a
Ana SayfaKatre78. Eğer her şey Cenab-ı Hakk’a isnad edilmezse bir ân-ı vâhidde, gayr-ı mütenahi ilahların ispatı lazım gelir…

78. Eğer her şey Cenab-ı Hakk’a isnad edilmezse bir ân-ı vâhidde, gayr-ı mütenahi ilahların ispatı lazım gelir…

Katre mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:

NÜKTE

Yine gördüm ki: Eğer her şey Cenab-ı Hakk’a isnad edilmezse bir ân-ı vâhidde, gayr-ı mütenahi ilahların ispatı lazım gelir. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

Bu hakikate şu misalle bakabiliriz: Güneş denizlerdeki her bir damlayı ve her bir şeffaf eşyayı ışığıyla aydınlatıyor. Bu cihetle, her bir şeffaf eşyada güneşin bir yansıması bulunuyor.

Şimdi birisi, “Güneş yoktur.” dese ve güneşi inkâr etse, ona denilir ki:

— Peki, bu şeffaf eşyada gözüken yansımalar nereden geliyor? Ortada bir yansıma ve ışık var. Bunun bir sahibi olmalı. Ya bir yerden gelmeli veya şeffaf eşyanın bizzat kendisine ait olmalı.

Eğer güneş inkâr edilirse, her bir şeffaf şeyin içinde hakiki bir güneşin var olduğu kabul edilmek zorunda kalınır. Çünkü ortada gözün gördüğü ışık var. Bu ışık ya güneşindir ya da şeffaf eşyanın kendisinindir. Eğer kendisininse o zaman içinde bir güneş vardır hatta kendisi bir güneştir. Zira böyle yedi renge ve ısıya sahip olabilmek için güneş gibi bir cisim olmak gerekir.

Bir daha vurgulayalım. Yol ikidir:

– Ya gökteki güneş kabul edilip bütün şeffaf eşyadaki yansımaların ona ait olduğu ve ondan geldiği kabul edilecek.

– Ya da “Her bir şeffaf eşyanın içinde hakiki bir güneş vardır.” denilecek.

Ancak bu iki hükümden biriyle yansımaların varlığı izah edilebilir.

Allahu Teâlâ’nın da şualar menzilesinde -yani güneşin şua ve ışığına benzer- isimleriyle bir tecellisi ve eşyayı aydınlatması vardır. Mesela:

– Bir varlık yoktan yaratılır. Bununla Allah’ın Hâlık, Mucid, Mübdi gibi isimlerine ayna olur.

– Vücut sahibi olduğunda ona bir suret verilir. Bununla Musavvir ismine ayna olur.

– Ona vazifesi öğretilir. Rab ve Mülakkin isimlerine ayna olur.

– Rızkı ona mükemmelen verilir. Bununla Rezzak, Rahman ve Mukit gibi isimlere ayna olur.

– Hayatının devamıyla Selam ismine, korktuğu şeylerden emin kılınmasıyla Mümin ismine, kendisine takılan aza ve cihazlarla Vehhab ismine ayna olur.

– Faydanın kendisine ulaşmasıyla Nâfi ismine, kendisine yardım edilmesiyle Muavvin ismine, işlerinin kolaylaştırılmasıyla Müyessir ve Mühevvin isimlerine ayna olur.

Daha bunlar gibi onlarca isme ayna ve mazhar olur.

Nasıl ki güneş inkâr edildiğinde, her bir şeffaf eşyanın içinde hakiki bir güneşin varlığı kabul edilmek zorunda kalınıyordu. Aynen bunun gibi, eğer Allah inkâr edilirse, eşyayı oluşturan her bir zerrenin, Allah’ın kudreti gibi nihayetsiz bir kudrete, ilmi gibi her şeyi kuşatan bir ilme, iradesi gibi sınırsız bir iradeye sahip olduğu ve diğer uluhiyet sıfatlarına haiz olduğu kabul edilmek zorunda kalınır.

Bu hakikati anlayabilmek için ilk önce şu kaideyi bilmeliyiz: İsimler müsemmasız, sıfatlar mevsufsuz olamaz. Yani bir isim varsa, o ismi taşıyan bir fert olmak zorundadır. Bir sıfat varsa, o sıfatın sahibi olmalıdır. İsimler ve sıfatlar sahipsiz olamaz.

Her bir varlık üzerinde bilhassa hayat sahiplerinde Allah’ın isim ve sıfatları gözükmektedir. Allah inkâr edilse de bu isim ve sıfatlar inkâr edilemez, çünkü bunları göz görmektedir. Allah’ın inkâr edilmesi durumunda bu isim ve sıfatların varlıklara verilmesi gerekir. Çünkü isimler müsemmasız, sıfatlar mevsufsuz olamaz. Ortada bir isim ve sıfat var. Bunun sahibi Allah değilse kimdir? Ya varlığın kendisidir ya tabiattır ya da sebeplerdir. İlla bir sahibi olmalı. Meseleyi somutlaştırdığımızda daha iyi anlaşılacaktır:

Bir kağıda A harfi yazıldığını farz edelim. Bu A harfi birçok isim ve sıfatı kendisinde göstermekte, kâtibinin bu isim ve sıfatlara sahip olduğunu ispat etmektedir.

– Mesela bu A harfi yoktu, var oldu. Varlığı yokluğuna tercih edildi. Varlığının yokluğuna tercihi ancak irade sahibi bir kâtibin tercihiyle olabilir. İradesi olmayan, A harfinin varlığını yokluğuna tercih edemez. İşte bu durum, kâtibinin irade sahibi olduğunu göstermektedir.

– İrade sahibi olabilmek için ilk önce hayat sahibi olmak gerekir. Hayatı olmayanın iradesi olmaz. İşte A harfi varlığıyla kâtibinin hayat sahibi olduğunu göstermektedir.

– Yine bu A harfi manalı bir harftir, alelade bir çizgi değildir. Demek, onu yazan harfleri tanıyor, biliyor. Bu da ispat eder ki A harfinin kâtibinin bir ilmi vardır.

– Sadece ilim sahibi olmak da yetmez. Kudret sahibi de olmalıdır. Eğer kâtibinin hayatı olsa, iradesi olsa, ilmi olup A harfini yazmayı da bilse ama kâtibi felçli olsa, elini oynatamasa yani kudreti olmasa A harfini yazamazdı. İşte A harfi varlığıyla kâtibinin kudret sahibi olduğunu göstermektedir.

– Yine A harfi o kadar düzgün yazılmış ki bunu yazanın görmesi gerekir. Eğer kör olsaydı bu kadar düzgün yazamaz; A harfinin bir yeri uzun, diğer yeri kısa olurdu. Ama olmamış, tam bir intizam var. Demek, A harfinin kâtibi görme sahibidir.

– A harfi manalı bir harftir, gelişigüzel çizilmiş bir şey değildir. Demek, A harfinin kâtibi hikmet sahibidir. Bu harfi bir gayeye matuf yazmış. Bir gayeyi takip etmek ancak hikmet sahibi olmakla mümkündür.

İşte bunlar gibi daha birçok sıfatla A harfi kâtibini gösterir, onu tarif eder ve lisan-ı hâliyle der ki:

— Bu sıfatlara sahip olamayan bana kâtip olamaz.

Şimdi biri çıksa ve: “Bu A harfinin kâtibi yoktur. A harfi kendi kendine oldu.” dese, bu durumda, A harfinde gözüken isim ve sıfatları harfin kendisine vermek zorundadır. Çünkü ortada isim ve sıfatlar vardır ve bu isim ve sıfatlara sahip olunmadan A harfine sahip olunamaz. Bu isim ve sıfatlar muhakkak birisine verilmelidir. Eğer A harfinin kendi kendini yazdığı kabul edilirse, bu harfin irade sahibi, hayat sahibi; ilim, kudret ve hikmet sahibi olduğu ve diğer isim ve sıfatları taşıdığı kabul edilmek zorunda kalınır. Yani kâtibinde olan bütün sıfatlar A harfinin kendisine verilir.

Eğer “A harfini kalemin kendisi yazmış.” denilirse, bu durumda da mezkûr sıfatlar kaleme verilmek zorundadır. Gördünüz mü kâtibi kabul etmeyen neyi kabul etmek zorunda kalıyor?

Aynen bunun gibi, şu âlemdeki her bir varlık A harfi gibi bir harf hükmündedir ve kudret kalemiyle yazılmış İlahî bir kelimedir. Üzerlerinde Allah’ın binbir ismi ve sıfatları yazılmıştır. Eğer Allah inkâr edilirse, bu isim ve sıfatlar varlıklara, tabiata veya sebeplere verilmek zorundadır. Bu durumda da nihayetsiz ilahları kabul etme mecburiyeti ortaya çıkar. Çünkü bu sıfatları taşıyana ilah denir. Kim taşıyorsa ilah odur. Biz, “Allah taşıyor, bizim İlahımız odur.” diyoruz. Birisi “Allah yok.” derse, bu isim ve sıfatları varlıklara vermeli ve varlıkları ilah kabul etmelidir. Bu her varlık için böyledir.

Netice: Allah’ı inkâr eden, varlıklar hatta zerrat adedince batıl ilahları kabul etmek zorunda kalır. Her bir atoma, her bir sebebe Allah’ın isim ve sıfatlarını vermekle onu ilah kabul etmiş olur. Çünkü bu sıfatlara sahip olana ilah denir. Bu kabulle de Allah’a sayısız ortaklar isnat etmiş olur.

Üstadımız şöyle devam ediyor:

Ve bütün zerrat-ı kâinattan daha çok olan şu ilahların her birisi, bütün ilahlara hem zıt hem misil olması lazım geliyor. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

Birbirine misil olması; nihayetsiz kudret, muhit ilim, kayıtsız irade ve perdesiz görme gibi sıfatlara sahip olmakta birbirine benzemesidir. Zira her bir zerreye uluhiyet sıfatları verildiğinde, zerreler bu sıfatları taşımakta birbirine misil olur.

Birbirine zıt olması ise her birinin farklı bir fert olması ve farklı şeyleri isteyecek olmasıdır. Yani uluhiyet sıfatlarına sahip olmakta birbirinin misli, farklı fertler olup farklı şeyler istemekte birbirinin zıttı…

Bu meseleye sonraki derste devam edeceğiz. Bu dersimizde şu iki cümlenin mütalaasını yaptık:

NÜKTE

Yine gördüm ki: Eğer her şey Cenab-ı Hakk’a isnad edilmezse bir ân-ı vâhidde, gayr-ı mütenahi ilahların ispatı lazım gelir. Ve bütün zerrat-ı kâinattan daha çok olan şu ilahların her birisi, bütün ilahlara hem zıt hem misil olması lazım geliyor. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin