71. Üçüncü Hakikat: Şu gördüğün dünyayı, bütün lezaiziyle, sefahetleriyle…
Katre mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
Üçüncü Hakikat: Şu gördüğün dünyayı, bütün lezaiziyle, sefahetleriyle, sefalarıyla pek ağır ve büyük bir yük gördüm. Ruhu fâsid, kalbi hasta olanlardan başka kimse o ağır yükün altına giremez. Çünkü bütün kâinatla alakadar olmaktansa ve her şeyin minnetine girmektense ve bütün esbab ve vesaite el açıp arz-ı ihtiyaç etmektense bir Rabb-i Vâhid, Semî ve Basîr’e iltica etmek daha rahat ve daha kârlı değil midir? (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
(Lezaiz: Lezzetler / Fâsid: Bozuk / Esbab: Sebepler / Vesait: Vasıtalar / Rabb-i Vâhid: Tek olan Rab / Semî: İşiten / Basîr: Gören)
Önceki derste de ifade ettiğimiz gibi, böyle kalbî yerleri şerh etmeye ihtiyaç yoktur. Bu tip metinlerde yapılması gereken, kişinin kendini hesaba çekmesi ve nefsini terbiye etmeye çalışmasıdır. Bu da tefekkürle olur. Ancak tefekkür ederken odak noktasından uzaklaşmamalı ve odakta temerküz etmeliyiz. Mezkûr metnin odak noktası şunlardır:
1. Şu dünya -bütün lezzetleriyle birlikte- ağır bir yüktür. Ruhu fâsid ve kalbi hasta olanlardan başkası bu ağır yükün altına girmez.
2. Allah’a kul olmak ve O’na iltica etmek, bütün kâinatla alakadar olmaktan, her şeyin minnetine girmekten ve esbaba el açmaktan daha rahat ve kârlıdır.
İşte bu iki nokta üzerine tefekkür edilmeli ve bu hakikatler kalbe ve ruha işletilmeye çalışılmalıdır. Öyle tefekkür edilmeli ki nefis silahını bırakmalı ve hakikate teslim olarak fani lezzetlerden yüz çevirmelidir.
Dilerseniz, ben tefekkürümü yazarak yapayım ve dersime yazarak çalışayım. Nefsimi karşıma alıp onunla konuşayım. Sizler de bize ders arkadaşı olun…
— Ey nefsim! Nedir bu hâlin? Vazifeni bırakmış, fani lezzetler peşinde koşarsın?
— Ne vazifesi? Benim işim lezzetlenmek ve keyif sürmektir.
— Bak, Üstad Hazretleri diyor ki: Şu gördüğün dünyayı, bütün lezaiziyle, sefahetleriyle, sefalarıyla pek ağır ve büyük bir yük gördüm. Ruhu fâsid, kalbi hasta olanlardan başka kimse o ağır yükün altına giremez.
— Ben lezzetleri kendime yük değil, nimet biliyorum. Hatta varlığımın sebebi biliyorum.
— Öyle biliyorsun, çünkü senin ruhun fâsid ve kalbin hasta. Böyle olmasaydın bu ağır yükün altına girmezdin. Bak, sana lezzetin manasını bir temsille anlatayım. Belki aklın başına gelir de tövbe edersin.
Bir lezzet ölçer farz edelim… Nasıl ki tansiyonumuzu bir alet vasıtasıyla ölçüyoruz; aynen bunun gibi, gün içinde aldığımız lezzeti de bu lezzet ölçer ile ölçeceğiz.
Bir günde alınabilecek en fazla lezzet 100 olsun. Aletimiz acıyı ve elemi de ölçebilsin; bir günde alınabilecek en fazla elem de –100 olsun.
Şimdi, bu aleti hepimizin koluna bağladılar:
– Birisi yatla geziyor, dünyayı dolaşıyor; onun aldığı lezzet 70.
– Birisi denizin dibine dalmış, balıklarla yüzüyor; onun aldığı lezzet 80.
– Birisi en leziz yemekleri yemiş ve günün kalan kısmını da güle oynaya geçirmiş; onun aldığı lezzet 90.
– Birisi de hastanede acı çekiyor; onun lezzeti –10.
– Birisi hapiste, sevdiklerinden uzak; onun lezzeti –20.
– Birisi sade bir vatandaş; onun lezzeti -30.
Bunlar gibi, her bir kişi o gün içinde farklı bir lezzet alıyor olsun. Bütün bu lezzet dereceleri farklı olmakla birlikte, ortak bir nokta var, o da şu:
İnsanlar yatıp uykuya daldıklarında lezzet ölçer sıfırlanıyor. Kimse ertesi güne bir gram lezzet taşıyamıyor, önceki günün lezzetini hissedemiyor, o lezzetin ona faydası olmuyor. Hatta bazen şöyle oluyor:
Bir gün önce 100 lezzet alan birisinin ertesi gün evladı ölüyor veya kendisi hastalanıyor ya da başına bir musibet geliyor, bu sebeple de o gün içindeki lezzeti eksi 60-70 oluyor. Yani lezzet değil, elem çekiyor; bir gün önceki lezzetinin ona hiçbir faydası olmuyor.
— O hâlde nefsim, bu durumda ne yapmak lazım?
— Bugünün lezzetini yarına taşıyamıyorsak, her gün lezzet ölçerimiz sıfırdan başlıyorsa, dünyevi lezzetler bu kadar fâniyse ne yapmak lazım?
Fâni lezzetlerden yüz çevirip baki lezzetlere yönelmek lazım! Hakiki lezzet olan iman-ı billahta, marifetullahta ve muhabbetullahta yol almak lazım. Hakiki lezzet olan ibadete yönelmek lazım. Baki lezzetler peşinde koşmak lazım…
Ben misali gün üzerinden verdim ve bugün aldığımız lezzeti yarına taşıyamayacağımız üzerine konuştum. Allah dostları bu zaman dilimini bir saate hatta bir kısmı bir dakikaya indirmişler. Lezzetin bir dakika sonraya taşınamayacağını keşfederek fâni lezzetlerden bütün bütün yüz çevirmişler. Öyle ya, en lezzetli yiyeceği yesek, bir dakika sonra lezzeti kayboluyor!
Madem hakikat budur, öyleyse gel ey nefsim, fenaya mahkûm lezzetler peşinde koşma. Bırak dünya ehl-i dünyanın olsun; bize Allah ve ukba yeter.
— Misalin güzel. Lakin ben bir misalle lezzetleri terk edecek değilim. Lezzetleri terk etmem için başka bir sebebin var mıdır?
— Vardır ey nefsim. Bak Üstad Hazretleri dedi ki: Bütün kâinatla alakadar olmaktansa ve her şeyin minnetine girmektense ve bütün esbab ve vesaite el açıp arz-ı ihtiyaç etmektense bir Rabb-i Vâhid, Semî ve Basîr’e iltica etmek daha rahat ve daha kârlı değil midir?
Evet, sen gayet âciz ve fakirsin. Âcizsin ama düşmanların çok… Fakirsin ama ihtiyacın hadsiz… Bu durumda, seni düşmanlarından kim emin kılacak? İhtiyaçlarını kim karşılayacak?
Eğer “Ben hallederim.” dersen, bu durumda, her şeyin minnetine girecek, bütün esbab ve vesaite el açacaksın; onlara arz-ı ihtiyaç edeceksin.
Şimdi sana soruyorum: Her hadisenin karşısında titremek ve her şeye karşı dilencilik etmek mi daha iyidir yoksa bir Rabb-i Vâhid, Semî ve Basîr’e iltica etmek mi?
Ey nefsim! Sen kime kulluk edersen et, neyin peşinde koşarsan koş… Ben ancak bu kâinatın sahibi, her şeyin maliki, her şeyin dizgini elinde olan ve her şey hazinesinde bulunan Zata kulluk ederim ve O’nun rızası peşinde koşarım. O’na kulluğun lezzeti de senin fâni lezzetlerinden çok daha âli ve yücedir…
Ben dersime gün içinde devam edecek ve nefsimle bu sohbeti daha çok edeceğim. Sizler de kendi nefsinizde bu ameliyat-ı cerrahiyeyi yapın ve nefsinize bu hakikati kabul ettirmeye çalışın.
Kardeşlerim, okuma usulü çok önemlidir. Zira edeceğimiz istifade bu usule bağlıdır. Risaleleri okuyan ekser kardeşlerimiz sadece metni okuyor ve geçiyor; üzerinde düşünmüyor ve nefsini hesaba çekmiyor…
Böyle bir okumayla elde edilecek fayda çok azdır. Nefis, hakikatleri okumakla kabul etmez. Zaten etmediği için, okuyoruz okuyoruz ama hâlâ hamız, hâlâ pişmemişiz…
Hamlıktan kurtulmanın yolu, enfüsi tefekkür ve nefsi hesaba çekmektir. Bu unutulmamalı ve Risaleler bu usulle okunmalıdır.
Şimdi, metni bir defa daha okuyalım. Herkes kendi tefekkürünü yapsın ve kendi nefsini hesaba çeksin.
Üçüncü Hakikat: Şu gördüğün dünyayı, bütün lezaiziyle, sefahetleriyle, sefalarıyla pek ağır ve büyük bir yük gördüm. Ruhu fâsid, kalbi hasta olanlardan başka kimse o ağır yükün altına giremez. Çünkü bütün kâinatla alakadar olmaktansa ve her şeyin minnetine girmektense ve bütün esbab ve vesaite el açıp arz-ı ihtiyaç etmektense bir Rabb-i Vâhid, Semî ve Basîr’e iltica etmek daha rahat ve daha kârlı değil midir? (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
Yazar: Sinan Yılmaz