a
Ana SayfaKatre30. Amma sahib-i hakiki olan Vacibü’l-vücud’a isnad edildiği vakit o zerreler…

30. Amma sahib-i hakiki olan Vacibü’l-vücud’a isnad edildiği vakit o zerreler…

Katre mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:

Amma sahib-i hakiki olan Vacibü’l-vücud’a isnad edildiği vakit… (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

Önceki derslerimizde, eşya esbaba ve tabiata isnad edildiğinde ortaya çıkan muhalleri işlemiş ve küfrün içindeki muhâlâtı mütalaa etmiştik. Bu dersimizde, eşyanın Allahu Teâlâ’ya isnadındaki suhuleti mütalaa edeceğiz. Üstadımız bu suhuletin birinci maddesini şöyle beyan ediyor:

O zerreler şöyle bir vaziyete girerler ki: Şemsin cilvelerine, timsallerine, lem’alarına mazhar olan su katreleri gibi, kudret-i ezeliyenin nurani tecellisine, cilvelerine, lem’alarına o zerreler de mazhar olup sahib-i kudretin izniyle, gayr-ı mütenahi olan ilim ve iradesiyle, o zerrelerde teşekkülat ve terkibat yapılır. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

(Şems: Güneş / Timsal: Görüntü, yansıma / Lem’a: Parıltı / Gayr-ı mütenahi: Sonsuz)

Üstadımız güneşin cilvelerine mazhar olan su katrelerini misal verdi. Güneş ışığıyla, ısısıyla ve yedi rengiyle su katrelerinde tecelli eder. Her bir katre de güneşin ışığına, ısısına ve yedi rengine mazhar olur. Güneşin yeryüzündeki bütün su katrelerini, bütün şeffaf eşyayı hatta semadaki yıldızları ışığıyla aydınlatması ve hararetiyle ısıtması son derece kolaydır. Birini aydınlatması, diğerini aydınlatmasına mâni olmaz. Birini ısıtması, diğerini ısıtmasını engellemez.

Aynen bunun gibi, Şems-i Ezel ve Ebed olan Allahu Teâlâ da kudretinin nurani tecellisiyle eşyada tecelli eder. Eşya o kudretin tecellisine, cilvesine ve lem’asına mazhar olur. Allahu Teâlâ’nın izniyle, kudretiyle ve sonsuz ilmi ve iradesiyle eşya yaratılır, teşekkülat ve terkibat yapılır. Biraz daha açarsak:

Her bir eşyanın Allah’ın ilm-i ezelisinde manevi bir kalıbı vardır. Allahu Teâlâ o eşyayı yaratmayı murad edince kudret-i ezeliye zerratı tahrik eder ve o kalıba girmeye mecbur eder. Zerratın o kalıba girmesiyle de eşya vücud bulur.

Demek, eşyanın icadını Cenab-ı Hakk’ın kudretine, ilmine ve iradesine havale ettiğimizde nihayetsiz bir suhulet vardır. Bu suhuletin sebebini Üstadımız şöyle izah ediyor:

Binaenaleyh kudret-i ezeliyenin bir lem’ası, kudretin hâsiyetine malik olduğundan esbabın binler lem’asından ve esbabın sultanından daha tesirlidir. Çünkü bunda tecezzi ve inkısam vardır, kudret-i ezeliyede ise yoktur. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

(Hâsiyet: Özellik / Tecezzi: Bölünme, parçalara ayrılma / İnkısam: Kısımlara ayrılma, bölünme)

Nasıl ki güneş bir damla suda aksettiğinde o damla güneşin vasıf ve özelliklerine mazhar olur; güneş o damlada hâsiyetiyle bulunur. Çünkü nuranidir, nurani bir şeyin aksi aslının özelliklerine sahiptir.

Aynen bunun gibi, kudret-i ezeliye bir eşyada tecelli ettiğinde, kudretin o lem’ası, kudret-i ezeliyenin hâsiyetine malik olur. Çünkü kudret-i ezeliye nuranidir. Bu sebeple, bir tecelli-i lem’a-i kudret, esbabın binler lem’asından daha tesirlidir. Hatta esbabın sultanları olan güneş, hava ve toprak gibi sebeplerden de daha tesirlidir.

Haddizatında bu sebeplerin hiçbirinin kuvveti ve icatta hiçbir müdahalesi yoktur. Üstad Hazretleri hakikati akla yaklaştırmak için kudret-i ezeliyenin bir cilvesiyle esbabın sultanlarını kıyas ediyor. Hakikatte böyle bir kıyas muhaldir. Zira esbabın sultanları da kudret-i ezeliyenin bir lem’a-i tecellisidir.

Üstadımız dedi ki: Çünkü bunda tecezzi ve inkısam vardır, kudret-i ezeliyede ise yoktur.

Güneş misali üzerinden bu cümleyi tahlil edebiliriz. Güneş bir derece nurani olduğu için tecezzi ve inkısamı yoktur. Bir damlayı aydınlattığı gibi, aynı anda bütün denizleri ve bütün şeffaf eşyayı da aydınlatabilir. Bir iş bir işe mâni olmaz.

Aynen bunun gibi, kudret-i ezeliye de nuranidir. Nurani olduğu için de tecezzi ve inkısamı yoktur. Bir lem’ası bütün kudretin hâsiyetine maliktir. Güneşin bir cilvesinin güneşin hâsiyetine malik olması gibi…

Esbab ise nurani değil, kesiftir. Kesif olduğu için de tecezzi ve inkısama mahaldir. Her bir cüzü küllün hâsiyetine malik değildir. Malik olmadığı için de halk ve icatta tesiri yoktur.

Nurani şeylerin tecezzi ve inkısamı kabul etmediğini, kesif şeylerin ise tecezzi ve inkısama mahal olduğunu şu misalle anlayabiliriz:

Ağzımızdan çıkan bir kelime bir kulağa girdiği gibi, aynı anda milyonlarca kulağa girebilir. Bir kulağa girmesi, diğer bir kulağa girmesine mâni olmaz. Bir kişinin işitmesi, diğerinin işitmesini zorlaştırmaz. Çünkü nuranidir; nurani olduğu için de parçalanmaz ve kısımlara bölünmez. O kelimenin manası neyse, bütün kulaklara aynı manayla ve aynı suhuletle girer.

Ağızdan çıkan kelimede hüküm böyle iken, bir kitapta hüküm böyle değildir. Eğer bir kitabı dağıtmaya çalışsak, kitap kesif olduğu için, herkese bir kitap düşmez; belki bir sayfası bile düşmez. Kitabın dağıtılabilmesi için parçalanması ve kısımlara ayrılması lazımdır. Ayrılan kısım da kitabın bütün manasını kendinde cem edemez. Kitabın manası nerede, bir satırın manası nerede…

Bu sönük misalde olduğu gibi, kudret-i ezeliye ağızdan çıkan kelime gibidir; nuranidir, aynı anda nihayetsiz yerlerde tecelli edebilir ve her bir tecellisi aslın hâsiyetine maliktir. Esbab ise kitap gibidir; kesiftir, aynı anda iki yerde bulunamaz ve sayfaları bütünün vasfına malik değildir.

Üstadımız 17. Lem’a’da şöyle diyor:

Ben müşahede ettim ki marifetullahın şahitleri, burhanları üç çeşittir:

Bir kısmı su gibidir. Görünür, hissedilir lâkin parmaklarla tutulmaz. Bu kısımda hayalâttan tecerrüd etmek, külliyetle ona dalmak gerektir. Tenkit parmaklarıyla tecessüs edilmez; edilse akar, kaçar. O âb-ı hayat, parmağı mekân ittihaz etmez.

İkinci kısım hava gibidir. Hissedilir, fakat ne görünür ne de tutulur. Ona karşı sen yüzün, ağzın, ruhunla o rahmet nesimine karşı teveccüh et, kendini mukabil tut. Tenkit elini uzatma, tutamazsın. Ruhunla teneffüs et. Tereddüt eliyle baksan, tenkitle el atsan, o yürür gider. Senin elini mesken ittihaz etmez, ona razı olmaz.

Üçüncü kısım ise nur gibidir. Görünür, fakat ne hissedilir ne de tutulur. Öyleyse sen kalbinin gözüyle, ruhunun nazarıyla kendini ona mukabil tut ve gözünü ona tevcih et, bekle. Belki kendi kendine gelir. Çünkü nur elle tutulmaz, parmaklarla avlanmaz. Belki o nur ancak basiret nuruyla avlanır. Eğer haris ve maddi elini uzatsan ve maddi mizanlarla tartsan sönmese de gizlenir. Çünkü öyle nur, maddide hapse razı olmadığı gibi, kayda giremez, kesifi kendine malik ve seyyid kabul etmez. (17. Lem’a)

Evet, marifetullahın delilleri su gibi, hava gibi ve nur gibidir. Yani hepsi aynı kuvvette ve aynı cihette değildir. Birinin ihatası kolayken, diğerinin ihatası zordur. Birini fikir kolayca kabul ederken, diğerinin kabulü için çok çalışması gerekir. Biri akla hitap eder, diğeri kalbe hitap eder. Biri açıktır, akıl hemen anlar; diğeri kapalıdır, aklın uğraşması gerekir ve hakeza…

Bu derste mütalaa ettiğimiz hakikatin de akla yerleşmesi -diğer hakikatlere kıyasla- biraz zordur. Üzerinde biraz çalışmak ve meseleyi biraz tefekkür etmek gerekir. İşin bu kısmını sizlere havale ediyor ve biz dersimizi burada noktalıyoruz.

Bu dersimizde şu kısmı mütalaa ettik:

Amma sahib-i hakiki olan Vacibü’l-vücud’a isnad edildiği vakit o zerreler şöyle bir vaziyete girerler ki: Şemsin cilvelerine, timsallerine, lem’alarına mazhar olan su katreleri gibi, kudret-i ezeliyenin nurani tecellisine, cilvelerine, lem’alarına o zerreler de mazhar olup sahib-i kudretin izniyle, gayr-ı mütenahi olan ilim ve iradesiyle, o zerrelerde teşekkülat ve terkibat yapılır.

Binaenaleyh kudret-i ezeliyenin bir lem’ası, kudretin hâsiyetine malik olduğundan esbabın binler lem’asından ve esbabın sultanından daha tesirlidir. Çünkü bunda tecezzi ve inkısam vardır, kudret-i ezeliyede ise yoktur. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

 Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin