64. Ve keza, şuurî olmaksızın, senin lehine ve aleyhine çok fiiller cereyan etmektedir…
Katre mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
Ve keza, şuurî olmaksızın, senin lehine ve aleyhine çok fiiller cereyan etmektedir. O fiiller şuurî oldukları hâlde, şuurun taalluk etmediğinden sabit olur ki o fiillerin faili bir Sâni-i zîşuurdur. Ne sen failsin ve ne senin esbabın… (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
(Şuurî: Bilinçli bir şekilde, şuurla)
Üç derstir “ucb” konusunu işliyoruz. Ucb, kişinin ameline güvenmesiydi. Üstadımız mezkûr ifadesiyle, kişinin ameline güvenemeyeceğini farklı bir şekilde ispat ediyor. Şöyle ki:
– Gözümüz görür; nasıl gördüğünü bilmeyiz.
– Kulağımız işitir; nasıl işittiğini bilmeyiz.
– Dilimiz konuşur; nasıl konuştuğunu bilmeyiz.
– Bilgiler kuvve-i hafızamızda yazılır; nasıl yazıldığını bilmeyiz.
– Kalbimiz kanı pompalar; nasıl çalıştığını bilmeyiz…
Bunlar gibi, vücudumuzda her an binler tasarruf olur; nasıl olduğunu bilmeyiz. Bu faaliyetlerin hepsi şuurîdir yani bir kast ve iradeyle yapılmaktadır. Bizim şuurumuz ise bunlara taalluk etmemektedir. Bir örnekle meseleyi daha iyi anlayalım:
Bir gün bir dostum bana şöyle dedi: Hocam dün misafirliğe gittik. Ev sahibi olan kişi yemek yerken ağzına bir lokma atıyor, sonra da üstüne biraz su içiyordu. Her lokmadan sonra su içince ben de merak edip, “Niçin devamlı su içiyorsunuz?” diye sordum. Bana cevabı şu oldu:
— Kardeşim hâlinize şükredin… Bu dilin altında tükürük bezleri varmış. İnsan ağzına bir lokma attığında bu tükürük bezleri otomatik olarak çalışıp tükürük salgılıyormuş. Lokma da bu salgı sayesinde ıslanıp kaygan bir hâle geliyormuş. Yutma da bu sayede oluyormuş. Benim tükürük bezlerim çalışmadığı için ben her lokmadan sonra lokmayı ıslatabilmek için su içiyorum…
Ben bunu dinleyince şöyle dedim:
— Şimdiye kadar hiç tükürük bezlerime şükretmemiştim. Ya Rabbi! Dilimin altına koyduğun tükürük bezlerinden dolayı sana sonsuz hamdüsena olsun…
Üstadımız dedi ki: Şuurî olmaksızın, senin lehine ve aleyhine çok fiiller cereyan etmektedir.
Yani insanın şuuru taalluk etmeksizin, kast ve iradesi müdahil olmaksızın lehimize ve aleyhimize çok fiiller cereyan etmektedir. Bu fiillerin binde birini bile bilmiyoruz. Bildiklerimize de müdahalemiz yok.
Sonra Üstadımız dedi ki: O fiiller şuurî oldukları hâlde, şuurun taalluk etmediğinden sabit olur ki o fiillerin faili bir Sâni-i zîşuurdur. Ne sen failsin ve ne senin esbabın…
– Madem ortada intizamlı fiiller var.
– Ve madem bu fiiller şuurîdir.
– Ve madem şuurî fiiller bir kast ve iradenin neticesidir.
– Ve madem bizim irademiz bu fiillere taalluk etmemektedir.
– O hâlde bu fiillere iradesi taalluk eden bir Zat olmalıdır. O Zat da Sâni-i zülcelal olan Allahu Teâlâ’dır. Ne biz failiz ne de esbab…
Üstadımızın bu sözü söyleme maksadı da şudur:
İnsan ameline güveniyor ve “Bu amel benimdir. Bu ameli ben işledim.” diyor. Hâlbuki insan, amellerinin hakiki faili değildir. Zira vücudunda her an binler tasarruf olur da onun haberi bile olmaz. Allah’ın yardımı ve inayeti olmasa, insan parmağını kıpırdatamaz; nefes dahi alamaz. Hâl böyle iken, kişi nasıl olur da “Ben yaptım.” der ve ameline sahiplik iddiasında bulunur?
Üstadımız bu bahsi şöyle tamamlıyor:
Binaenaleyh, malikiyet davasından vazgeç. Kendini mehasin ve kemalâta masdar olduğunu zannetme. Ve kat’iyen bil ki senden sana yalnız noksan ve kusur vardır. Çünkü sû-i ihtiyarınla, sana verilen kemalâtı bile tağyir ediyorsun. Senin hanen hükmünde bulunan cesedin bile emanettir. Mehasinin hep mevhûbedir, seyyiatın meksûbedir. Binaenaleyh, لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ وَلَا حَوْلَ وَلَا قُوَّةَ اِلَّا بِاللّٰهِ de. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
(Mehasin: Güzellikler / Masdar: Bir şeyin çıktığı yer, kaynak / Sû-i ihtiyar: İradeyi kötüye kullanma / Mevhûbe: Karşılıksız olarak verilmiş mal / Seyyiat: Günahlar, çirkinlikler / Meksûbe: İrade ile kazanılan şey)
(Arapça tercüme: Mülk onundur ve hamd ona mahsustur. Havl ve kuvvet ancak onun lütfu iledir.)
Üstadımızın nasihatlerini maddeleyelim:
1. Malikiyet davasından vazgeç.
2. Kendini mehasin ve kemalâta masdar zannetme.
3. Senden sana yalnız noksan ve kusur vardır.
4. Sû-i ihtiyarınla, sana verilen kemalâtı bile tağyir ediyorsun.
5. Senin hanen hükmünde bulunan cesedin bile emanettir.
6. Mehasinin hep mevhûbedir. Yani sahip olduğun bütün kemalât Allah’ın sana bir hediyesi ve bir hibesidir. Mehasinde sen fail değil, mefulsün.
7. Seyyiatın meksûbedir. Yani sendeki bütün çirkinlikler ve günahlar, kesbinle kazanılmış ve iradenle tercih edilmiştir. Seyyiatta fail de sensin meful de sen.
8. Binaenaleyh, لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ وَلَا حَوْلَ وَلَا قُوَّةَ اِلَّا بِاللّٰهِ de.
Bu cümlelerin manası açık. Burada yapılması gereken, cümleler üzerinde izah yapmak değil, nefsimizi hesaba çekmektir. Her bir cümle üzerine bir ameliyat-ı cerrahiye yapalım ve hakikati nefse kabul ettirmeye çalışalım. Bugünkü dersimiz de bu olsun…
Bu dersimizde şu kısmın mütalaasını yaptık:
Ve keza, şuurî olmaksızın, senin lehine ve aleyhine çok fiiller cereyan etmektedir. O fiiller şuurî oldukları hâlde, şuurun taalluk etmediğinden sabit olur ki o fiillerin faili bir Sâni-i zîşuurdur. Ne sen failsin ve ne senin esbabın…
Binaenaleyh, malikiyet davasından vazgeç. Kendini mehasin ve kemalâta masdar olduğunu zannetme. Ve kat’iyen bil ki senden sana yalnız noksan ve kusur vardır. Çünkü sû-i ihtiyarınla, sana verilen kemalâtı bile tağyir ediyorsun. Senin hanen hükmünde bulunan cesedin bile emanettir. Mehasinin hep mevhûbedir, seyyiatın meksûbedir. Binaenaleyh, لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ وَلَا حَوْلَ وَلَا قُوَّةَ اِلَّا بِاللّٰهِ de. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
Yazar: Sinan Yılmaz