a
Ana SayfaKatre34. Ve keza, esbab-ı zahiriye pek basit, mahdud, fakir, camid, şuursuz…

34. Ve keza, esbab-ı zahiriye pek basit, mahdud, fakir, camid, şuursuz…

Katre mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:

Ve keza, esbab-ı zahiriye pek basit, mahdud, fakir, camid, şuursuz, iradesiz ve kanunlar kısmı da itibarî, mevhum şeylerdir. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

(Esbab-ı zahiriye: Görünen sebepler / Mahdud: Sınırlı / Camid: Cansız / İtibarî: Gerçekte olmadığı hâlde var kabul edilen)

İlk önce “esbab-ı zahiriye” ifadesini açalım:

– Bal arısı sebeptir, bal netice.

– Çekirdek sebeptir, ağaç netice.

– Ağaç sebeptir, meyve netice.

– Tohum sebeptir, çiçek netice.

– Tavuk sebeptir, yumurta netice.

– Bulut sebeptir, yağmur netice.

– İnek sebeptir, süt netice.

– İpek böceği sebeptir, ipek netice…

Bunlar gibi, Allahu Teâlâ her neticeyi bir sebeple yaratmaktadır. Bu sebeplere “esbab-ı zahiriye” denir. Bu sebepleri göz görmekte hatta iman dersini almayan kişiler neticeleri bu sebeplerden bilmektedir.

Üstadımız bu makamda, sebeplerin fail-i hakiki olmadığını, sadece kudret-i İlahiyenin perdesi olduğunu ispat ediyor. Bunun için de ilk önce sebeplerin sıfatlarını saydı. Sebepler basit, mahdud, fakir, camid, şuursuz ve iradesizdir.

Sebeplerin kanunlar kısmı da itibarî, mevhum şeylerdir. Mesela yer çekimi kanunu, kütle çekim kanunu, hareket kanunu, Hubble kanunu gibi kanunlar mevhum şeylerdir. Bunların bir vücud-u haricisi yoktur.

Bu makamda sorumuz şu:

— Böyle basit, mahdud, fakir, camid, şuursuz ve iradesiz olan sebepler ve yine itibarî ve mevhum olan kanunlar şu göz önündeki mahlukatı yaratabilir mi?

Üstadımız bu soruya şöyle cevap veriyor:

Müsebbebatta bulunan harika nakışlar, ziynetler, garib ve acib sanatların o gibi kıymetsiz esbab ile katiyen münasebetleri yoktur. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

(Müsebbebat: Sebeplere bağlı olarak ortaya çıkan şeyler, sebeplerin sonuçları)

Şimdi esbab ile müsebbebatı kıyas edelim:

– Sebep son derece basit, müsebbeb ise son derece nakışlı ve sanatlı.

– Sebep cansız, müsebbebin ise hayatı var.

– Sebep cahil, müsebbebte ise ilmin eseri gözüküyor.

– Sebep âciz, müsebbebte ise kudretin eseri gözüküyor.

– Sebebin iradesi yok, müsebbebte ise iradenin eseri gözüküyor.

– Sebep fakir, müsebbebte ise zenginliğin eseri gözüküyor.

– Sebep mahdud, müsebbebte ise ihatanın eseri gözüküyor.

Bütün bunlar da ispat ediyor ki: Müsebbebatı şu esbab yapamaz, mahlukatı şu sebepler yaratamaz, mevcudatı şu âcizler icad edemez. Esbab ancak bir perdedir, fail-i hakiki Allahu Teâlâ’dır.

Üstadımız bu bahse dair örnekleri şöyle veriyor:

Binaenaleyh mesela:

– Bedenin hüceyratındaki nizamlı, intizamlı teşekkülatı ekmek yemesine,

– Ve kuvve-i hafızada yazılan gayr-ı mahdud muntazam nakışları kulaktaki ve baştaki telâfife,

– Ve konuşmakta, tefekkürde, harflerin teşekkülatına ve suver-i zihniyenin husulüne, lisan ve zihnin hareketleri gibi esbaba isnadları ahmakçasına bir hükümdür.

Ancak o gibi müsebbebat, gayr-ı mütenahi bir kudret ile bir ilim ve bir iradeyi iktiza ediyorlar. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

(Telâfif: Lif lif olma / Suver-i zihniye: Zihindeki suretler)

Üstadımız üç misal verdi:

1. Hücredeki nizamlı ve intizamlı teşekkül, hücrenin ekmek yemesine isnad edilemez. Yani “Bu hücre vücuda giren ekmek ve yemekleri yedi, sonra da bu şekli aldı.” denilemez. Hücredeki mükemmellik, ekmeği faillik makamından tard eder.

2. İnsanın bütün tarihçe-i hayatı, gördüğü ve işittiği her şey kuvve-i hafızasında yazılmaktadır. Bu yazma ve saklama işlemi beyindeki liflere isnad edilemez. Yani “Bu bilgileri beynin yapısı kendi kendine saklıyor. Beyindeki lifler bu bilgileri muhafaza ediyor.” denilemez. Bilgilerin birbiriyle karıştırılmaksızın saklanması, telâfifi faillik makamından tard eder.

3. Konuşmada harflerin çıkışı dilin hareketine ve tefekkürde zihnin resimleri oluşturması zihnin hareketine isnad edilemez. Bunların esbaba isnadları ahmakçasına bir hükümdür.

Bütün bu işlerin husulü ve müsebbebatın yaratılması gayr-ı mütenahi bir kudret ile bir ilim ve bir iradeyi iktiza ediyorlar. Esbabda ise bu kudret, bu ilim ve irade yoktur. Öyleyse müsebbebatın mucidi olamaz, hâlıkı olamaz ve “Bunları ben yaptım.” diyemez.

Meselenin derûnî tefekkürünü sizlere havale ederek dersimizi tamamlıyoruz. Bu dersimizde şu bölümün mütalaasını yaptık:

Ve keza, esbab-ı zahiriye pek basit, mahdud, fakir, camid, şuursuz, iradesiz ve kanunlar kısmı da itibarî, mevhum şeylerdir. Müsebbebatta bulunan harika nakışlar, ziynetler, garib ve acib sanatların o gibi kıymetsiz esbab ile katiyen münasebetleri yoktur. Binaenaleyh mesela:

– Bedenin hüceyratındaki nizamlı, intizamlı teşekkülatı ekmek yemesine,

– Ve kuvve-i hafızada yazılan gayr-ı mahdud muntazam nakışları kulaktaki ve baştaki telâfife,

– Ve konuşmakta, tefekkürde, harflerin teşekkülatına ve suver-i zihniyenin husulüne, lisan ve zihnin hareketleri gibi esbaba isnadları ahmakçasına bir hükümdür.

Ancak o gibi müsebbebat, gayr-ı mütenahi bir kudret ile bir ilim ve bir iradeyi iktiza ediyorlar. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin