a
Ana SayfaKatre66. Dördüncü Hastalık: “Sû-i zan”dır. Evet, insan hüsn-ü zanna memurdur…

66. Dördüncü Hastalık: “Sû-i zan”dır. Evet, insan hüsn-ü zanna memurdur…

Katre mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:

Dördüncü Hastalık: “Sû-i zan”dır. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

Zan: Bir emareden hasıl olan kanaattir ve ilim ile vehmin ortasında bulunur. Eğer emare güçlenirse ilme götürür; zayıflarsa vehmin ötesine geçmez.

Zannın güzeline “hüsn-ü zan”, kötüsüne de “sû-i zan” denir. Bu sû-i zan öyle zararlı bir şeydir ki kişiyi ya gıybete sürükler ya da iftiraya…

Üstadımız şöyle devam ediyor:

Evet, insan hüsn-ü zanna memurdur. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

Bu makamda şu kıssayı nakletmek isterim. Büyüklerin nasıl hüsn-ü zan sahibi olduğunu bununla anlayalım:

İmam-ı Azam Hazretlerine bir adamın hâlini sorarlar. Adamı da şöyle tarif ederler:

Bu adam dermiş ki:

— Cenneti ümit etmiyorum. Cehennemden korkmuyorum. Allah’tan korkmuyorum. Ölü etini severek yerim. Rükûsuz ve secdesiz namaz kılarım. Hakka buğzeder ve fitneyi severim. Yahudi ve Hristiyanları tasdik ederim. Görmeden şahitlik ederim.

İmam-ı Azam Hazretlerine sorarlar:

— Bu kişi hakkındaki hükmünüz nedir?

İmam-ı Azam Hazretleri talebelerine döner ve şöyle der:

— Sizler bu kimse hakkında ne dersiniz?

Talebeleri der ki:

— Bu söyledikleri küfür alameti olduğu için, söyleyen kimsenin küfrüne delalet eder.

Bunun üzerine İmam-ı Azam Hazretleri şöyle der:

— Bu kişi kamil bir mümindir. Şöyle ki: Bu kişi cenneti ümit etmiyor; cennetin sahibi olan Allah’ı ümit ediyor. Cehennemden korkmuyor; cehennemin sahibinden korkuyor. “Allah’tan korkmuyorum.” derken, Allah’ın adaletle hükmedeceğini bildiği için, Allah’ın kendisine zulmedeceğinden korkmuyor. “Ölü eti yerim.” derken söylemek istediği balık etidir. Rükûsuz ve secdesiz namaz kılarım.” demekle cenaze namazını kastediyor. “Hakka buğzederim.” sözüyle kastettiği şey ölümdür. Zira ölüm herkes için haktır yani vaki olacaktır. Ölüme buğzetmesi de Allahu Teâlâ’ya daha fazla kulluk yapabilmek içindir. “Fitneyi severim.” derken, fitneden kastı evlatlarıdır. Çünkü Allahu Teâlâ Kur’an’da mal ve evladı fitne olarak zikretmiştir. Yahudi ve Hristiyanları tasdik etmesinden murad ise onların birbirleri hakkındaki sözlerini tasdik etmesidir. Görmeden ettiği şahitlik de Allah’a ve ahiret gününe iman etmesidir.

İşte İmam-ı Azam Hazretleri bu kişinin her sözünü böyle tevil ediyor. Allahu Teâlâ bizlere de zan hususunda böyle bir ahlak versin. Âmin.

Üstadımız şöyle devam ediyor:

İnsan herkesi kendisinden üstün bilmelidir. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

Sû-i zandan kurtulmanın reçetesi bu cümledir. Zira şöyle sorsak:

— İnsan bir kimseyi niçin tenkit eder?

— Niçin onun sözlerini ve davranışlarını beğenmez?

— Niçin ona karşı sû-i zanda bulunur?

Bütün bunların sebebi, kendini ondan üstün görmesi ve daha faziletli bilmesidir. Eğer kendini altta bilse, kimseyi tenkit etmeyecek ve kimseye sû-i zanda bulunmayacak.

O hâlde insan herkesi kendinden üstün bilmelidir. Bilmiyorum, acaba Üstad Hazretleri “herkes” ile kimi kastediyor. Ben kendi nefsim için hayvanatı dahi buna dâhil ediyorum. Bazen yolda bir köpekle karşılaşıyorum da ona şöyle diyorum:

— Sen Allah katında benden daha makbulsün. Çünkü sen vazifeni yapıyor ve fıtri ibadetini eda ediyorsun. Ben ise bana verilen bütün sermayeyi zayi ettim; cihazat ve letaifimi en süfli işlerde israf ettim. Şimdi sen söyle: Sen mi daha hayırlısın yoksa ben mi?

Üstadımız şöyle devam ediyor:

Kendisinde bulunan sû-i ahlakı, sû-i zan saikasıyla başkalara teşmil etmesin. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

Karşımızdaki insan, bizi gösteren bir ayna gibidir. Nasıl ki aynaya baktığımızda kendimizi görürüz; aynen bunun gibi, başkasına baktığımızda da kendimizi görürüz.

Dolayısıyla, başkasında gördüğümüz kusurlar haddizatında onun değil, bizim kusurlarımızdır. Biz o aynada kendimizi görmüşüz de onu başkasına teşmil etmişiz.

— Eee, ne demişler?

Kişi kendini nasıl bilirse âlemi de öyle bilir. Zira âlem onun aynasıdır. Güzel olan güzel görür; çirkin olan çirkin görür.

Üstadımız şöyle devam ediyor:

Ve başkaların bazı harekâtını, hikmetini bilmediğinden takbih etmesin. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

Başkaları içki içmesin diye her gün kazancıyla içki alan ve aldığı içkileri döken zatın hikâyesini herhâlde işitmişsinizdir. İnsanlar onu içkiye müptela ve sarhoş bilirken, o aldığı içkileri döker ve -kendisine göre- insanları içkiden kurtarmaya çalışırmış.

“İnsanlar hiç bu şekilde içkiden kurtarılır mı?” diyebilirsiniz. Biz işin bu kısmında değiliz. Bizim meselemiz şu:

— Bu kişi Allah’ın rızasını kazanmış mı?

— Allah onun bu amelinden -bizi güldüren amelinden- razı olmuş mu?

— Ve onu müptela ve sarhoş zannedenler yanılmış mı?

Biz işin bu kısmındayız. Akıllı kimse o dur ki: Başkasının amelini -hikmetini bilmediğinden dolayı- takbih etmez, sadece nefsiyle meşgul olur.

Üstadımız şöyle devam ediyor:

Binaenaleyh, eslâf-ı izamın hikmetini bilmediğimiz bazı hâllerini beğenmemek sû-i zandır. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

(Eslâf-ı izam: Geçmiş büyükler)

Gafil insan, kendinin binler kusurunu görmez de Allah dostlarını tenkit eder. Kendi hâline bakmaz da onların hâllerini kınar. Onların işlerini -hikmetini bilmediği için- beğenmez.

Ey gafil nefsim! Eğer konuşacaksan kusurundan konuş. Kusuruna ait sohbeti bin yıl yapsan bitiremezsin… Allah dostlarının kusurunu bulmak sana mı kaldı? Senin gözün o kadar keskinse dön de bir kendine bak! Bak bakalım neler göreceksin…

Bazı insanlar Üstad Hazretlerinin sakal bırakmamasını tenkit ediyorlar. Ben böyle bir kişiye rast geldiğimde diyorum ki:

— Bunun hikmetini ve sebebini Üstad Hazretleri eserinde beyan etmiş. Hadi sen bu sebepleri kabul etmiyorsun ve “Bu bir kusurdur.” diyorsun… Üstad Hazretlerinin 30 senelik zindan hayatı ve yüz binlerin imanına hizmet eden Risale-i Nur külliyatı -inşallah- bu kusuruna kefaret olur. Peki, senin kusurlarına ne kefaret olacak? Senin Allah yolunda bir gün zindanın var mı? Allah yolunda ne kadar cefa çektin ve kaç kişinin hidayetine ve imanla ölmesine vesile oldun? Sana düşen, Üstadın sakalını konuşmak değil, kendi kusurlarınla meşgul olmaktır…

Sonra da ona şu hadisi okuyorum:

اِذَا اَرَادَ اللَّهُ بِقَوْمٍ خَيْرًا اَبْصَرَهُمْ بِعُيوُبِ اَنْفُسِهِمْ  Allah bir topluluk için hayır murad ettiğinde onlara kendi ayıplarını gösterir. (el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1:81)

Sonra da şöyle diyorum:

— Demek, senin hayırdan bir nasibin yok ki bütün ömrünü Allah yolunda geçiren insanları tenkit ediyor, onların kusurlarını bulmaya çalışıyorsun. Müslüman’a yakışan şudur ki: O bir kusur aramaz; ola ki aramadan bulsa, onun da üstünü örter.

Üstadımız sû-i zan bahsini şöyle tamamlıyor:

Sû-i zan ise maddi ve manevi içtimaiyatı zedeler. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

Herkes birbirini tenkit eder ve birbirine karşı sû-i zanda bulunursa ne dostluk kalır ne de muhabbet… Dostluk ve muhabbet gittiği zaman da ne maddi hayat kalır ne de manevi hayat…

İnsanların birbirine küs olduğu, birbirine buğzettiği, birbirinin arkasından konuştuğu bir toplum nasıl olur, varın bunu siz düşünün!

Allahu Teâlâ mütalaasını yaptığımız bu dersi sû-i zandan kurtulmamıza bir vesile yapsın. Âmin.

Mütalaasını yaptığımız metni bir daha okuyalım:

Dördüncü Hastalık: “Sû-i zan”dır.

Evet, insan hüsn-ü zanna memurdur. İnsan herkesi kendisinden üstün bilmelidir. Kendisinde bulunan sû-i ahlakı, sû-i zan saikasıyla başkalara teşmil etmesin. Ve başkaların bazı harekâtını, hikmetini bilmediğinden takbih etmesin. Binaenaleyh, eslâf-ı izamın hikmetini bilmediğimiz bazı hâllerini beğenmemek sû-i zandır. Sû-i zan ise maddi ve manevi içtimaiyatı zedeler. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin