a
Ana SayfaKatre86. Arkadaş! Bu risale, Kur’an’ın bazı âyâtını şuhudî bir tarzda beyan eden bir nevi tefsirdir…

86. Arkadaş! Bu risale, Kur’an’ın bazı âyâtını şuhudî bir tarzda beyan eden bir nevi tefsirdir…

Katre mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:

İTİZAR

Arkadaş! Bu risale, Kur’an’ın bazı âyâtını şuhudî bir tarzda beyan eden bir nevi tefsirdir. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

Bu Katre Risalesi’ni şerh ederken neredeyse her bir cümlesinde bir ayet-i kerime aklıma geldi. Şerhine çalıştığım cümleyi, o ayet-i kerimenin bir tefsiri hükmünde gördüm. Vakit bulabilsem bu Katre Risalesi’ni bir de ayetlerle izah etmeyi ve her cümlenin altına, o cümleye denk gelebilecek ayetleri yazmayı çok arzu ediyorum.

Üstadımızın, Bu risale, Kur’an’ın bazı âyâtını şuhudî bir tarzda beyan eden bir nevi tefsirdir.” sözünü hakka’l-yakin tasdik ediyor ve bu sözün ispatını yapmak için Rabbimden güç ve vakit niyaz ediyorum.

Üstadımız şöyle devam ediyor:

Ve hâvi olduğu mesail, Furkan-ı Hakîm’in cennetlerinden koparılmış birtakım gül ve çiçekleridir. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

Bu Katre Risalesi sadece bir kısım ayetin tefsiri değil, aynı zamanda Kur’an’ın çok meselelerini izah eden bir eserdir. Tevhidden nübüvvete, mana-yı ismîden mana-yı harfîye, niyetten nazara, “ene”den rabıta-i mevte kadar, birçok Kur’anî mesele bu risalede işlenmiştir.

Bu cihetiyle, sanki Kur’an bir gül bahçesidir; bu risale de bu bahçeden koparılmış birtakım gül ve çiçeklerdir.

Üstadımız şöyle devam ediyor:

Fakat ibaresindeki işkâl ve îcazdan tevahhuş edip mütalaasından vazgeçme. Mütalaasına tekrar ile devam edilirse me’luf ve me’nus bir şekil alır. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

(İşkâl: Sözün kendisinde bulunan bir incelik ve derinlik sebebiyle, manası, düşünülmeden anlaşılamayacak derecede kapalılık / Îcaz: Az sözle çok şey anlatmak / Me’luf: Ülfet edilmiş / Me’nus: Alışılmış)

Üstadımız 4. Şua’da şöyle diyor: Risale-i Nur, sair kitaplara muhalif olarak başta perdeli gidiyor; gittikçe inkişaf eder.

Bu inkişafın bir vesilesini Üstadımız burada beyan etti: Mütalaasından vazgeçme. Mütalaasına tekrar ile devam edilirse me’luf ve me’nus bir şekil alır.

Bizler de -Allah’ın izniyle- ölünceye kadar Risale-i Nurların mütalaasından vazgeçmeyeceğiz ve nasibimizi alıp bu dünyadan göçüp gideceğiz. İnşallah alacağımız nasip, bizlerin imanla ölmesine bir vesile olur. Bu ne büyük bir nimettir; biraz aklı olan anlar!

Üstadımız şöyle devam ediyor:

Kezalik, nefsin temerrüdünden de korkma. Çünkü benim nefs-i emmarem bu risalenin satvetine dayanamayarak inkıyada mecbur olduğu gibi, şeytanım da  اَيْنَ الْمَفَرُّ  diye bağırdı. Sizin nefis ve şeytanlarınız benim nefis ve şeytanımdan daha asi daha tâgî daha şaki değiller. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

(Temerrüd: İnat etme, direnme / Satvet: Karşı konulmaz derecede zorlu, boyun eğdirici güç / İnkıyad: Boyun eğme /  اَيْنَ الْمَفَرُّ : Kaçacak yer yok mu / Tâgî: Azmış)

Elbette büyük zatların şeytanları, o zatların kuvvetine göredir. Üstadımızın mağlup ettiği şeytan ile bizim şeytanımız aynı kuvvette değildir. Bu risale Üstad Hazretlerinin şeytanını mağlup etmiş; bizimkisini hayli hayli mağlup eder.

Şart o ki anlayarak okuna ve üzerinde mütalaa yapa yapa ilerlene…

Elhamdülillah biz de böyle okuduk ve yavaş yavaş ilerleyerek buraya kadar geldik. Her hakikate hem aklımızı, hem ruhumuzu, hem kalbimizi, hem de nefsimizi muhatap ettik; her birine hissesini verdik.

Üstadımız şöyle devam ediyor:

Kezalik, Birinci Bab’da tevhidin beyanı için zikredilen delillerde vaki olan tekrarları faydasız zannetme. Hususi makamlarda, ihtiyaca binaen zikredilmişlerdir. Evet, hatt-ı harpte siperde oturup müdafaa eden bir nefer, etrafında bulunan boş siperlere gitmeyip bulunduğu siper içinde diğer bir pencereyi açması elbette bir ihtiyaca binaendir. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

Belki sizler de farkına varmışsınızdır, bazı delilleri tekrarla mütalaa ettik. Aynı delil tekrar karşımıza çıktığında belki o an buna bir mana veremedik. Üstadımız burada bunun sebebini beyan ediyor. Sebebi ihtiyaçmış; ihtiyaca binaen zikredilmiş.

Bizler Risale-i Nurları okuyoruz ancak hangi cümlesi hangi latifemizi terbiye ediyor; o latifenin terbiyesi için ne kadar tekrara ihtiyaç var; nefis o hakikate ne kadar muhatap olmalı ki mağlup olsun; bu gibi hususları bilmiyoruz. Bunu ancak bir mürşid-i kâmil bilir. Üstadımız gerçek bir mürşid-i kâmildir ki neye ne kadar ihtiyacımız varsa onu o kadar zikrediyor. Bazen tekrar ediyor; bazen tayyedip icmal ediyor.

Bundan da şu hakikat tebarüz ediyor: Risaleleri okurken tenkit parmağını asla uzatmayalım. Sadece Üstadımızı anlamaya ve sözlerini akla, ruha ve letaife yedirmeye çalışalım. Nefsimizin terbiyesi ancak bu şekilde mümkündür.

Üstadımız şöyle devam ediyor:

Kezalik, bu risalelerin ibarelerindeki işkâl ve iğlakın, keyif için ihtiyarımdan çıkmış olduğunu zannetme. Çünkü bu risale, dehşetli bir zamanda, nefsimin hücumuna karşı yapılan âni ve irticalî bir münakaşadır. Kelimeleri, o müthiş mücadele esnasında zihnimin eline geçen dikenli kelimelerdir. O ateşle nurun karıştıkları bir hengâmda, başım dönmeye başlıyordu. Kâh yerde kâh gökte kâh minarenin dibinde kâh minarenin şerefesinde kendimi görüyordum. Çünkü takip ettiğim yol, akıl ile kalp arasında yeni açılan berzahî bir yoldur. Akıldan kalbe, kalpten akla inip çıkmaktan bîzar olmuştum. Bunun için bir nur bulduğum zaman, hemen üstüne bir kelime bırakıyordum. Fakat o nurların üstüne bıraktığım kelime taşları, delalet için değildi. Ancak kaybolmamak için birer nişan ve birer alamet olarak bırakırdım. Sonra baktım ki o zulmetler içinde bana yardım eden o nurlar, Kur’an güneşinden ilham edilen misbah ve kandillerdi. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

Üstadımız, bu risaleyi yazdığı andaki manevi âlemini beyan etti. Metin açık olduğundan izahına gerek görmüyoruz. Sadece şu kısma, biraz da benim mesleğimle alakadar olduğu için, kısa bir izah yapmak istiyorum:

Bunun için bir nur bulduğum zaman, hemen üstüne bir kelime bırakıyordum. Fakat o nurların üstüne bıraktığım kelime taşları, delalet için değildi. Ancak kaybolmamak için birer nişan ve birer alamet olarak bırakırdım.

Üstadımızın bu usulü, hafıza tekniklerinde kullanılan bir usuldür. Üstadımızın, hakikatlerin üzerine bıraktığı kelimeye hafıza tekniklerinde “anahtar kelime” denir.

Anahtar kelime: Cümleyi ve manayı hatırlatan kelimedir.

Ben 30 yılımı hafıza tekniklerini öğretmekle geçirdim ve bu sistemi kullanarak -Allah’ın inayetiyle- bir kütüphaneyi ezberledim. Üstadımızın bu beyanından anlıyorum ki: Bizlerin çok çalışarak meleke hâline getirdiği “anahtar kelime bulma” tekniğini Üstadımız vehbî bir şekilde kullanmış.

Her neyse, bu konu üzerine 100 sayfa yazsam yine de az kalır. Sözü fazla uzatmayalım…

Üstadımız bu bahsi şu dua ile bitiriyor:

اَللّٰهُمَّ اجْعَلِ الْقُرْاٰنَ نُورًا لِعُقُولِنَا وَ قُلُوبِنَا وَ اَرْوَاحِنَا وَ مُرْشِدًا لِاَنْفُسِنَا اٰمٖينَ اٰمٖينَ اٰمٖينَ

(Ey Allah’ımız! Kur’an’ı akıllarımıza, kalplerimize, ruhlarımıza nur ve nefislerimize mürşid eyle. Âmin, âmin, âmin.)

Şimdi, mütalaasını yaptığımız metni bir daha okuyalım:

İTİZAR

Arkadaş! Bu risale, Kur’an’ın bazı âyâtını şuhudî bir tarzda beyan eden bir nevi tefsirdir. Ve hâvi olduğu mesail, Furkan-ı Hakîm’in cennetlerinden koparılmış birtakım gül ve çiçekleridir. Fakat ibaresindeki işkâl ve îcazdan tevahhuş edip mütalaasından vazgeçme. Mütalaasına tekrar ile devam edilirse me’luf ve me’nus bir şekil alır.

Kezalik, nefsin temerrüdünden de korkma. Çünkü benim nefs-i emmarem bu risalenin satvetine dayanamayarak inkıyada mecbur olduğu gibi, şeytanım da  اَيْنَ الْمَفَرُّ  diye bağırdı. Sizin nefis ve şeytanlarınız benim nefis ve şeytanımdan daha asi daha tâgî daha şakî değiller.

Kezalik, Birinci Bab’da tevhidin beyanı için zikredilen delillerde vaki olan tekrarları faydasız zannetme. Hususi makamlarda, ihtiyaca binaen zikredilmişlerdir. Evet, hatt-ı harpte siperde oturup müdafaa eden bir nefer, etrafında bulunan boş siperlere gitmeyip bulunduğu siper içinde diğer bir pencereyi açması elbette bir ihtiyaca binaendir.

Kezalik, bu risalelerin ibarelerindeki işkâl ve iğlakın, keyif için ihtiyarımdan çıkmış olduğunu zannetme. Çünkü bu risale, dehşetli bir zamanda, nefsimin hücumuna karşı yapılan âni ve irticalî bir münakaşadır. Kelimeleri, o müthiş mücadele esnasında zihnimin eline geçen dikenli kelimelerdir. O ateşle nurun karıştıkları bir hengâmda, başım dönmeye başlıyordu. Kâh yerde kâh gökte kâh minarenin dibinde kâh minarenin şerefesinde kendimi görüyordum. Çünkü takip ettiğim yol, akıl ile kalp arasında yeni açılan berzahî bir yoldur. Akıldan kalbe, kalpten akla inip çıkmaktan bîzar olmuştum. Bunun için bir nur bulduğum zaman, hemen üstüne bir kelime bırakıyordum. Fakat o nurların üstüne bıraktığım kelime taşları, delalet için değildi. Ancak kaybolmamak için birer nişan ve birer alamet olarak bırakırdım. Sonra baktım ki o zulmetler içinde bana yardım eden o nurlar, Kur’an güneşinden ilham edilen misbah ve kandillerdi. 

اَللّٰهُمَّ اجْعَلِ الْقُرْاٰنَ نُورًا لِعُقُولِنَا وَ قُلُوبِنَا وَ اَرْوَاحِنَا وَ مُرْشِدًا لِاَنْفُسِنَا اٰمٖينَ اٰمٖينَ اٰمٖينَ

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin