da sem’ (işitme) sıfatına sahip olmayı iktiza eder.
4. Yardıma muhtaç olana acımak gerekir. Bu da merhamet sahibi olmayı iktiza eder.
5. Yardım etmeyi istemek gerekir. Bu da irade sahibi olmayı iktiza eder.
6. Yardım etmeye gücü yetmesi gerekir. Bu da kudret sahibi olmayı iktiza eder.
Bunlar gibi, daha birçok sıfata sahip olmayı iktiza eder ki zerrede bu sıfatların hiçbiri yoktur.
— O hâlde şuuru, ilmi, görmesi, işitmesi, merhameti, iradesi ve kudreti olmayan zerreler bu işleri nasıl yapıyor ve birbirlerinin yardımına nasıl koşuyor?
Elcevab: Kendi başlarına yapmıyorlar. Onlara yaptırılıyor ve her bir zerre sevk-i İlahî ile çalıştırılıyor. Bunun aksini iddia etmek için, her bir zerreye mezkûr sıfatları vermek gerekir. Bu ise muhaldir.
Zerreler arasında bir tesanüd olduğu gibi, bir muvazene de vardır. Muvazene karşılıklı denge ve ölçüdür. Bu dengenin ve ölçünün sağlanması için zerrelerin birbirinden haberdar olması gerekir. Şöyle ki:
Diyelim ki insanı yapacak zerreler bir araya geldiler ve insanı yapmaya karar verdiler. Her biri insanın farklı bir uzvunda çalışacak ve sonunda insanı meydana getirecekler. Bir kısım zerreler gözde çalışıp gözü yapacak, bir kısmı elde çalışıp eli yapacak, bir kısmı kalpte çalışıp kalbi yapacak ve hakeza…
Eğer zerreler birbirlerinden habersiz olursa, bu durumda, bir zerre kümesi ağzı yaparken, başka bir küme bundan haberdar olmadığı için ikinci bir ağzı yapacak. Bir zerre kümesi kalbi yaparken, diğer zerre kümesi bundan haberdar olmadığı için ikinci bir kalbi yapacak. Yine bir zerre kümesi burnu yaparken, diğer zerre kümesi bundan haberdar olmadığı için ikinci bir burnu yapacak. Ve neticede karşımıza bir hilkat garibesi çıkacak.
Demek, bir insanın muvazene ile yaratılması -eğer Allah’a isnad edilmezse- zerreler arasındaki ilme isnad edilmek zorundadır. Zira zerreler birbirlerinden haberdar olmazsa şu muvazeneli varlıklar olamaz. Zerrelerin ise böyle muhit bir ilme sahip olmaları mümkün değildir. İşte küfür, gayr-i mümkünü mümkün görmekle mümkündür.
Üstadımız şöyle devam ediyor.
İşte eşyayı esbaba isnad etmekte bu kadar muhaller vardır. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
(Esbab: Sebepler / Muhal: İmkânsız, hurafe olan nazariye)
Üstad Hazretleri buraya kadar küfürdeki bazı muhalleri saydı. Kâfir küfrüne itikat edebilmek için bu muhalleri mümkün kabul etmek zorundadır. Mesele sadece “Allah yoktur.” demekle bitmiyor.
—Eğer Allah yoksa bu eşya nasıl vücut bulmuştur?
Bu izah edilmelidir. Biz diyoruz ki:
— Kâinatın nasıl var olduğunun izahını istemiyoruz. Sadece bir sineğin nasıl vücut bulduğunu bize aklın düsturlarıyla izah edin, bu bize kâfidir.
Bu dersimizde şu bölümün mütalaasını yaptık:
Hem her bir zerrenin, bütün zerrelere hem hâkim-i mutlak hem mahkûm-u mutlak olması lazım geliyor. Çünkü nizam ve intizam öyle ister. Hem her bir zerrede ihatalı bir şuur, tam bir ilim lazımdır. Çünkü zerreler arasında tesanüd ve muvazene vardır. Bu tesanüd ve muvazene ise ilim ile olur. İşte eşyayı esbaba isnad etmekte bu kadar muhaller vardır. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
Yazar: Sinan Yılmaz