79. Ve aynı zamanda her birisi, bütün kâinata elini uzatmış, tasarrufatta bulunuyor gibi…
Katre mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
Ve aynı zamanda her birisi, bütün kâinata elini uzatmış, tasarrufatta bulunuyor gibi bir vaziyet alması lazım gelir. Mesela bal arısının bir ferdini yaratan bir kudretin hükmü, bütün kâinata cari ve nâfiz olması lazımdır. Zira o bal arısı, kâinatın unsurlarına numunedir, eczasını kâinattan alıyor. Hâlbuki vücud sahasında mahal ve makam, yalnız ve yalnız Vâcibü’l-Ehad’e mahsustur. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
Eğer eşyanın icadı esbaba isnad edilirse, esbabın her birisinin, ellerini kâinata uzatmış ve kâinatta tasarrufta bulunuyor olması gerekir. Çünkü eşya arasında bir alaka ve münasebet vardır. Bu münasebetleri kurabilmek ve intizamı devam ettirebilmek için kâinatın tamamında tasarruf edebilmek gerekir.
Üstadımız bu hakikate bal arısını misal verdi. Bal arası hakkında iki cümle kullandı:
— Kâinatın unsurlarına numunedir.
— Eczasını kâinattan alıyor.
İlk önce bal arısının “kâinatın unsurlarına numune olması” üzerine konuşalım:
Üstadımız Lem’alar Risalesinde şöyle diyor:
— Mesela bal arısını pek çok şeylere fihriste yapan…
Fihriste bir kitabın içindekiler bölümüdür. Kâinata bir kitap nazarıyla bakarsak içindekiler bölümü bal arısında yazılmıştır. Bal arısında yazıldığı gibi, her bir canlı mahlukta da yazılmıştır.
Bundan şöyle bir delile gidilir: Kitap kiminse içindekiler bölümünün yazıldığı sayfa da onundur. Zaten içindekiler yazısını da ancak kitabı yazan yazabilir.
— Kitapta ne olduğunu bilmeyen içindekiler bölümünü yazabilir mi?
Elbette yazamaz!
O zaman diyebiliriz ki: Kitabın kâtibini ispat ettiğimizde içindekiler bölümünün kâtibini ispata ihtiyaç yoktur. Ya da tam tersi, içindekiler bölümünün kâtibini ispat ettiğimizde kitabın sahibini ispata ihtiyaç yoktur.
Aynen bunun gibi, kâinatın sahibi olarak Allah’ı ispat ettiğimizde, fihriste hükmünde olan bal arısının veya başka bir canlının sahibini ispata ihtiyaç yoktur. Ya da tam tersi, fihriste hükmündeki bal arısının sahibi olarak Allah’ı ispat ettiğimizde, kâinatın sahibini ispata ihtiyaç yoktur. Zira kâinat kiminse bal arısı onundur ve bal arısını kim yaratmışsa kâinatı dahi o yaratmıştır.
Şimdi gelelim bal arısının pek çok şeylere fihriste ve kâinatın unsurlarına numune olması meselesine:
Şu âlemde ne varsa küçük bir mikyasta bal arısında da vardır.
– Mesela bütün canlılarda yüz vardır. Bal arısının da yüzü vardır.
– Canlılarda göz vardır, bal arısının da gözü vardır.
– Canlılarda ağız vardır, bal arısının da ağzı vardır.
– Canlılarda mide vardır, bal arısında da midesi vardır.
– Bir kısım canlılarda kanat vardır, anten vardır; bunlar bal arısında da vardır.
Adeta bal arısı canlı varlıklara bir fihriste olmuş, hayat sahiplerinde ne varsa aynısı bal arısında yazılmıştır.
Hani bir kitabın içindekiler bölümünü okur ve kitap hakkında bir bilgiye sahip olursunuz ya, aynen bunun gibi, hiç bir canlı varlık görmeyen bir insan bal arısını incelese ve sonra o kişiye, “Diğer canlılar hakkında konuş, bize onları anlat.” denilse, eğer bal arısı fihristini iyi mütalaa etmişse yaratılan diğer canlı varlıkları bize tarif eder. Belki şekillerini çizemez ama hangi aza, cihaz ve duyguları olduğunu tahmin eder.
Biraz daha geniş fikri varsa sadece canlıları değil, âlemi bize tarif eder. Mesela der ki:
— Bu bal arısının bir ruhu var. Bu ruh ruhlar âleminden ona gelmiş olmalı. Demek, bu kâinatın bir yerinde âlem-i ervah var.
— Yine bu bal arısında bir hafıza var. Demek, daha büyük bir mikyasta her şeyin kaydedildiği bir levh-i mahfuz var. Bu hafıza levh-i mahfuzun küçük bir misalidir.
— Yine bu bal arısının vücudunda demir, çinko, bakır gibi elementler var. Demek, bu âlemde hem bunlar hem de daha başka elementler var.
İşte bunlar gibi kıyaslamalarla, iyi bir tefekkürü varsa ve bal arısı fihristini iyi okuyabiliyorsa birçok âlemin varlığını keşfeder. Ve sonunda der ki:
— Bal arısını kim yazmışsa şu kitab-ı kâinatın bütün bablarını, sayfalarını, cümle ve kelimelerini de o yazmıştır. Çünkü kâinat kitabında ne varsa bal arısı ona bir fihriste olmuş. Kâinat başkasının, bal arısı başkasının olamaz!
Şimdi de “Eczasını kâinattan alıyor.” cümlesini mütalaa edelim.
Bal arısı; güneşten havaya, sudan toprağa, çiçeklerden ağaçlara kadar, bütün kâinatla alakadardır. Bir kısım eczası güneşten gelir, bir kısmı havadan gelir, bir kısmı sudan gelir; bir kısmı meyvelerden ve daha başka yerlerden gelir…
Bu durumda, bal arısına sahip olabilmek için, alakadar olduğu her şeye malik ve münasebeti olduğu her şeye sahip olmak gerekir. Ancak bu durumda bu münasebetler tesis edilebilir ve bal arısının bekası sağlanabilir.
Meseleyi biraz daha tefekkür edelim:
Tefekkürümüze şu soruyla başlayalım:
— Acaba bal arıları yollarını nasıl buluyor?
Evet biliyoruz, vahy-i İlahîye mazhardırlar. Ancak Allahu Teâlâ ism-i Hakîm muktezasınca her şeyi bir sebeple yaratır. Acaba bu işin esbab dairesindeki sebebi nedir?
Bilim adamları bu sebebi şöyle açıklıyor:
Arılar dışarıya çıktıklarında yuvalarının yerini kovanın güneş ile olan açısını ölçerek bulurlar. Güneşi bir pusula gibi kullanırlar. Hava kapalı da olsa güneş ışınlarının yönünü saptayabilirler. Bunu göz yapılarının polarize güneş ışığını saptama yeteneğiyle yaparlar.
Arının kovana dönüşü de en kestirme yoldan olur. Dönüş yolculuğuna çıktığı nokta, ilk vardığı yerden ne kadar farklı olursa olsun balarısı o nokta ile kovan arasındaki en kısa yolu düz bir uçuş hattı hâlinde belirler. O hattı izleyerek evine döner. Buna “arı hattı” denir. Gerek arı hattının belirlenmesinde, gerekse çiçek tarlası gibi diğer hedefleri bulma ve tarif etme konusunda balarısının iki önemli veri kaynağı vardır:
1. Güneşin konumu.
2. Yeryüzünün manyetik çekim alanı.
Arı “güneş ışığını polarize edebilme yeteneğiyle” güneşin konumunu saptar. Yola çıkarken de pusulası karnındadır. Gezegenimizin manyetik alanına duyarlı bir biçimde arının karın bölgesinde partiküller vardır. Gerekli bilgileri sinirler aracılığıyla o minicik beyne ulaştırır ve arıya yönünü bildirir.
Bu izahtan anlıyoruz ki: Arı yaratılırken tek başına planlanmamış, yeryüzünün manyetik çekim alanından tutun manzume-i şemsiyedeki güneşe kadar birçok şeyle alakası kurulmuştur. Bu da ispat eder ki: Arının nakkaşı kimse, güneşin nakkaşı da odur. Arı kiminse, güneş de onun mülküdür. Arıya balı kim yaptırıyorsa, güneşi de o hareket ettiriyordur. Çünkü güneş ile bal arısının gözleri arasında bir irtibat ve keyfiyetçe birbirleriyle münasebetleri vardır. Güneşten habersiz olan, bal arısına gözü takamaz ve güneşin hareketlerini bilmeyen, bal arasına bu hesaplama tekniğini öğretemez.
Netice: Böcek deyip geçmeyin! O, misal-i musaggar-ı kâinattır ve bütün kâinatla arasında bir muarefe ve münasebet vardır. Bu da ispat eder ki vücud sahasında mahal ve makam, yalnız ve yalnız Vâcibü’l-Ehad’e mahsustur.
Bu hakikati uzun uzadıya tefekkür edebiliriz. Bal arısı üzerine yaptığımız tahlili diğer eşya hakkında da yapalım ve bu günü tefekkür ve eşyayı okuma günü ilan edelim!
Bu dersimizde şu kısmın mütalaasını yaptık:
Ve aynı zamanda her birisi, bütün kâinata elini uzatmış, tasarrufatta bulunuyor gibi bir vaziyet alması lazım gelir. Mesela bal arısının bir ferdini yaratan bir kudretin hükmü, bütün kâinata cari ve nâfiz olması lazımdır. Zira o bal arısı, kâinatın unsurlarına numunedir, eczasını kâinattan alıyor. Hâlbuki vücud sahasında mahal ve makam, yalnız ve yalnız Vâcibü’l-Ehad’e mahsustur. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
Yazar: Sinan Yılmaz